DÜZGÜN BABA

Başına bir hal gelirse,

Dağlara gel, bağlara gel.

Seni saklar, vermez ele,

Dağlara gel, bağlara gel.

On yedinci yüzyılın ikinci yarısıyla 18. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı bilinen ünlü bir halk şairi.

Bu canım aşka düşeli,

Aşk odu ile pişeli

Yeşil dağlar menevşeli,

Dağlara gel, bağlara gel.

Görevi gereği Anadolu ve yakın coğrafyaları gezen, sevilip sayılan, örnek alınan bir ulu ozan;

Gevherî düşmüş dillere,

Diyar-ı gurbet illere,

Billahi vermem ellere,

Dağlara gel, bağlara gel..

Dinlerken nasıl mutluluk verir, taşar heyecanım yüreğimden. Seslendiren grubun yorumuna hayranlıkla ve içtenlikle eşlik ederim. Dağlar ses verir sanki yankılarıyla. Kültür yolculuğumuz devam ediyor tüm hızıyla. Yalnız dağlar, yaylalar, gözeler, vadiler değil gönüllerimize seslenen Düzgün Baba, Munzur Baba, Ana Fatma da. Dersim coğrafyasında 2018 Ekim ayında, ‘sevgi ile öğrenmeye’ kadim topraklarda demlenmeye devam ediyoruz.

Çengel boynuzlu yaban keçisi, ur keklik gibi yöreye özgü nadir türler değil yalnızca; dağ koyunu, tilki, boz ayı, kurt, sincap, kirpi de ses verir bizlere. Duymak istersek, duyarız. Kalp gözümüz açıksa, görürüz tüm bu güzellikleri. Munzur Vadisi Milli Parkı; bu birkaç kelimenin ardında kim bilir neler saklı?

Evrensel değere sahip, jeolojik ve fizyolojik ölçekte zengin biyoçeşitliliği nedeniyle 1971 yılında 42 bin hektarlık alan milli park olarak ilan edilmiş. İl merkezinden 8 kilometre uzakta başlayan park, vadi boyunca Munzur Dağları’na kadar uzanıyor. 3300 metreye kadar yükselen Munzurlar, Mercan ve Munzur Suyu vadileri ile bölünüyor. Ovacık düzlüğüne gelindiğinde, kaynayan gözeler, minik şelaleler peyzajı ilgi çekici örneklerle süslüyor. Ülkemizde doğal yayılışı çok az olan ‘Huş Ağacı’ pek çok noktada karşımıza çıkıyor, Sibirya’da geniş coğrafyada yer alan bu türden, çok farklı hediyelik eşyalar, resimler yapıldığını anımsıyor, bunu arkadaşlarımla da paylaşıyorum. Belki yöreye katkı sağlayan bir değer olur umudumu koruyorum. Doğal ormanın büyük kısmı meşe ağaçları ile kaplı. Vadi tabanında ceviz, kızılağaç, dişbudak, akçaağaç, çınar, kavak, söğüt, asma, çalı türlerinden meydana gelen zengin bir bitki örtüsü görülüyor. Sarp ve dik yamaçlar ise hüzünlü ve yalnız görünüyor gözüme.

Mercan Suyu’nu da alan Munzur Vadisi, kırmızı alabalıklarının yuvası. Parkta tespit edilen 1518 farklı bitki türü var. Bu da florasının ne kadar zengin olduğunu, ne kadar özel bir coğrafyada olduğumuzu gösteriyor. Üstelik bunların 108 çeşidi endemik, yani yalnızca bu bölgeye ait. 17 tür ise Munzur Dağları ile sınırlı. Fotoğraflarla başlayan hayranlığım, hakkında bilgiler edindikçe boşuna derinleşmedi. Dağlar sakladılar yüzyıllar boyu bu eşsiz hazineleri, yöre insanı da kutsal saydı dağları, dağların çocukları olan yaban hayatını ve korudular ormanları, şükürler olsun. Milli parkın kuzeyinde Şahverdi Köyü’ne yakın 1636 rakımlı Kale Tepe bölgesinde arkeolojik bölge, birinci derece sit alanı olarak koruma altında.

Rıza Kenti Mümkün mü?

Sosyoloji dalında akademisyen bir hanımın sohbetine internet üzerinden ulaştığımda, ne çok doğruya işaret ettiğine yeniden tanık oldum; ‘Bireylerin çıkarları, toplum çıkarlarının önüne geçtikçe, ‘benmerkezci’ yaklaşım ile empatiden yoksun fertler arttıkça, cinsiyetçi, ayrımcı yaklaşımlar artıp, güçlendikçe birbirimizden daha çok kopuyoruz. Daha çok kazan, daha çok tüket ilkesi ile hareket eden kitlelerin yanında çok sayıda yoksun da var. Kentte, tehlike var!’

Ancak inandığım bir gerçek daha var. Sevgi, umut en güçlü panzehir. Bunları yüreklerinin derinlerinde saklayan milyonlar olduğunu da biliyorum. Yaklaşık dört yıl önce sabahın erken saatlerinde cep telefonumdan, işyerimizi su bastığı haberini aldığımda yaşadığım telaş ve heyecanı hatırlıyorum. Tüm arkadaşlarımız seferber olup, zararı en az seviyede tutmaya, verileri korumaya çalışırken bir koca yürek yanımıza geldi. İş planımızı değiştirmemiz bu olağanüstü durumdan hızla çıkmamız gerekiyordu. Tesadüfen orda olduğuna inanmıyorum, olanları düşündükçe. Sırtını dönüp gidebilirdi, bazılarının yaptığı gibi homurdanabilirdi, gereksiz ve anlamsız sorularla stresimizi katlayabilirdi. Yapmadı, biz ilgili bazı birimlerle yardım için iletişim kurmaya çalışırken, O çoktan bizim yanımızda yerini almış, gönül hanemize ismini çoktan yazdırmıştı.

O, Munzur Baba’nın ya da Düzgün Baba’nın kadim öğretisinin günümüzdeki yansımasıydı.

O, Ali Baba idi.

O, iyi ki vardı.

Dersimli kimliği ile hayatıma giren onlarca dosttan yalnızca biriydi, saygı ve sevgi ile yaklaşan büyük şehirlerin kirletemediği ender insanlardan. Neden böyle diye başlayıp, sorularımın yanıtlarını aldıkça gönül bağımı güçlendiren geleneksel öğretiler, kadim değerler.

Yüzlerce kitap, binlerce makale, görsel yayın bulursunuz bu bölgeye dair. Hangisi kalbinize yakınsa oradan başlarsınız dalar gidersiniz, bu sırlar deryasına. Elbette her yönünden bakarsınız, sonu gelmez bir merakla oradan oraya kanat açarsınız sınırsız gökyüzünde.

Örneğin; Xızır, Duzgi, Munzur gibi evliyaları duyarsınız. Bu sır sahiplerinin eriştikleri makamda insanları kollayan, gözetleyen kutsal kişiler olduğunu öğrenirsiniz. Bölgede oldukça yoğun ziyaret mekânlarında, onlar adına niyaz dağıtma, kurban kesme veya oruç tutma ritüellerine tanık olursunuz. Xızır’ın kılık değiştirerek insanlara âyan olduğu inancı da yaygındır. Dersim bağrında ‘Ocaklar’ barındıran bir özel bölge. Kişiler arasında, toplumsal düzen ve kardeşlik adına sistematik bir örgütlenmenin yüzyıllara uzanan kenetlenmiş hali. Ne kadar bilgilenirsek hep eksik kalacağımız, okyanusta bir damla olacağımız engin kültür ve inanç dünyası. Sadece bir mola ile derin nefesler aldığımız, huzurla çerağlar yakıp, başka boyutlara geçtiğimiz duraklar değildi buralar tabi ki, bunun çok ötesinde idi hissettiklerimiz.

Uğradığımız bir kutsal mekân, Ana Fatma ziyaretgâhı idi. Kemere Duzgi Dağı’nda adına oruç tutulan, aynı zamanda ay ile özdeşleşen, ismi üstüne yeminler edilen tarihsel kişiliktir. O, peygamber kızı, İmam Ali’nin eşi, İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in annesidir. Temiz bir soy, bereketlilik, masumiyeti temsil eder. Özellikle dolunay çıktığında, eller ona dönük halde dilekler dilenir, çocuklar için dua edilirken ismi söylenir.

Her insanın, gökyüzünde bir yıldızı olduğuna inanılır. Sizin yıldızınız hangisi, hiç düşündünüz mü?

Birçok su kaynağı, kutsal mekân olarak görülmektedir. En önemlisi Munzur Baba Ziyaretgâhının olduğu bölge olarak biliniyor. Raa Hakk (Hakk’ın Yolu) söyleminde toprak ile birlikte sır olarak nitelenen ikinci madde, dünyadaki yaşamın iki kaynağından biri, sudur. Yağmur, rahmettir. Doğumla başlayan hikâyemize su sıklıkla yarenlik eder.

Dersim (Tunceli) etrafını duvar gibi saran dağlar ve sarp arazi, tarihin çeşitli devirlerinde yörede kurulan devletlerin hiç birine tam olarak egemenlik tanımamış, kendine sığınanı da koruyup kollamış.

Milan Kundera, ‘Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ kitabının muhteşem yazarı. “Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile özgürce ortaya çıkarabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş, gözlerden uzak sınavı) onun merhametine bırakılmış olanlara davranışlarında gizlidir; hayvanlara.

Nietzsche ve Dostoyevski, insanların anlam veremedikleri merhametsizlikleri karşısında çaresiz kalıp, insanlardan uzak durmayı tercih etmişler. Alman edebiyatçı, doğa bilimci J. W. Goethe bu çaresizliği şöyle tanımlar; “Dünya, hassas kalpler için bir cehennemdir.”

Tüm doğaseverlerin son dönemlerde üzülerek takip ettiği, orman yangınları ile kaybettiğimiz binlerce hayvan ve ağaç var ne yazık ki. Bunun yanında, ülkenin dört bir yanında bu çığlığa kulak veren onlarca isimsiz kahraman da var tabi ki.

Yaban hayatında, nesli tehlikede olan-olmayan yine yüzlerce canlı, kaçak olan-olmayan avcılar tarafından zalimce yok edilmeye çalışılıyor. Ülkenin vicdanı kabul etmiyor, kutsallık atfedilen ve doğanın çocukları olarak bilinen bu canları şefkat, sağduyu ve sevgi koruyacak, biliyorum..

Dersim yolculuğumda yolumun kesiştiği tarihi kişiliklerden biri, Sıdıka Avar. Cumhuriyetin ilk yıllarının korkusuz, yılmaz, şefkatli öğretmeni. ‘Dağ Çiçeklerim’ kitabını okurken o dönem tarihine, köylerine, sağlıktan, eğitime, siyasetten, bürokrasiye gerçek bir yolculuk yaptım. Hakkında yazılan çok sayıda eleştiriyi de okudum. Salt gerçek yoktur, her yönü ile değerlendirmek için farklı kaynakları elbette okumaktan yanayım. Vicdan terazisi, adaleti sağlasın dilerim. 1940’lı yıllarda Elazığ, Bingöl ve yeni ismi ile Tunceli illerinde çalışır. Kız çocukları özellikle eğitim ve öğrenim vermeye çalıştığı gruptur. Günler süren yolculuklarını yazar ve bir kısmı elimize derlenmiş olarak ulaşır. Okuduklarımdan, çarpıcı bulduğum noktaları sıralamak isterim; Tek başına dağlardan geçen bir kadın, yanında erkek muhafızların olduğu bir kadından daha emniyettedir.

Gece yarıları kuş uçmaz, kervan geçmez dağ yollarında bazen hiç kimse olmadan yanında, yolculuk etmek genç öğretmen için zor, ancak emniyetlidir. Bazı bölgelerde yaptıkları yadırganır, hatta öldürülme riski ile karşı karşıya da kalır. Ancak, civar halkı iyi tanıyordur. Selam verdiği, suyunu içtiği, yemeğini yediğinden zarar görmeyeceğini bilir, hatta düşmanca davrananın evinde bir gece yattığı zaman artık aradaki uçurumlar kapanacaktır. Kızgın ahaliyi sakinleştiren ve O’ na zarar vermek isteyenlere, bir aşiret reisi şöyle seslenir ; “Yalnız bir kadına dokunmak, hayatına kastetmek sadece köyümüze değil, bütün dağlara hayatlarımız boyunca giderilemeyecek bir uğursuzluk saçar. Aklınızı mı kaçırdınız siz?”

Sıdıka Öğretmen bazen aç, susuz, umutsuz kalır. Tanık olduğu üzücü olaylar kadar, hayatlarına ışık tuttuğu küçük dev yürekler de vardır yaşamında. Bölgeden ayrılırken gözyaşları içinde kendisini yolcu etmek için gelenlere seslenir; “Ey Mastarların, Hazarların, Gölcüklerin, Muratların ülkesi Elazığ. Ey bağlarında tat, dağlarında buzlu sular kaynayan yeşil ulu ovaların evlatları. Ey Tunceli ve Bingöl’ün göklerle yarışan çetin dağları, bağrını bin

bir haşaratın kemirdiği boynu bükük ormanları. Ey zümrüt vadilerin çileli yiğit çobanları ve mert insanları, hepinize gönül dolusu selam, sevgi ve saygılar…

Ey saadetine sevinç, dertlerine gözyaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım! Kalbimde sizin için burcu burcu tüten saadet ve bereket dilekleri köyünüze, komünüze Allahın rahmeti gibi yağsın ve mesut olun!”

Okurken, siz de etkilenecek ve öğreneceksiniz. Bazen hayretler içinde, bazen hüzünle dolaşacaksınız tarihin tozlu ve acımasız sayfalarında.

Âşık Davut Sulari’nin sözleri gibi sevgi dolu olsun Munzur’un akışı;

Hayran oldum bakakaldım yüzüne

Sürme değil rastık çekmiş gözüne

Hıçkırarak başım koysam dizine

Saçım okşa gönlüm al başın için..

 

Ya da bir başka Zaza asıllı halk ozanı Âşık Daimi gibi umut dolu

Kırklar Dağı’ndan seslensin bulutlara;

 

Ne ağlarsın benim zülfü siyahım,

Bu da gelir bu da geçer ağlama.

Göklere erişti figanım, ahım,

Bu da gelir bu da geçer ağlama..

 

Dağa, taşa, kuşa…

Niyazları ve lokmalarını paylaşan tüm dostlara…

Okumakla, dinlemekle, özlemekle bitmeyen

Kadim topraklara…

Selam olsun Can’lara

Düzgün Baba’nın tüm çocuklarına…

 

Metin ve fotoğraflar: Dilek Mumcu Çağlar

05.02.2019