Ermenek, Daha önce hiç görmediğim yerleşim yeri. Kıyıda, köşede kalmış bir yer. İşi olmayanın geçmediği bir coğrafya. Günün ilk ışıkları ile birlikte yola koyuldum. Yol ki ne yol, macera dolu. Mut’tan Ermenek’e uzanan yolu manzara güzelliği az yerde bulunur türden.
Torosların bağrında, yüce kaya oluşumlarının hemen dibinde Ermenek’e uzanan bu yol, her gezginin yaşaması gereken görüntüler içeriyor. Benim yolum, Ermenek’in hemen girişinden ayrılıp baraj gölüne doğru gittiğinden şehir içini göremedim. Nisan ayının büyülü iklimi içerinde daha çok yer görmeliyim deyip baraj gölünden itibaren Anamur’a doğru tırmanmaya başladım.
Zeyre Pazarı
Ermenek-Anamur yolu üzerinde Kalkancı’ya varmadan Zeyre Pazarı isimli bir tabela gördüm. Yüce kaya oluşumları içerisinde Doğu çınarlarının sakladığı kadim bir pazar yeri ile karşı karşıya kaldım. Dört bir yandan gelen su sesleri eşliğinde çok sayıda kır lokantası ve kadim bir pazar yeri görüntüsü etkiledi beni. Mevsim bahar, dallarda çınar yaprakları yarım açmış durumda, sular patlamış daha ne olsun. Su kaynağını merak ettim. 200-300 metre yukarıda dediler. Ben de kaynağa doğru tırmanışa geçtim. Her tarafta kayalardan patlayan sular ve su kanalları içerisinde kısa bir yolculuk ile su kaynağına ulaştım.
Suların patladığı zamandır şimdi
Hani bir şarkı vardı Zülfü Livaneli’nin; ‘Harmanların savrulduğu zamandır şimdi’ diye. Birden aklıma geldi ve bende ‘Suların patladığı zamandır şimdi’ diyerek gezindim durdum. Sonra Sezen Aksu’nun ‘Mevsim değişir Akdeniz olur’ isimli eseri geldi aklıma. Bu eseri de ‘Sular akar çınarlar olur’ diye söylendim durdum. 700 yaşında tescilli anıt çınar ağaçları gölgesinde bulunmak keyif verici bir ortam oluşturuyor.
Çınar ağaçları gölgesinde
Meydanın kenarında bir çay ocağı vardı, yaklaştım selam verdim, tipimden, kıyafetimden, elimdeki makinadan yabancı olduğum her halimden belli idi. Bunları hiç biri olmasa, meraklı ve hayran bakışlarımdan yabancı biri olduğumu Anadolu inanı hemen anlardı zaten.
Ayılmak güç oldu Zeyre Pazarı’ndan. Kalkancı kasabasını geçtikten sonra çam ağaçları yerini sedir ağaçlarına bırakmaya başladı. Yükseldikçe ömrümde daha önce hiç görmediğim coğrafyalar sıra sıra karşıma çıkıverdi. Kayalıklar içinde bir ova, göğe değen dağlar, keçi sürüleri ve önümde sürekli yükselerek devam eden bir yol. Durup da bir fotoğraf bile çekmedim. Torosları anlatacak coğrafyanın içindeydim. Yolda araba bile yoktu. Bir ben vardım, hayalleri buluta değen oracıkta.
Sırası ile Çandır, Akpınar, Demiroluk yaylalarını geçtim. Artık buralar yayladıktan çıkmış kasaba olmuş durumdalar. Ama her ne olursa olsun bu coğrafya eşsiz…
Uzun ve dönemeçli bir inişin sonunda Kocaçay (Dragon) üzerinde bulunan Alaköprü’ye vardım. Yazıtı olmayan köprü, 14. yüzyılda Karamanoğulları tarafından yaptırılmış bir mimarlık harikasıdır ve halen kullanılmaktadır.
Anamur’a varınca ilk işim; daha önce hiç görmediğim Anemurium antik kentine bakıp çekim planı yaptım.
Yolculuğa çıkış sebebim olan asıl işime hemen dönüş yaptım. UNESCO Dünya Mirası adayı olan Mamure Kalesi’ne tam vardığım zaman yağmur yağmaya başladı. Bahar yağmuru erken bitti ve yağmur sonrası güzel görüntüler elde ettim.
Anamur’da yemek için çok seçenek var ama konaklama için belki de ülkemizin en güzel Öğretmenevi burada bulunuyor.
Metin ve fotoğraflar: İsmail Şahinbaş / Mersin’de Bahar -3
06.04.2024