Lahananın karasından, fasulyenin kurusundan bıktığım bir Ağustos ayıydı. Karadeniz’e Ağustos ayında gideceksin demişlerdi, ses etmemiştim Karadeniz’e Ağustos ayında gitmiştim. Uçak Trabzon’a indiğinde, yol ilk Akçaabat’a dönmüştü. Karadeniz topraklarında ki ilk öğle yemeğimde piyaz kılığında konmuştu önüme fasulyenin kurusu. Menü basitti, ya Akçaabat köftesi yiyecektin ya da yemeyecektin. Elde bu vardı hemşerim, Karadeniz’e hoş geldin. Çayın demlisini ilk o gün içtim. Laz böreği dediler, parça pinçik ettim. Egeliyim ya hani yufkanın içindeki muhallebiyi yedim. Siz demeyin ama ben deyim çok büyük hata ettim.
Akçaabat köftelerini yiyen yedi, yemeyenler aç kaldı, yol Türkiye’nin üç Ayasofya’sından biri olan Trabzon’un Ayasofya’sını gösterdi. 1200 yıllık eser üzerinde ki, Trabzon’da 257 yıl hüküm süren Komnenos Hanedanı’nın sembolü olan tek başlı kartal motifi selamlandı. Ardından bir araç dolusu İzmirli, 1937 yılında Ata’nın vasiyetini yazdığı Atatürk Köşkü yoluna tırmandı. Az soluklanıldı, bir telkâri atölyesi bulundu. Tabi hak verirsiniz ki bir sorgulama söylenme Midyat işi telkâri alınmadı, Trabzon kazaziyesi alındı. Turistliğin şanından geldi bir otobüs dolusu kadın boynuna kazaziye, bileğine de hasır bilezik taktı.
Gün geceye dönüyordu Kayabaşı Yaylası’nın yolu tutuldu. Akçaabat’a bağlıydı, Akçaabat ve köfteleri peşimizi ısrarla bırakmıyordu. Ağustostu falan ama hava buzdu. Temiz hava çarpmıştı, bir sıcak çorba içmek istedim akşam yemekte, önüme lahananın karasından bir çorba kondu, ses etmedim. Gönlüm hep hamsi istedi, lakin hamsinin de mevsimi değildi. O akşam lahananın karasını yemeyi kabul ettiğim ilk geceydi.
Yol uzundu, gezecek çok yayla, yenilmesi beklenecek çok muğlama vardı. Yollar dardı, ha düştük ha düşeceğiz diye beklediğimiz ama ne işse asla düşmediğimiz yayla yollarını tırmandık.
Soluğu Uzungöl’de aldık. İnanır mısınız, Kayabaşı’ndan sonra ufak bir şehir gibi gözüktü Uzungöl gözüme. Medeniyetten pek uzaktık. O gün üç öğün sütlaç yedim. Hayır, meşhur Hamsiköy sütlacını tadamadım ama paşa gönlüm Karadeniz topraklarında ki her sütlacın “ya rab” dedirtecek lezzette olduğuna inandı.
İlerleyen günlerde Çamlıhemşin’e, yani meşhur Fırtına Deresi’ne çıktık. Şükürler olsun ki Akçaabat’tan gitgide uzaklaşıyorduk, köfteye fena halde kafayı takmıştım. Ayder’de lokma yapan İzmirli bir usta buldum, ya da İzmir’de lokma yapan ama tatil için memleketine dönmüş olan bir usta, çok karıştırmaya gerek yok mevzuyu. Bir de bir darı yapıyorlardı vurdum koçanın dibine. Ayder güzeldi güzel olmasına da, Çamlıhemşin’de, ‘Bende sana çok uygun şeyler var ey yolcu’ diye seslenen bir mekân takılmıştı gözüme.
İsmi Moyy’du, Moyy Hemşince ‘çilek’ demekti, Hemşince diye bir dil vardı. Kalabalıktık bir girsek içeri kendime kurabiye bulamazdım, kimseye ses etmedim bir gün gelirim dedim, sütlacımı yedim. Bir yandan da içimden durmadan söylendim, “e be hemşerim en iyi pastacılar Hemşin’den çıkar derler, nerede bu pastaları yapan uşaklar” diye, mevsimden midir bilmem lafıma sözüme karşılık bir kâse fasulyenin kurusu ile ödüllendirildim. Samsun ve pideleri, Akçaabat ve köfteleri çok uzakta kalmıştı. O gece fasulyenin kurusunu yedim. Ayder’e çıkarken salkımlarda sallanan şeylere takıldı gözüm, kiviymiş en çok Karadeniz’de kivi yetişirmiş ama tahmin edersiniz ki mevsimi değildi, yiyemedim. Bu acının üstüne demli bir çay içtim.
Yol Zilkale’ye tırmandı ardından, kalenin dibinde ki uçuruma yerleştirdik kendimizi, tulum çaldılar dinledik.
Ertesi gün Sümela Manastırı yoluna düştük, yahu dağa manastır mı oyulur muymuş dedim içimden, oyulurmuş gözlerimi aça aça izledim. Sonra bir kelam çalındı kulağıma, ‘Yunanistan’a mübadele ile göçen Karadenizli Rumlar Veria Kenti’nde Sümela adını verdikleri yeni bir kilise inşa etmişler, her yıl Ağustos ayında tıpkı geçmişte Trabzon Sümela’da yaptıkları gibi yeni manastırın çevresinde geniş katılımlı şenlikler düzenlerlermiş’, yüzüme bir güzel gülümseme yerleştirdim.
Ertesi gün Batum’a geçtik, Sovyetler’den kalma yıkıntılar bir yana yemyeşildi Karadeniz gibi. Güzel bir hıngal (Gürcü mantısı) yedim, haçapuriyi de (Gürcü peynirli pidesi) kimselere yar etmedim, “ha uşağım bu komşular nasıl yapaylar bu yemekleri, olmuyor fasulyenin karası her Ağustos gecesi” diye iki kafiyeli laf ettim, ama malum el mahkûm kürkçü dükkânına geri teşrif ettim. O gece Rize’de kaldık, az aklı olan yaylaya çıkardı, ne Rize’si diye söylendim. Sabah kahvaltıda muğlama değil zeytin yedim.
O sabah Artvin’den Borçka’ya, Borçka’dan Karagöl’e uzandı yol. Karagöl pek güzeldi güzel olmasına da Artvin’de bir çocuk bir buket çiçek satıyordu pek pahalıya, neden diye sormuştum da dağın öte yanında topladım demişti. Almamıştım o çiçekleri, hata ettim.
Bakmayın geziyi dolandıra dolandıra anlatıyor gibi durduğuma, Karadeniz’in yolu zaten dolanmış gitmiş, inanır mısınız Rize’de uyandığım zeytin yediğim sabahın gecesine Erzurum’dan uçağa binerek son verdim. Karagöl’den inerken aşağı yol değişti, toprak değişti, insan değişti, dünya değişti. Bir Egeli olarak Erzurum’da o gece kim bilir kaç kilo cağ kebabı, kaç kilo kadayıf dolması yedim. İzmir uçağına bir bindim mis bir koku, herkes cağ kebabı paketletmiş, tek paketleten biz değilmişiz diye içim rahat etti. Ama şimdiki aklım olsaydı Akçaabat köftesini de yerdim. Moyy’un kapısını da çalardım.
Bir Ağustos ayında ya da boş verin paşa gönlünüzün istediği her hangi bir ayda Doğu Karadeniz’in yolunu tutun. Laz böreğinin yufkasını ayırmayın. Çayın demlisini için. Israrla lahananın karasını yiyin. Rica ediyorum Fırtına’da boğulayım demeyin. Yeni bir kafe açılmış, ‘Zua’ yine ‘Moyy’ gibi Çamlıhemşin’de, meringue yapıyorlarmış Ayder Frambuazı ile çok özlediyseniz yok yapamıyorum espressosuz derseniz bir fincan için. Karagöl’de sise bile denk gelseniz bekleyin dağılır, her sis illaki dağılır hemşerim. Sümela’da otururken çokbilmişlik yapıp göçen Rumların özlemini anlatın etrafınıza. Bir çocuk bir buket çiçekle yaklaşırsa yanınıza alın o çiçeği. Kuzineden çıkan patatesin kıymetini bilin. Muğlamanıza ısrarla bol tereyağı isteyin. Tam buğday ekmeği yok mu dayı diye söylenmeyin, mısır ekmeğini yiyin. Çok isterse gönlünüz meşhur Rize bezlerinden alın ama asıl Hemşin kadını gibi Puşi bağlamayı öğrenin.
Ha bir de görürseniz ki illa ki görürsünüz, Akçaabat köftesine de benden bir selam söyleyin.
Metin ve fotoğraflar: Buse Ünal
29.08.2016