O hiç şüphesiz her bir özelliğiyle ayrı gurur duyduğumuz ve sonsuza kadar da gurur duyacağımız ‘mükemmel bir lider…’ Türkiye’ye ‘hiç ayak basmamış’ ABD’li psikiyatr Prof. Arnold M. Ludwig’in ‘King of the Mountain’ adlı kitabı ile başlamak istedim yazıma.
Ludwig, 20. yüzyılda tüm dünyada ülke yönetmiş ‘iki bin’ kadar lider hakkındaki ‘18 yıllık’ araştırmasının sonucunda 377 belli başlı devlet adamı / lider tespit etmiş ve 200 kadar değişik değerlendirmeye göre onlara 1‘den 31‘e kadar puan vermişti. ‘Sadece bir lider’ 31 puanla ve ‘Visionary (Düşsel)’ sıfatıyla, 20. yüzyılın ‘gelmiş geçmiş en büyük’ devlet adamı / lideri unvanına hakkıyla lâyık görülmüştü. O lider de ‘Mustafa Kemal Atatürk’tü…
Sadece bizim değil ‘dünyanın’ önünde saygıyla eğildiği bir lider… Atatürk; siyasi, idari, askeri konularda son derece üstün özelliklere sahip, zeki bir liderdi. Sanata ve bilime verdiği önem onu daha da üstün kıldı. O aldığı tüm kararların fayda-zarar sonuçları üzerinde ‘incelikle’ düşünen duygusal zekâsı yüksek, ‘insancıl bir lider’di. Ve beni derinden etkileyen bir başka meziyeti: O ‘doğasever bir liderdi’…
Onun gerçek bir doğasever olduğunu anlatan onlarca hikâye var. Bunlardan biri: ‘Yürüyen Köşk’ hikâyesi… 1929’da Atatürk için yazlık bir köşk inşa edilir. Yalova Atatürk Köşkü… 1936’da köşkte bulunan Atatürk, bahçede bulunan çınar ağacının dallarının köşk pencerelerine zarar vermesi nedeniyle kesileceğini öğrenir. Ağacın tek bir dalının zarar görmesine içi el vermeyen Atatürk başka bir çözüm yolu bulur. ‘Ağaç kesilmeyecek, köşk ağaçtan uzaklaştırılacaktır.’ Binanın temelleri açılır; altına raylar döşenir; köşk kaydırılır ve ağaç kesilmekten kurtulur…
O her zaman zor işlerin adamıydı. ‘En az zarar’ ve ‘en büyük faydayla’ mükemmel sonucu elde etmek için ‘zor yöntemlerden’ asla kaçmadı. ‘Kolaycı’ bir zihniyete asla sahip olmadı…
“Ağaç, çiçek ve yeşillik medeniyet demektir. Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör insan bile yeşillikler arasında olduğunu fark etsin. Son arzum yeşillik ve ağaçtır” diyen doğasever liderimiz 1925 yılında Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği’nin kurulmasını sağladı. Kendi elleriyle söğüt ve çam ağaçları dikti.
Bir başka hikâye… Atatürk Orman Çiftliği’nin doğusunda kalan Söğütözü Korusu’nu çok sevdiği için bir sohbet sırasında “Ah şurada bir kulübem olsa; ama kulübe yapılırken buradaki ağaçlar ne olacak?” Diyor. Etrafında bulunanlar “Aman Paşam. Bunlar söğüt ağacı. O gönülsüz ağaçtır. Söker başka yere dikeriz. Mutlaka tutar” diyorlar. Atatürk bir an düşünüyor ve sonra; “Buradaki ağaçları kendi ellerimle sökeceğim; kendi ellerimle dikeceğim; tuttuklarını göreceğim. O zaman kulübenin yapımına izin veririm” diyor. Ağaçlar başka yere dikiliyor ve hepsi tuttuktan sonra onların boşalttığı yere küçük bir kulübe yapılıyor.
Falih Rıfkı Atay ‘Babamız Atatürk’ kitabında Atatürk’ün doğa sevgisinden şöyle bahsediyor: ‘Atatürk, tabiatı ve ağacı çok severdi. Atatürk Orman Çiftliği’ni boz topraktan ormanlık haline getirdi. Ağaçların dikilişini, duruşunu, büyüyüşünü adım adım izledi. Akköprü tarafından çiftliğe giden yolun etrafındaki boş topraklar meyvelik olmuştu. Bir gün bu meyvelikten geçerken birdenbire şoförüne ‘Dur!’ dedi. Arabadan inerek orada bulunanlara “Burada bir iğde ağacı vardı. Ne oldu?” diye sordu. Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Atatürk’ün biraz önceki neşesi kalmamıştı. Yol boyunca hep iğde ağacını aradı. “İğde, yaşlanmış ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşıyordu. Baharda güzel kokular veriyordu” diye sızlandı.’
Afet İnan ‘Hatıralar ve Belgeler’ kitabında bakın nasıl yer vermiş onun doğa sevgisine: Mustafa Kemal, bir sahil çocuğu olduğu için denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde hasret çektiği yer, bir çam ormanlığı olmuştur. “Bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat. Arzum, yeşillik ve ağaçlık ve de yaz-kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır” diyen sesi hala kulaklarımda akisler yapıyor.
Onun doğa sevgisini anlatan hikâyeler saymakla bitmez. O Türk kanının, atalarının özünde bulunan ‘doğa sevgisine’ doğuştan sahipti. Türlü zorluklarla geçen ömrünün son günlerini bile doğa için uğraş verme ‘zahmeti’ değil ‘keyfiyle’ geçirdi. Yorgun ruhu ve bedenine rağmen yine de ‘kolaycı’ olmadı. ‘Yıkıcı’ değil; ‘yapıcı’ oldu hep. Ömrü biraz daha uzun olsaydı kim bilir başka neler yapardı?
Günümüz idarecilerinin çoğunluğunun yaptıklarını düşünüyorum bazen. Mesela yıllardır doğanın kendi sistemiyle oluşturduğu ormanlık bir alanı öyle gönül rahatlığıyla imara açıyorlar ki. Sonra da “Oradaki ağaçları kestik; ama başka yerlere ağaçlandırmalar yaptık ve hala yapıyoruz” diyorlar. Yıktığımızı başka yere yaparak yerine koyuyoruz mantığı… Yerine koyulan şeyin nasıl bir şey olduğuna bakmak lazım ama. Niteliğine… ‘Doğanın kendi eliyle oluşturduğu bir alan’ mı, ‘insan eliyle oluşturulmuş bir alan’ mı daha güzeldir; daha kusursuzdur ve daha muhteşemdir? Yaşadığı yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük lideri, ‘sadece bir ağaç dalı’ için ‘koca köşkü’ yürütüyor. Düşünün… Hem de o zamanın zor şartlarında… Biz ise; teknolojik gelişmelerin saniyeyi geçtik saliselerle ilerlediği bir çağdayız. Ve bir sürü boş alan varken, yıllarca sistemini zar zor oluşturan, nefesimiz, gölgemiz, serinliğimiz, velinimetimiz koca ormanlara ya da doğal alanlara neler yapıyoruz? Nasıl bir mantık bu? Ya da mantıksızlık…
İçinde bulunduğumuz yüzyılda Atatürk’ün özelliklerine sahip bir lider gösterebilir misiniz bana? Bütün özelliklerini bir kenara bırakalım. Onun yıkıcı olmayan ‘yapıcı’; kolaycı olmayan ‘zoru başaran ve çalışkan’ doğasever özelliğine sahip birkaç lider, birkaç insan bile nimettir ülkemiz için…
Metin: Macide Işık / Doğa Sefiri
25.07.2011