Aşırı erozyonun kontrolü için gereken değişik tarım yönetmeleri ancak çiftçilerin kendilerince uygulanabilirse de, erozyon kontrolünü sağlamak, birçok nedenden ötürü hükümetlerin katılımını da gerektirmektedir. Her şeyden önce çiftçilerin çoğu, topraklarındaki erozyonun aşırı düzeyde olup olmadığını kolayca ayırt edememektedirler.
Toprakta, zamanla meydana gelen kayıpların ölçülebilmesi bilimsel teknikler ve cihazlar, erozyonun aşırı düzeyde olup olmadığının belirlenebilmesi için de söz konusu tarım arazisinin kabul edilebilir erozyon sınırları hakkında bilgiler gereklidir.
Hükümetlerin katılımını gerekli kılan bir başka neden de, çiftçilerin bireysel olarak güçlerinin, gerekli koruma yöntemlerini uygulamaya yetersiz olabilmesidir. Çiftçiler için bireysel olarak kârlı olmayacak bir koruma yatırımı, toplum çıkarları bakımından anlamlı olabilmektedir. Toprak erozyonunun siltasyon birikimi yüzünden barajlar, hidroelektrik santralleri ve suyolu taşımacılığında yol açacağı kapasite düşüşleri gibi, tarım dışı alanlarda ülkesel düzeyde uzun dönemde oluşacak toplam bedelini ancak hükümetler hesaplayabilir.
Toprak erozyonun ciddi bir tehdit olarak kabul edildiği ülkelerde, hükümetlerin atması gereken ilk adım, toprak kaybının boyutlarını özenle hesaplamaktır. Ancak böyle bir envanter yapıldıktan sonra, ulusal maliyet-yarar hesapları yapılabilir ve uygun koruma programları hazırlanabilir. Örneği, ABD’deki kadar geniş tarım alanlarına sahip olan ve toprak kayıpları ancak kaba tahminlere dayanan Hindistan’da, ülke çapında kapsamlı bir toprak envanteri hazırlamanın yaklaşık 30 milyon dolara mal olacağı tahmin edilmiştir ki daha akılcı politika üretimine yapabileceği katkıya oranla bu, gerçekten küçük bir bedeldir.
Pek çok hükümetin, toprak erozyonuyla arazi verimliliği arasındaki ilişki konularında, bugün sahip olduklarından daha fazla bilgiye gereksinimleri vardır. ABD’deki Ulusal Toprak Erozyonu-Toprak Verimliliği Araştırma Planlama Komitesi’ne göre “Bu tür denemeler pahalıdır ve uzun süreyi gerektirmektedir. Oldukça yavaş giden bir sürecin etkilerini değerlendirebilmek için uzun yıllık verilere gereksinim vardır.
ABD Toprak Koruma Dairesi Ulusal Araştırma Komitesi, erozyon – verimlilik ilişkisine, üst düzey öncelik tanımıştır. Tarım Bakanlığı’nca geliştirilip ‘Erozyon – Verimlilik İlişki Hesaplayıcı’ diye adlandırılan bir model, erozyonun gerek fiziksel süreci, gerekse ekonomik sonuçlarını değerlendirmek amacıyla tasarlanmıştır. Çeşitli toprak kaybı düzeylerinde, gerçek ve potansiyel ürün verimleri arasındaki oranı ortaya çıkaran ‘Verimlilik Endeksi (PI)’ ABD’nin ana üretim bölgelerinde uygulanmış ve Nijerya, Meksika, Hindistan ve Hawaii tropikal topraklarında denenmeye alınmıştır. Verimlilik indeksi üzerindeki uluslararası çalışmaları koordine eden bilim adamları ‘Toprak türlerinin, dünya üzerindeki dağılımı ve erozyon miktarlarını içeren bilgilerin ve Verimlilik İndeksi’nin (PI) kullanımı sayesinde, erozyonun dünya genelindeki etkisinin hesaplanabileceği’ sonucuna varmışlardır. Ancak, dünya toprak türlerine ilişkin gerekli bilgilere sahip olmak, yıllarca sürecek zorlu bir veri toplama sürecini gerektirmektedir ki, bu tür bir çaba, dünyada henüz yeni başlamıştır.
Toprağın, yeterli kaynaklarla korunması amacıyla hazırlanmış programlara halkın desteğini harekete geçirebilmek için sorunun boyutları ve çeşitli sonuçları konusunda yaygın bir halk eğitimi gereklidir. Toprağın korunması gerektiğini gösteren bilimsel bulgular yeterli değildir. Toprak bilimciler, ABD’deki gibi ayrıntılı bir ulusal eylem planı hazırlayabilseler de, bu planın bütçesi ve yönetimi için gereken siyasi desteği sağlayamazlar. Bu noktada, ulusal siyasi liderlerin de konuya katılımı gerekir.
Bu tür bir katılımın belki de en iyi örneği, ABD’de Franklin D. Roosevelt’in Başkan ve Henry Wallace’ın da Tarım Bakını olduğu otuzlu yıllarda yaşanmıştır. O yıllarda ABD belki tarihindeki en ciddi ekonomik kriz içinde bulunmasına karşın, Roosevelt ve Wallace, Amerikan Kongresini, Tarım Bakanlığı bünyesinde kapsamlı bir toprak koruma programının yönetiminden sorumlu yeni bir birim olan Toprakları Koruma Dairesi için ödenek ayırmaya inandırabilmişlerdir. Roosevelt, büyük ovalarda (Great Plains) rüzgâra karşı koruyucu ağaç kuşaklarının dikimi için gerekli krediyi övünçle alabilmiştir.
Toprak erozyonun giderek hızlandığı dünyamızda, gıda güvenliğini hedef alan bu tehdide karşı başarılı önlemlere girişmiş olan ülkelerin sayısı pek azdır. Kenya, erozyona karşı etkili tavır alabilmiş bir Üçüncü Dünya ülkesidir. Kenya’nın izlediği program, aslında bu ülkenin, 1972 yılında Stockholm’de yapılan, BM Çevre Konferansı için hazırlamış olduğu ülkesel rapora dayanmaktadır. Kenya hükümeti, bu ulusal çevre değerlendirmesini yaparken, toprak erozyonunun ülkede o güne değin karşılaşılan en ciddi çevre sorunu olduğunu görmüştür. Konferans sonrasında Kenya hükümeti, İsveç’ten yardım isteminde bulunmuştur.
Buna yanıt olarak İsveç Uluslararası Kalkınma Kurumu, Stockholm Üniversitesi’nden, toprak yönetiminde uzman olan coğrafya profesörü Carl Gösta Wenner’i, Kenya Hükümeti’ne danışmanlık için görevlendirmiştir. Seçilen bazı topluluklardaki çiftçilerin yardımıyla Prof. Wenner çeşitli yerel projeler hazırlamış, bu projeler, 1974 yılında uygulanmaya başlamıştır. Toprak koruma amaçlı ve deneme niteliğindeki bu çalışmalar, birkaç yıl içinde ulusal bir programa dönüşmüştür. Bu çerçevede, 1983 yılı ortalarına kadar, toprak ve su yönetimi konusunda 1.300 tarım görevlisi ve 3.500 teknik asistan yetiştirilmiş, 50 fidanlık kurulmuş 127 bin meyve ağacı ve 3,5 milyon yakacak ya da yemlik ağaç fidanı çiftçilere dağıtılmıştır. 100 bin çiftlikte teraslar yapılmıştır. Çiftçiler ise toprağı sürükleyici yüzey akışlarını azaltmak ve önünü kesmek için toplam uzunluğu yaklaşık 10 bin kilometreyi bulan önleyici hendekleri kendileri yapmışlardır. Kenyalı yetkililer, bu uzunluğun İsveç ile Güney Afrika arasındaki uzaklığa denk olduğunu hemen tümüyle çiftçilerin bireysel girişim ve emeğine dayanan bir ülke için bunun küçümsenmeyecek bir kahramanlık olduğunu övünçler belirtmişlerdir.
Prof. Wenner, Kenya’daki bu programın başarısına katkıda bulunan çeşitli öğeleri doğru saptamıştır. Her şeyden önce Wenner, çiftçilerin kendi başlarına neleri yapmak istediklerini ve yerel olanakları kullanarak neleri başarabileceklerini onlarla birlikte ortaya koyabilmek için daha programın tasarım aşamasına çiftçilerin de katılımını sağlamıştır. Teraslar son derece basit olup, çoğu kez birkaç fıt (1 fıt: 30,52 cm) genişlikte ve eğime dik olan sürülmemiş şeritlerden ibaretti. Toprak ve su koruma yöntemlerinin benimsenmesi ise, ürün verimlerindeki artışın kısa dönemde gerçekleşmesinden kaynaklanmıştır. Teraslama sonrasında ürün verimlerinde görülen artış, bu yöntemle sadece toprağın değil, içindeki su ve bitki besin maddelerinin de korunduğunu açıkça göstermiştir. Toprağın korunması gerektiğini kabul etmenin ve buna ilişkin programı hazırlamanın yanı sıra, Kenya hükümeti iki temel girdiyle daha destek sundu. İlk olarak terasların suyun uygun denetimini ve tutulmasını sağlayacak biçimdeki terasların yapımına yardımda bulunmuştur. İkinci olarak da çiftçilerin yakacak ve köy yapıları için kereste olarak ya da sığır beslemede kullanabilecekleri ağaçların fidelerini dağıtmıştır. Ayrıca teraslarda yetişebilen yemlik buğdaygil otları biçilip ücretsiz olarak çiftçilere verilmiştir. Yem olarak biçilebilen ota ve yemlik ağaçlara sahip olmanın bir avantajı, çiftçilerin ahır besiciliği yapmalarına olanak vermesi olmuştur. Bu yöntem sığırların başıboş otlarken yörenin bitki örtüsüne verdiği zararı azalttığı gibi, ahır besiciliğinde biriken hayvan gübresini daha sonra ürünleri için kullanabilme olanağını da çiftçilere sağlamıştır.
Prof. Wenner ayrıca, ‘Çiftçilerin çoğu, meyve ağaçlarına ilgi duyduğunda, evlerin çevresine, teras kenarlarına, hendeklere, yol ve su kenarlarına, eğimli ve kayalık yerlere, yüzlek topraklara ve rüzgâr kesen şeritlere dikebilmeleri için her çiftçiye yılda örneğin 5 meyve ağacı ve öteki türlerden 20 ağaç fidanının verilebileceğini’ belirtti. 43 Kenya örneği, maddi kaynakları ve yerel halkının becerileri kısıtlı olan bir Üçüncü Dünya Ülkesinin, sağlanan çok küçük bir dış destekle, etkili bir ulusal toprak ve su koruma programı hazırlayıp uygulayabileceğini göstermektedir. Başarının anahtarı, hem uzun, hem de kısa dönemli ve açıkça görünen ekonomik yararları içeren bu programın tasarım aşamasına, yerel halkın katılımının sağlanmasıdır. Bu başarının önemi, Kenya’nın çok ötesine taşmaktadır. Çünkü bu örnek, kaynakları kısıtlı olan benzeri öteki ülkelerin de gereken öncülük sağlandığında etkili önemler alabilecekleri anlamını taşır.
Kenya programı, başka hükümetlerce de başlatılması gereken uzun dönemli yükümlülüklerin niteliklerine de ışık tutmaktadır. Programın yayın elemanları, 1980 yılında, koruma programındaki gelişmeleri yılda 3.035 bin çiftliğe ulaştırabiliyordu ki bu Kenya topraklarının tamamının 25 yıl içinde istikrara kavuşturabileceği bir orandır. Programda görevli personel sayısı artırılsa bile, Kenya topraklarının kapsamlı biçimde korunduğu bir orana ulaşabilmek için en az 15 yıl gerekecektir; bu süre içinde, Kenya nüfusunun yaklaşık iki katına çıkması beklenmektedir.
Giderek büyüyen toprak erozyon tehdidi karşısında başarısız olan programlardaki eksik öğe, bilinçli bir siyasi istençtir. Geçen kuşak döneminde birçok ülke, gıda sıkıntısı çekmeye başlamış, fakat bunlardan pek azı, gıda açıkları ve erozyonla yitirilen toprakları arasında bir ilişki kurabilmiştir. Birçok ülkede insanlar gıda fiyatlarındaki artışın farkında olsalar da, bunların büyük çoğunluğu bu artıştaki temel nedenleri bilmemektedir. Toplumda ulusal bir toprak koruma ahlakı oluşması için toprak kaybının, verimliliğin azalması ve sonuçta gıda fiyatlarının tırmanmasıyla özdeş olduğu biçiminde bir anlayışa gereksinin vardır.
Nüfusunun büyük bölümü kırsal kesimde yaşayan, okur-yazar oranı ve yaşam düzeyinin çok düşük olduğu ülkelerde, toprak koruma konusuna halkın yeterli ilgi göstermeyişinin temelinde başka nedenler de vardır. Üçüncü Dünya ülkelerindeki köylerin çoğunda, bugünü kurtarmak için yaşam savaşı veren çiftçilerin, geleceği düşünme fırsatları hemen hiç yoktur. Hindistan’da, B.B. Vohra, “Bilgili bir kamuoyu yaratmak, bugünden yarına gerçekleşecek bir özlem değildir. Cehalet, tembellik ve bilinçsizliği kökünden kazımak için, özenli, sabırlı ve çok kapsamlı çalışmaların yapılması gerekmektedir” demiştir.
Günümüzde, çiftçileri toprak erozyonuyla savaşa özendirecek tek yol, hükümetlerin, teraslama, eğime dik tarım, şeritvari ekim, örtücü bitki yetiştirme, ürün ekim nöbeti, nadasa bırakma ve rüzgâr şeritleri dikme gibi gerekli önlemlerin masraflarını paylaşmaya istekli olmalarıdır. Dünya Bankası’ndan bir yetkili, Banka’nın 9 milyar dolar olan yıllık kaynaklarının tümü, toprak korumaya aktarılsa bile, miktarın dünyadaki erozyondan etkilenmiş toprakların ancak çok küçük bir bölümünü kapsayabileceğini belirtmiştir. Bazı ülkelerde, yalnızca toprakların yerinde tutulabilmesi için gerekli bütçe, ülkelerin tüm tarım için ayırdığı bütçeyi fazlasıyla aşmaktadır.
Toprak mülkiyetinin devlete ait olduğu ve toprak yönetiminden, doğrudan devletin sorumlu bulunduğu sosyalist ekonomilerde, yönetimdeki kişilerin, tarım biliminin temel konularında eğitilmeleri gerekmektedir. Siyasi liderler, ülkelerinin uzun dönemdeki güvenliğinin, tarım alanlarının korunmasına bağlı olduğunu anlamadıkları sürece, liderlik dönemi için gerekli yükümlülükleri üstlenmek ve etkili bir koruma programını destekleyecek bütçe kaynaklarını bulmak güçleşecektir.
Toprak kaybının kökünü kesecek başarılı girişimlerin ortaya çıkmaması durumunda, erozyonun ilk sosyal etkileri, büyük olasılıkla Afrika’da özellikle çocuklarda şiddetli açlık ve artan ölüm oranları biçiminde kendini gösterecektir. Afrika’nın rekor düzeydeki nüfus artış hızı ve şiddetli erozyonu ve bu iki soruna karşı etkili önlemler alınmamış olduğundan, bu kıtanın, giderek yaygınlaşan bir küresel krizin ön cephesinde yer alacağı kesin gibidir. Tehlike yalnızca toprakların değil, yaşamın kendisinin alçalmasıdır.
Tarih içinde toprak erozyonu, yerel bir sorundu. Eski çağlarda, gıda sistemleri çöken uygarlıklar kendi başlarına yok olurlardı. Ancak, 20. Yüzyılın sonlarının bütünleşmiş küresel ekonomisinde gıda,- petrol gibi – küresel bir maldır. Bir yerin üst yüzey toprağındaki aşırı kayıplar, sonuçta her yerin gıda fiyatlarını etkiler.
Toprak Erozyonu
Worldwatch Enstitüsü Raporu 60, 1984 | TEMA Yayın No:5, 1996