Ülkemiz ve gezegenimiz her geçen gün, ormanından, ağacından, çalısından, çiçeğinden, çimeninden, kısacası yeşilinden bir şeyler kaybediyor. Biliyoruz ki, bu yeşil doku kaybı, yaşamın da bilinmeyen bir sonuca doğru doludizgin koşuşturmasının ifadesi.
Yani, gezegenimiz bu kaybın daha fazlasını kaldırabilecek, bu kaybı dengeleyebilecek bir donanıma sahip değil. Bu açıdan, yüzyılımızın ortası, birçok yok oluş öyküsünün sonuçlarının yaşanacağı, kâğıt üzerinde yazılıp – çizilenlerin test edileceği ama geri dönüşünün de olmadığı büyük bir kırılma noktası olacak.
Örneğin, fosil yakıtların yok oluşunun sonuçlarını da yüzyılın ortasından itibaren yaşamaya başlayacağız. Yüzyılın ortasında, Amazon Ormanları başta olmak üzere, yağmur ormanlarına da veda edeceğimiz öngörülüyor. Yağmur ormanlarıyla birlikte gezegenimizin oksijenini sağlayan ve şu ana kadar yarısı yok olan planktonların kalan yarısın da, 2050’li yıllarda yok olması bekleniyor. Gezegenimiz için hayati önemi olan kutup buzullarının yok oluş öykülerinin gelişme ve sonuç bölümlerini de, yaşadığımız yüzyılın ortalarında izlemeye başlayacağız. Artan nüfus dolayısıyla yaşam sistemlerinin alt üst olacağı, iletişimin duracağı, kitlesel ölümlerin yaşanacağı kırılma noktası için öngörülen tarih de, ne yazık ki, yaşadığımız yüzyılın ortaları…
Denizlerin yükselmesi, oksijenimizin tükenmesi, dayanılmaz ısı seviyeleri, öngörülemeyen büyüklükteki iklim ve doğa felaketleri, açlık ve susuzluğun toplu kırımlar yaratması, su savaşları ve sayıları milyarlarla ifade edilebilecek olan iklim felaketi göçmenleri de, yüzyılın ortalarında, önlenilemez bir şekilde yaşayacağımız kâbus benzeri ama ne yazık ki gerçek olan felaketlerden bazıları.
Bu felaketleri, küçük ölçeklerde yaşamaya başladık bile. Milyonlarca iklim göçmeni, sel felaketlerinden kaçarak, kendilerine yeni yerleşim alanları ve hayata yeniden tutunabilecekleri araziler arıyor. İklim kuşakları, adım adım yer değiştirmenin etkilerini yaşatmaya çoktan başladı. Örneğin, ülkemizde papağan, kobra yılanı gibi hayvanlar görülmeye başladı. Ve yine ülkemizdeki ısı artışına ve yağış azalmasına dair 50 – 60 yıllık grafiklerde, ısının bu süreç içerisinde arttığı, yağışların ise göreceli olarak düştüğü görülüyor. Bunun anlamı ise, yakın bir gelecekte baş başa kalacağımız kuraklık yani açlık ve susuzluktan başka bir şey değil. Göllerdeki seviye düşüşü, yer altı sularındaki azalma, sulak alanlardaki kayıplar da bunu doğruluyor.
Hepimizin bildiği gibi, insanoğlu geleceğe miras bırakmamak istercesine tüketiyor. Plastik eşyalar, kâğıt bazlı (bitkisel kökenli) ürünler, fosil yakıtlar, ahşap materyaller, demir, alüminyum, bakır gibi madenler, tatlı su kaynakları, verimliliğini süratle kaybeden topraklar ve daha nice yaşam elemanları, kaygısızca tükettiğimiz değerlerden sadece birkaçı.
Fosil yakıtlarının yanlış kullanımını, su kaynaklarının yanlış kullanımı ve tükenişini, madenlerin yitişini ve diğerlerini bir tarafa koyalım, hiç olmazsa yeşil dokunun yok oluşunu durdurmak için daha fazla çabalamamız gerekiyor ancak bu da yapılmıyor. Siz bu satırları okurken, gezegenimizde her 1 saniyede, 1,5 dönüm (1.500 metrekare) yağmur ormanını yok ediyoruz. Bu yok oluş sırasında, birçok bitki, hayvan ve böcek türü de yeryüzünden siliniyor. Amazon Ormanlarının içerisinde bulunan ağaç ve bitkilerin bünyesinde bulunan karbon oranını, 85 milyar ya da 100 milyar ton olarak tahmin etmektedir. Bu ise, küresel olarak 11 yıllık karbon emisyonuna eşdeğer bir rakamdır.Yok ettiğimiz doğal ortamlarla birlikte, bugünümüzü yaşanamaz ve kahırlı bir hale dönüştürürken, yarınımızı da yok ediyor ve kıyameti de uzaklarda arıyoruz!
Sadece çimenlik alanları, çayırları göz önüne alarak bazı rakamlara göz atarsak, bindiğimiz dalı nasıl kestiğimizi ve ağaçtan düşmek üzere olduğumuzu da görebiliriz;
– ABD’de, 30 milyon hektarın üzerinde olan çimenlik alanların, her yıl 12 milyon ton kir ve tozu tutarak, atmosfere salınmasını engellediği biliniyor.
– 2.500 metrekarelik çimenlik bir alan, 4 kişilik bir ailenin 1 yıllık oksijen ihtiyacını karşılamaktadır.
– 1.000 (bin) metrekarelik çimenlik alanda, karbon dioksiti emen ve oksijen salan, 850.000 adet çim bitkisi bulunmakta.
– 1.000 (bin) metrekarelik çimenlik alandaki çim bitkilerinin, toplam 410 milyon 625 bin kilometre uzunluğunda olan kökleri, sel sonucu oluşan toprak erozyonu için çok önemli bir koruyucu görevi yapmaktadır.
– Çimenlik bir alanda, humus oluşturmanın yanında, organik ve inorganik ürünlerin geri dönüşümünü sağlayan, trilyonlarca yararlı organizma barınmaktadır. Çimenlik alanlarda yaşayan bu yararlı mikroorganizmalar, mükemmel bir geri dönüşüm merkezi oluştururlar. Ağaç yaprakları, sakız, sert şeker, fıstık kabuğu, kusmuk, idrar, gazoz gibi asitli içecekler, yemek artıkları, spor ve enerji içecekleri, ayçiçeği kabuğu, kuş ya da hayvan gübresi ve kâğıt parçaları, doğal bir çim ortamında kısa bir sürede yok edilir.
– İki (2) dönüm civarındaki bir çimenlik alan, yıllık 43 inçlik yağışı yani 2 milyon galon yağmur suyunu, süzgeç görevi yaparak emer ve serbest akışı, sel ve taşkını önler. Araştırmalar, sağlıklı çimenlik alanların yağmur sularını, bakir ormanlardan veya tarım alanlarından 4-6 kez daha fazla emdiğini göstermektedir. Örneğin, sağlıklı ve gür çimenlerden oluşan bir alan, bir buğday tarlasına göre 6 kat daha fazla etkili olarak yağmur suyu emer.
– ABD, Penn State Üniversitesi’nce yapılan bir araştırmada, kalın çimlerin yüzey akışını daha etkili yavaşlattığı ve 15 kez daha fazla su emdiği görülmüştür.
– Çimenlik alanlar, soğutucu yüzeyleriyle, sıcak dönemlerde adeta klima görevi yapar. Bunun nedeni de, güneşten aldığı ısıyı, toz taneciklerini ve diğer yüzeyleri ısıtmak için kullanmak yerine, fotosentez yoluyla, şeker üretimi için kullanmalarıdır. Bu süreçle birlikte buharlaşan su, ortam ısısını düşürür. Bu açıdan, sıcak bir yaz gününde, çim bulunan bir alan, topraktan 10 – 14 derece, asfalttan ise 30 derece daha serin olabilmektedir.
– Çimenlik alanlar, su kaynaklarımızı zehirleyen fosforu absorbe ederek, bu zararlı kimyasalın dere, göl ve nehirlere akışını engeller.
– Çimenlik alanlar, emdikleri suyu temizleyerek, sağlıklı su kaynaklarının oluşmasına katkıda bulunurlar.
Gördüğünüz gibi, yok ettiğimiz ve hala yok etmeye çalıştığımız yeşil alanlar, gösterişsiz bir şekilde ama gerçekten yaşam için çok önemli görevler üstlenmiştir. Tek bir ağacın bir yılda, bir otomobilin 11 bin kilometre yol kat ederek açığa çıkarttığı zararlı gaz emisyonlarını sıfırladığını, bin metre karelik (1 dönüm) bir ağaçlık alanın, bir yılda 13 ton toz partikülünü yakaladığını, büyükçe bir ağacın, küçük bir ağaçtan 60 – 70 kat daha fazla hava kirliliğini önlediğini bilmemiz, doğal ortamlara daha fazla baskı yapılmaması gerektiğinin de göstergesidir.
Sonuç olarak, bilmemiz ve asla unutmamamız gereken çok önemli bir şey var; Doğal ortamlar olsun ya da gezegenimizin diğer kaynakları olsun, tükettiğimiz her şey, yaşamın kaynakları ve devamı da yok! ‘SON’ yazmadan önce, bu felaket senaryosunu değiştirmek zorundayız, çünkü yaşayabileceğimiz başka bir gezegen henüz yok, varsa da, 7 milyar insana yer yok!
Fotoğraf: İsmail Şahinbaş