Altmışa merdiveni dayadığım şu zamanda, en çetrefilli yıldı 2009. Gündemi yakalayabilene aşk olsun. Benim başım dönüyordu olayları izlemekten. Zikzaklara, çelişkilere şaşırmaktan. Bireyiyle, hükümetiyle herkes, her gün çelişki yaşıyordu. Tutarsızlık, en baştan, en sona dek yaşanıyordu. Sözcüğün tek anlamıyla toplum çıldırmıştı.
Çocuk istismarları, kadın öldürmeler, işten atmalar, insan haklarının çiğnenmesi, emeklerin üstüne oturup çalışanın asgari ücretini bile vermeden zengin olma yollarını hepimiz sessizce izledik. İzledik de geçti mi? Hayır, işin en kötüsü biz sadece izlemeye alıştık ki bu daha da kötü bir sonuç. ‘Akrep gibisin kardeşim’ sözü cuk oturur.
İlgisizlik, duyarsızlık, bencillik, çıkarcılık aldı başını gidiyor. Herkes bundan yakınıyor. Ama eyleme geçen ise bir avuç insan. Bekliyoruz ki, birileri düzeltsin de biz de rahat edelim. Nasıl ve ne zaman bu hale geldik? Farkında olmadan hızla olumsuz yönde bu denli nasıl değiştik?
Herkesin ağzında ‘Ülke bölünmesin, ülkemi çok seviyorum’ ezberi. Ülke bölünmüş, hem de çoktan. En tehlikelisi olan kültürel bölünme hem de. Sanki iki ülke gibiyiz. Biz dindi, imandı, Türk’tü, Kürt’tü derken, çoktan ortadan ikiye ayrılmışız, hem de ne Türk, ne de Kürt olarak.
Le Monde ve Stern’de yayınlanan analize göre:
“Üçüncü dünya savaşı, Türkiye’den çıkabilir. Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeyle sakatlandı. Cumhuriyet boyunca süren, ‘Kültürel bölünme’ artık iyice keskinleşti.”
Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısının önünde çıkaran, kadınlarının başını örttüğü, erkeklerinin sokağa pijamayla çıkabildiği, erkek çocuklarının kahveye gittiği, kızlarının tam bir baskı altında yaşadığı, türküyle arabesk arası bir müzikten hoşlanan, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte lokantaya gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, evlerinde floresan lamba yakan, iyi eğitim almamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık bir kitle var.
Diğer yanda ise kız lisesi ile Robert Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okumuş, müzik zevki pop şarkılarla klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızların flörtüne izin verilmese bile göz yumulan, Allah’a inanan, ama ibadete pek aldırmayan, kadınlarının başını örtmediği, şarabın kalitesinden pek anlamasa da kadın erkek bir arada gidilen bir gezmede içki de içmiş, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da okumuş, yazmış, batı standartlarına yakın bir grup var.
Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk. Birbirine düşmanca tavırlar içinde. Elin oğlu bizi bizden daha iyi biliyor ve daha iyi gözlemliyor. Doğrusu ben bu incelemeye yürekten katılıyorum. Ve ivedilikle bu sonucun farkına varalım, birileri fitili ateşlemeden, yangından kurtulalım diyorum. Nasıl olacağına gelince, toplumsal barışı savunarak, insan haklarına saygılı olarak, önümüze açılan tuzak kuyularının içine düşmeyerek ve en önemlisi de severek. İnsanı severek, hem de ‘Yaradan’dan ötürü’ değil, yalnızca insan olduğu için. Bizde en büyük eksikliğin sevgi olduğunu düşünüyorum. Hızla tükeniyor içimizdeki sevgi. Buna izin vermeyerek çözebiliriz. İçimize sevgi dolduralım, sevgi paylaşalım. Yeni yılınız kutlu ve umutlu olsun.