“Rüzgârın şiddeti ne olursa olsun martı sevdiği denizden ayrılmaz.” Sevdiği denizden ayrılmayanlara armağan olsun bu sokaklar…
Yıllar önce bir sabah ayrıldığın yere, doğduğun büyüdüğün sokaklara geri gelirsin. Tanıdık birine rastlamanın telaşı düşer içine. Rastladığın her yeni yüze uzun uzun bakarsın, belki anılardaki tanıdıktır; ama boşuna… Ne siz tanırsınız birini, ne de onlar sizi hatırlar.
Yalnızca, yıllara meydan okuyarak ayakta kalmış, ya da ayakta kalmaya çalışan yorgun evler karşılar sizi eski bir dost gibi… Onlar ki; bir kentin, bir sokağın, bir mahallenin, yaşanmışlıklarının dilsiz tanıklarıdır. Çocukluğunuzun geçtiği evin önüne gelirsiniz. Birden gözünüz dumanlanır, burnunuz sızlar. Anılarınız tazelenir. Baba ocağı, size kollarını açmış bekliyordur… İçeriden annenizin size seslenişini duyar gibi olursunuz. Komşunuz Zehra Hanım vardı evinizin tam karşısında; camdan cama annenizle sohbet eder, evde ne pişmişse elinde bir tabakla kapınız çalar, yeni çıkardığı dantel modelini uzun uzun konuşması gelir gözünüzün önüne.
Geçen yıllar, tahta kapıları karartmış, sıvaları yer yer dökmüştür. Yorgun tahta kapı gıcırdayarak sonuna kadar açılır ve sizi içeri buyur eder. Girersiniz ağır adımlarla, dört bir yanı yüksek duvarlarla çevrili içinde en güzel anılarınızı saklayan bir bahçe karşılar sizi. Ortasında ufak bir fıskiye vardı bu bahçenin. İlerde, bir zamanlar dallarında salıncak kurduğunuz eski bir ağaç. Küçücük de olsa bahçedeki her karış toprak parçasına annenizin ektiği çiçekler düşer yâdınıza.
Sıcak yaz akşamlarında ağacın altında yemek yediğiniz günler gelir aklınıza. Eski bir radyodan dinlediğiniz şarkıların tınısı düşer kulaklarınıza:
“İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız.
Sen benimle, ben seninle bu hayatı yaşamalıyız…”
Bildiğiniz tüm hikâyeler, sanki burada başlamıştır… Birden beliren yüzler, saklanan isimler bir bir geçer aklınızdan…
Her ne kadar günümüz koşullarında memleketin ‘Doğduğun değil, doyduğun yerdir’, denilse de insanların doğdukları, çocukluklarını geçirdikleri, buram buram yuva kokan evler, sokaklar, caddeler, aileden biridir herkes için. Nereye giderseniz gidin bu yerler, en güzel yerler veya beş yıldızlı otel de olsa hiçbiri onların yerini tutamaz… Çocukluğunuzun sokaklarına evinize geldiğinizde huzur sizi bekler Bu güvendir, bu yaşanmışlıkların getirdikleri edindikleriyle sizin bir parçanızdır; kopamazsınız, özlersiniz; hep gitmek istersiniz bu sokaklara, bu evlere…
İşte Odunpazarı’da benim için öyledir… Sokaklarında ip atladığım, dokuztaş, yakan top oynadığım; yorulup susayınca ‘Acı Çeşme’sinin gürül gürül her daim akan soğuk oluğundan su içtiğim günlerin hikâyesi benimle her daim. Burası benden bir parça; ben O’ndan bir parçayım…
İlginç, ama çocukluğumdan beri yaşadığım Odunpazarı’nın dar büklüm büklüm sokaklarını, evlerini sanki ilk defa görüyorum. Her köşe başından yıllarca gizlenmiş de birden ortaya çıkıvermiş gibi şirin mi şirin evler çıkıyor karşıma… Sanki tüm yıl boyunca yeni elbisesi olmamış bir çocuğun bir bayram sabahı bayramlık elbisesini giymiş edasıyla kendini fark ettiriyor.
Her başımı kaldırdığımda önceden fark edilmeyen; yeni elbisesi ile kendini gösteren bir ev, bir pencere, bir düzenleme, bir otel inşaatı, bir yerel işletme, bir müze, bir konak görüyor, kaybettiğim sokaklarla yeni bir heyecanla yeniden tanışıyorum, daha bir gururla dolaşıyorum sokaklarımda. Her geçen gün artan yerli yabancı turistlerle karşılaşıyorum evin yolunu tutarken, inanamıyorum; bir zamanlar kimsenin yüzüne bakmadığı benim Odunpazarı’mın sokakları Odunpazarı konukları, hayranları ile dolup taşıyor…
Bir zamanların en ihtişamlı evleri ile seçkin yaşamların sürüldüğü bu sokaklar; sahipsiz kalmışlığının gözyaşlarını her geçen gün bir bir duvarından, penceresinden dökülen sıvalarla göstermeye çalıştı uzun yıllar… Fakat makûs kaderini yıllarca yenememiş, bakımsızlıktan, terk edilmişlikten dolayı, Eskişehir in sahipsiz, yalnız semti oluvermişti Odunpazarı…
2001 yıllarında cılızca başlayan Odunpazarı evlerini yaşatma projeleri 2004 yılında büyük bir ivme kazandı. Odunpazarı Belediyesi’nin ve Belediye Başkanı Burhan Sakallı’nın büyük bir sevda ile ilmek ilmek dokuduğu evler, sokaklar, hanlar, çarşılar, müzelerle, Odunpazarı’nın rehavet kokan miskin sokaklarının binbir renk cümbüşüne bir festival alanına dönüşmesi benim gibi tüm Odunpazarlılar için bir hayaldi, gerçek oldu…
Bugüne kadar restore edilen evlerde kullanılan rengârenk badana renkleri, ahşap rengindeki çerçevelere alışmıştık. Fakat bugünlerde yapılan yeni düzenleme, farklı bir ambians oluşturmuş. Odunpazarı içinde, Alaçatı evleri tarzı yeni bir Odunpazarı evleri konsepti oluşmuş. Evler bembeyaz, kapı, pencereler mavi boyalı, bir de üstüne gelin gibi süslenmişler, duvarlarında asılı şirin çiçekler, kuşlar, evlerin önünde annelerimizin yaptığı gibi saksı haline getirilmiş teneke kutulardan fışkıran renk renk sardunyalar, çiçekler…
İlginç, şaşırtıcı; ama bizden hiç de uzak olmayan efsunlu bir hal var bu daracık Odunpazarı sokaklarında… Şimdiye kadar sizden sakladığı, kapağı açık unutulmuş bir mücevher sandığı gibi Odunpazarı’nın tüm sokakları görene kadar giderek artıyor bu heyecan. Bu mütevazı Odunpazarı evleri, ufak renk dokunuşları, basit ama şirin duvar düzenlemeleri ile adeta beş yıldızlı tatil beldelerine meydan okur hale gelmiş.
Her geçen gün bünyesine katılan yeni değerlerle dünyaca tanınan Odunpazarı’na gelen turist sayısı ve kalitesi ide her geçen gün artıyor. Odunpazarı gelişiyor, gelişen Odunpazarı daha çok misafir ağırlıyor. Bu da en çok beni ve Odunpazarlıları sevindiriyor.
Kaybolan Odunpazarı’nın yeniden yaşama katılmasında tüm emeği geçenlere ve Eskişehir Odunpazarı halkına teşekkür bir borç biliyorum.
Metin ve fotoğraflar: Hacer Serap Görkan
30.10.2012
Ağır ağır açılır kapıları
Eski ahşap evlerin.
Her adımda eski tahtalar,
Farklı sesler çıkarır,
Ve sanki biz yıkılmadık,
Buradayız der gibi başkaldırır.
Yalnız olamazsınız
Böyle bir evde bir saniye.
Her dakika bir ses,
Her köşeden bir anı,
Başınızı çevirdiğinizde.
Sararmış fotoğraflar vardır
Eski çatlak duvarlarda.
Tavanı da tahtadır,
Tozlu bir pirinç lamba bakar
Sanki eski günlerin ihtişamıyla.
Renkli sedirler iki yanında
Küçük pencerenin,
Yerde yün minderler
Ne de rahattır, lüks kanepelerden.
Yalnızlık çekmezsiniz burada,
Eski bir ev kaldı,
Şimdi sadece unuttuğumuz
Sokaklarda…
Şule Toskar