Yıllar evvel ‘Dikkat Köpek Var’ isimli bir yazı yazmıştım. Son zamanlarda hayvanlara karşı vahşi insan davranışları gördüğüm için yazdığım yazıyı tekrar okuma ihtiyacı hissettim. ‘Dikkat Köpek Var’ yazısına; ‘Bu yazıyı, villaların kapısında, bahçe duvarının kenarında ve özellikle İstanbul’da görebilirsiniz. Çeşitli biçimlerde yazılmış, bahçenin ve kapının pek çok yerine asılmış olarak gözlerimizi tırmalar’ diye bir giriş yapmışım.
Yazı; ‘İnsanoğlunun avcılık ve toplayıcılıktan çıkıp komünal bir düzene başladığı süreçte ilk evcilleşen hayvan köpekler olmuştur. Köpekler, aslında kurttur. Yani köpek nesli kurttan gelir. İnsanoğlunun en sadık dostu köpeklerdir desek yalan olmaz’ diyerek de devam etmişim. İyi bir köpeğin dostluk adına pek çok insandan çok daha sadık ve beklentisiz oluşundan bahsetmişim. Hatta onun sahibinden tek beklediği ‘merhamet’ olduğunu da yazmışım. Özelliklede sokak köpeklerinin masum bakışlarında duygunun dayanılmaz olduğunu da belirtmişim.
Bizim de evimizde bir erkek köpek ile bir de dişi kedimiz var. Köpeği barınaktan aldık, kediyi de ‘dişi’ diye sokağa bırakacaktı oğlumun arkadaşı, onu da eve aldık. Hep birlikte, bir arada yaşayıp gidiyoruz. Köpeğimiz ile kedimiz birlikte uyuyor bazen. Yani bir çatışma ortamı yok. Yaşam bu sevimli dostlarla bir az da olsa emek istiyor. Köpeğimiz Pufi ile seyahatlere bile çıkıyorum, tek sorun oteller. Hiç kimseye hayvanları evde besleyin demiyorum. Evinizin önüne bir kap su koyun, ya da birkaç dilim ekmek diyorum. Onların su kapına sigara izmariti atmayın diyorum. Tekmelemeyin, atmayın, ip bağlamayın diyorum. Ya da eve aldığınız bir canlıyı sokağa bırakmayın.
Yazım; ‘İş böyleyken, insanoğlu en sadık dostuna yapmadığını bırakmadı. Tabi ki burada iyi insanları ayırıyorum. Bahsetmeye çalıştığım insan tipi, evine köpek alıp, onu doğal yaşam ortamından koparıp, bakamayınca tekrar sokağa salan vicdansızlardır’ diyerek devam ediyor. Hayvan barınaklarında eve alışkın köpeklerin çok zorlandığına şahit oldum. Benim moralimi bozan bu.
Bu yazıyı yazarken anlatmak istediğim en önemli konu; ‘Dikkat Köpek Var’ tabelaları sinir bozucu oluşudur. Herhalde bu tabelalar ‘gelin, bizim köpeği sevin’ tabelaları değil. Tabelalar; ‘Kapıdan içeri girmeyin, o masum canlıyı canavar yaptım, sizi ‘ısırabilir’in kibarcısıydı. Köpek gibi insana en yakın bir hayvanı insan düşmanı yapmak fikri beni çileden çıkarıyor.
Neden mi?
Anlatayım: Hiçbir köpek, derelere HES santralleri kurmaz. Hiçbir köpek, antik kentleri sular altında bırakacak barajlara onay vermez. Hiçbir köpek, tok iken saldırmaz. Hiçbir köpek, Hiroşima ve Nagazaki’de olduğu gibi atom bombası atmaz. Hiçbir köpek, nükleer santral kurmaz. Liste böyle uzayıp gidiyor. Bir soru geldi aklıma. Dünya üzerinde insan olmasa çevre kirlenir miydi?
Hayvan Hakları Federasyonu’nun internet sitesine girdim. Çok anlamlı bir başlık buldum ve o görüşlere aynen katılıyorum ve bunları bir kez daha ben duyurmak istiyorum (www.haytap.org):
Hayvanlara eziyet daha ne kadar ‘Kabahatler Kanunu’ kapsamında kalacak?
‘Kabahatler Kanunu’ gerekçesinde, kabahat olarak adlandırdığımız fiiller idari suç olarak isimlendirilmiş ve bu tabir bir kısım yasalarda da kullanılmıştır. Bundan böyle suçlar ‘adli suçlar’ ve ‘idari suçlar’ olarak ikiye ayrılarak hukuk sistemimizde yerini almıştır. Türkiye’de ise yıllardan beri nedense hayvanlara yapılan her türlü kötü muamele de idari suç (kabahat) olarak kabul edilmektedir. Bir fiilin suç ya da kabahat olarak tanımlanmasında ise izlenen suç politikası etkili olmaktadır. Ancak bir fiilin suç veya kabahat olarak tanımlanmasında bunun esasen haksızlık ifade etmesi gerektiği hususu göz önünde bulundurulmalıdır. Demek ki hayvanlara yapılan işkence ya da kötü muamele toplum nezdinde haksızlık olarak kabul edilmediği için bu fiiler ülkemizde kabahat olarak kabul edilmektedir.
5199 sayılı ‘Hayvanları Koru-MA Yasası’ değişmeli
O nedenle hayvanlara karşı meydana gelen tüm kötü muamelelerde, haksız fiillerde, herkesin aksine 5199 sayılı yasanın uygulanmasının hayvanlar için yararlı olmadığı bilakis bu haliyle bu yasa uygulandığı zaman en iyi olasılıkla 250 TL ile 1000 TL arası idari para cezası kesileceğini bunun da devletin kasasına gelir kaydedileceğini vurgulamaya çalışıyoruz. Zaten çoğunlukla da faili bulamadığınız zaman bu ‘kabahat’ yapanın yanına kar kaldığından, hayvan ölürken bile devletin bundan para kazandığı bir sistemle karşı karşıyayız. Aslında karşımızda bir trajedi- komedi olduğu o kadar açıktır ki ama bunu görmek istemeyen de bir o kadar konuya ilgisiz yetkili vardır.
Masum bir canın değerini hangi idari para cezasıyla geri getirebilirsiniz?
Dikkat edin, bu haksız eyleme başından beri suç değil; ‘Kabahat’ diyorum çünkü hayvanları yakıp, tecavüz etmek, zehirlemek, taşlamak, asmak, açlığa susuzluğa mahkûm etmek bir ‘SUÇ’ olarak algılanmıyor. Bu yasa ceza yasaları kapsamında uygulanması gereken bir yasa değil aksine kabahatler kanunu kapsamında uygulaması olan bir yasa olarak kabul edilmek isteniyor. Bu fiilin cezasını, para makbuzunu (!) savcılık ya da hâkimler veya mahkemeler değil il çevre müdürlüğünde görevli idari memurlar kesiyorlar. Savcı istese bile dava açamıyor, takipsizlik kararı veriyor. Bir diğer değişle, bu sistemle adaletin gözleri değil fakat elleri bağlanıyor! Kapalı alanda sigara içene nasıl ceza kesilirse, ya da dilenciye dilencilik yaptığı için, hatta müziğin sesini sonuna kadar açan kişiye nasıl muamele yapılırsa hayvanı vahşice öldüren, asan, kesen, tecavüz eden, gözünü oyan, asit döken ve yakan kişiye de aynı idari işlem yapılıyor. Adalet böyle sağlanıyor.
Halen böyle bir uygulamanın olması Türk hukuk sistemi için ayıptır. Böyle bir hukuki bakış açısı 21. yüzyıl Türkiye’sine yakışabilir mi?
Avrupa ‘da kendi hayvanın kuyruğunu kesen, balkondan atan, işkence eden kişiye bile mahkemeler derhal tutuklama kararı vermekte ciddi hapis cezalarına çarptırmaktadır. Çünkü kendini insana ve onun kurduğu düzene teslim etmiş savunmasız bir hayvana bunu yapan yarın insana da yapabilir, toplum için tehlikeli bir insandır ve acilen tedavi edilmesi gerekir düşüncesi vardır. Yani bu fiili işleyen toplum nezdinde aslında ‘adli bir suç’ işlemiştir. Hatta öyle ki İsviçre’de Uluslararası Hayvan Hakları Mahkemesi kurulmuştur. Hayvanlara yapılan muamele kabahat değildir ve idari para cezası ile geçiştirilemeyecek, baştan savılamayacak kadar önemli bir durumdur. Hepsinden önemlisi bu eylem idari bir suç olmadığı için, kişinin adli siciline de işlenir! Yani belki de ömür boyu onun boynuna asılı bir yaftadır o. Öte yandan, yasanın diğer en büyük eksikliği bu kabahatin (aslında suçun) re’sen savcılık tarafından takip edilmesi yolunun kapalı olması, hayvanın mal olmasından dolayı ancak sahibinin şikâyeti olursa şikâyete bağlı suç olarak kabul edilmesindedir. Yani yeni yapılacak yasa ile şikâyet olsun olmasın savcılık kendiliğinden harekete geçmelidir. Re’sen takibat yapılmalı hatta bu şikâyetten vazgeçme yolu dahi kapalı olmalıdır. Ama bu fiilin idari suç olarak Türk Hukuk sisteminde algılanması zaten başından savcılıkları ve hâkimleri yetkisiz bırakmaktadır. Yetki tamamı ile il çevre müdürlüklerine bir ceza makbuzu kesmelerini amir hüküm olarak koymaktadır.
Önce insan diyorlar…
Hangi insan? Su içmeye gelmiş gariban ayıyı recm eden insan mı? Hiçbir suçu olmayan sadece sahibine kızıldığı için eşeğin gözünü tornavida ile oyan insan mı? Terrier köpeğin bacağını kesip yavrusunu gözü önünde yakan insan mı? Kedi yavruları ortalığı pisletiyor diye gözlerine asit döken insan mı? Güç elinde olduğu halde gücünü kullanmaktan çekinmeyen belediye başkanı ya da taşeron firmaları mı? Ben bu ahlaksızlığı yapan o insanla aynı otobüse, aynı metroya binmek istemiyorum, aynı okula gitmek istemiyorum, aynı işyerinde çalışmak istemiyorum, aynı yerde tatil yapmak da istemiyorum onun ceza olarak vereceği parayı da istemiyorum.
Ben ülkemin geleceğini, sağlıklı kuşakları istiyorum…
O nedenle bu işe gönül vermiş kişilere tekrar sesleniyorum: Belki yasadan önce tasa gerekiyor ama içimizdeki dernekçilik macerasını bir kenara bırakıp, tüm hükümetlere, bakanlıklara, ilgisiz yetkililere, bilgisiz ilgilere bastırmamız bu hayvanlara kötü muamelenin kapalı alanlarda sigara içme yasağı gibi ‘idari suç’ olması ile aynı kefede olmasını değiştirmek için baskı kurulması gerektiğini anlatmalıyız. Lobicilik yapmalı, eğitim çalışmalarına hız verilmeli, broşürler paneller sistemli olarak devam etmelidir. Kim ne derse desin, nasıl önyargıyla yaklaşırsa yaklaşsın bıkmadan usanmadan Ankara’ya kamp kurmaya devam etmeli, hayvanlara kötü muamele eden herkesi gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, il çevre müdürlüğünün memurları önünde değil mahkeme huzuruna çıkarmalıyız. Çünkü bu bizim vefakâr dostlarımıza karşı bir borcumuzdur. Aslında gönlümüzden geçeni (fakat kimsenin dile getirmeye cesaret de edemediği ) uzman hukukçulardan kurulu dilleri, avukatları, sesleri olmayan dostlarımızı, tüm çevreyi, doğayı koruyan, yargılamaların hızlı bir şekilde yapıldığı, ciddi cezaların verilebildiği ÇEVRE İHTİSAS MAHKEMELERİ’nin kurulmasıdır.
Çevre ihtisas mahkemelerinin şu aşamada kurulması hayalî görülse de, hayvanlara yapılan tüm kötü muamelelerin artık idari suçlar kapsamından çıkması ülkede yasanın çıkmasından bu yana geçen süreç içerisinde hiçbir caydırıcı etkisi olmamıştır. Devletin mahkemelerinin iş gücünün artacağı ise böyle bir çalışmaya ya da bakış açısına inandırıcı gerekçe olamayacağı gibi, uygar bir ülkeye böyle bir bahane sürerek bu görevden kaçınmak istemek kesinlikle vicdani değildir. Hele ki Adalet Bakanlığı’nın değerli hukukçuları hayvana eziyet edenin bir gün mutlaka insana da eziyet yapacağını, cezalar caydırıcı olmazsa göstermelik yasa çıkarmanın hiçbir işe yaramayacağını, bir gün engellilere, kadınlara, yaşlılara da aynı kötü muamelenin yapılacağını bilmeleri gerekir.
Bu yasanın kesinlikle değişmesi gerekmektedir. Hem de acilen. Hayvanlara kötü muamele kabahatler kanunu kapsamında anılmayacak, idari suç olmaktan çıkartılmalıdır. Hayvanlara mal diye değil ‘can’ diye bakılması gerektiğinin öncüleri olacağız!
DİKKAT İNSAN VAR!
İsmail Şahinbaş