“ESASEN HER ŞEY, HER ŞEYİ ŞEKİLLENDİRİYOR; SEN SERAMİĞİ, ÇAMURU, ÇAMUR DA SENİ”

Ömer Yılmaz ağaç, taş ve benzeri birçok şey üzerinde hâkimiyeti olan bir heykeltıraş, ressam ve seramik sanatçısı. Bunların yanı sıra ağaç işleri, ahşap işleri, dekorasyon ve duvar resimleri ile de ilgileniyor. Onun çizgilerinde özgün olan, farklı olan ve hiç kimseye benzemeyen orijinal bir şeyler var. Ömer’e göre bu mitolojinin gizi… Ömer’le sanatına ve sanata bakış açısı üzerine konuştuk…

Ömer birçok şey ile ilgileniyorsun. Örneğin resimlerini ele alalım ya da seramik eserlerini. Eserin tamamlanması sürecine ve onlar ile ilişkine nasıl bakıyorsun?

Aslında hiçbir eser bitmez;  hiçbir sanat eseri. Üzerinde çalıştıkça canlanır, başkalaşır ve bu başkalaşımın bir sonu yoktur. Daha yapılacak bir şeyler hep vardır, hep çıkar, bir detay birden çıkagelir, parmaklarından akar, ifade bulur ve bir şeyi değiştiriverir.  Esasen her şey her şeyi şekillendiriyor; sen seramiği, çamuru, çamur da seni. O sana seni gösteriyor, sen ona kendini. Hayat gibi…

Sanat deyince… Öğretilebilir mi?

Sanatta eğitime, öğretmeye karşıyım. İnsanın kendi üretmesi, düşünmesi, ortaya çıkarması, araştırması lazım. Ve okulların ya da öğretmenlerin yapabileceği bu konuda sonsuz açılım sağlamak olmalıdır. Belirli kalıplar içinde çalışmak demek aklını ve ruhunu sınırlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Ve hep dile getirilen şey; özgürlük. Sanatını özgür bir biçimde ifade edemiyorsan yaptığın şey sanat değildir, başka bir şey olarak kalır o zaman.  Sınır settir. Beyninde sınır varsa orda sanat yoktur. Malzeme bile kalıptır aslında. Yaratıcılık her koşulda bir şeyi ortaya çıkarabilmen için gereken tek şeydir bana göre. Fırçan bile olmasa yine resim yapabilirsin.

Senin yeteneğini ilk fark ettiğin zamanı hatırında mı?

İlk olarak resim kabiliyetim ilkokulda ortaya çıktı. Resim hocam yaptığım bir resmi görünce ‘’bu resmi sen yapmış olmazsın beni kandırıyorsun’’ dedi. Ailemi çağırdı. Ailem bile bana sahip çıkmadı. O gün çok uzun süren yıllar boyunca resim yapmayı bıraktığım gündür. Çok uzun yıllar fırçayı elime almadım. Kendimden bile şüphe duydum. Yeniden resim yapmaya başladığımda hayat hakkında bir fikrim vardı artık. Ne olduğumu ve ne olmadığımı biliyordum!

Birinin hesabına çalışmak bir sanatçı için çok daha zor olmalı?

Sanatta özgürlük o birinin hesabına çalıştığında ortaya nadiren çıkar. Kendi özgürlüğün yoksa sanatının da özgürlüğünden söz edilebilir mi? Ve aynen böyledir; özgür değilsin, olamıyorsun. Kafan rahat değil. Ortaya çıkaracağın esere bir fiyat biçilir. Çalıştığın ortam başkalarına aittir. Belki mesain vardır.  Bunlar da insanı rahatsız eder, huzursuz. Sınırlar çizilidir. Beyninde sınır varsa rahat olamazsın. Bir şey yapmak istersin. Koydukları sınırların dışına çıktığın için şaşırırlar. Bir mesai içinde tıkılıp kalarak ve fiyatın belli iken yaratıcılık asla istediğin gibi şekillenmez. Alınıp satılabilen şeylere ithaf olunan değer ortaya çıkacak olanı biçimlendirmiştir bile. Az zamanda çok işler ortaya çıkarman beklenir senden. Ve içinden gelmez asıl olan.

En güzel eserlerin ortaya çıktığında şimdiden başlangıca doğru neler hissedersin?

Bir ara savaş sanatları ile ilgilenmiştim. O zaman anladım; benim savunmam sanatımdı. Yaşamdaki hortumlara, çukurlara, insanı yutan çarklara karşı… Sanat ise yani bende ortaya çıktığı kadarıyla söyleyebilirim elbet. Buna göre arketip olan, ilksel olan, mitolojik olan ilgilendirdi beni hep.  Bir zamanlar insanlar taşlara, ağaçlara, rüzgâra, toprağa, güneşe taparmış.  Bugün de benim açımdan değişen bir şey yok. Ben hala tapıyorum. İnsan doğası aynıdır, o değişmedi;  sadece bozuldu! Bir Asya insanı ile bir Amerika insanı birbirinden habersiz aynı şeylere inanırdı. İnsan kökte aynı kaynaktan gelmiştir. Aynı şeye inanmıştır; bu ‘doğa’dır.  Doğanın gücüdür. İlk insan duvarlara yaptıkları ilk çizimlerle bunu gösterdi. Arketip olan aynıdır.  Ruhumda kadim zamanlardan, Pagan zamanlarından, Şamanî dönemlerden esintiler, esinler var. Çizimlerimde bunlar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Mitoloji her şeydir.

Her şeyin bir mitolojik kaynağı vardır. Bir çiçekte bile o kaynağa inilebilir. Mitoloji deyince akla Roma ya da Yunan mitolojileri geliyor. Bu eksiktir. Sümer mitolojisi, Şaman mitolojisi benim ilgilendiğim. Karakteristik olarak insan ilk doğduğu an biçimlenmiştir aslında. Benim biçimlenişimdeki etkilerde ortaya koyduklarımla yeniden doğuyor. Hayatın içinde yani bildik zaman algısı içinde kısılmış kalmış gibiyim. Yaşamayı bilinen anlamda normal insanlar gibi çok fazla sürdürebildiğim söylenemez. Ama resim yaparken ya da başka bir şey ortaya çıkarırken kendim oluyorum. Elime fırçayı aldığımda kaynağa iniyorum. Ve ortaya çıkanı beğeniyorum, beni yansıtışını…

Seramik gibi aslında her şey. Önce şekle gir, sonra piş. Pişince toprak, onu hiçbir şey bozamaz. Pişmemişse dışarıdan aldığı etkilerle çözülebilir. Pişmemiş olan eğer dışarıdan bir etki almazsa sürekli kalıcılığını korur. Daha özgün olur o. Buyur buradan yak. Hangisi? Pişmiş olanla pişmemiş olan farklıdır! Biri görüntüsü ve ruhu daha orijinal iken dayanıksız diğeri pişirildiği için boyandığı ve aslında ruhu ve biçimi başkalaştırıldığı için dayanıklıdır! Boya toprağı öldürür ama kimin umurunda!

Senin umurunda!

Evet. En azından aradaki farkı görebiliyorum. Toprak seramik halini alınca onu o orijinal haliyle nasıl koruyabilirim diye düşünürüm. Bu düşünce benim bakışımdır. Sırla yapıldığı zaman binlerce yıl toprağın ya da denizin altında bile dayanabilir. Sır madenlerin oksitlerinden oluşan doğal renklendiricilerdir; demir, manganez, çinko oksit gibi. Tüm madenlerin oksitleri ateşte piştiğinde değişik renkler alır. Demir kırmızı ama tonu fırının ısısına göre değişir. Ortaya çıkana baktığınızda boyanmış olan ile sır ile yapılmış olan arasındaki farkı birinin size anlatmasına gerek yoktur. Ancak işin imalatını kim biliyor! Her şey alınıp satılabilen bir meta haline dönüştürülmüş artık. Emek de öyle. Hal böyle olunca içimizdeki dünya ile dışımızdaki dünya arasındaki iletişim donuklaşıyor. Tıpkı bu garip dünyada varlığımızın donuklaşması gibi!

O arada toprağı küçük bir çömlek yaratmak üzere şekillendirmek istedim ben de. Ömer nasıl olacağını gösterdi. İlk denememde parçalamadığım için beğendi yaptığımı. Ardından bir de hali hazır bir vazoyu renkle biçimlendirmeye soyundum. Evet, sonu yoktu gerçekten de. Benimkisi ufak bir denemeydi. Her hamlede daha da değiştiği aşikârdı. Her şey bana bağlıydı! Ömer’e teşekkür edip atölyeden ayrıldığımda ilk defa çamura dokunmanın verdiği duygunun hoşuma gittiğini hissettim…

Söyleşi ve fotoğraflar: Selma Akar

26.07.2011