Bir şeyleri gömmek ya da kaçmak adına en kolay yol, yola koyulmak uzaklaşmak mıdır? Düşünmemek, takılmamak, saplanmamak adına ya da herhangi bir düşünceyi aklında büyütmemek adına…
Aslında bu kaçmak değil belki de ruhunu serbest bırakmak, özgür olmasını sağlayarak nefes almasını sağlamaktır bence ve sırf bu yüzden sürekli gitmek lazım. Takıldı mı aklına bir şey gitmek, takıldı mı aklına biri gitmek, üzüldün mü gitmek, en güzeli yeni insanlar yeni diyarlar ile nefes almak ruhunu temizlemek, aynı kirli havayı solumak yerine. Bunun adı kaçmak değil aslında, ayakta durmayı, dimdik durabilmeyi sağlamak.
Peki, bu kaçışlarda aşk nasıl yaşanır sorusuna cevap çok basit. Mesela bir bankta otururken, önüne aşk diye gökyüzünden bir mektup geldiğinde açarsın, mektup güzel kokuyorsa okursun, okumaya devam ederken sıkılırsan kapatır denizin dalgaları ile gönderirsin o mektubu. O mektuplardan nerelerde var ya da var mı, nereden satın alabilirim diye aramak kadar büyük bir hata yok bana göre. Ya da o da doğru ise o yöntemi ayrıca öğrenmek ve de sindirebilmek gerekiyor. Gerekli midir bu kavram hayatımızda? İnsanların % 90’ına göre gerekli, ben uzaydan gelmiş mavi bir yaratığım biliyorum ve cevabım malum; gereksiz.
Aşkın hakkıyla yaşandığını gördüğüm zamanlarda, gereksiz cevabında bir bulanıklaşma yaşanmıyor değil, ancak nadiren. Ticaretin dibine kadar, gelgitlerin en yüksek dozda yaşandığı ikili ilişkilerde, zaten hayat iki günlük ve yorucu iken bir de bu manen savaşı niye hayatımıza katalım, rahatça nefes almak varken. E tabi bazen ayağımız takılıp bu aşk oyununun içine düşmüyor değiliz, ancak zıplayıp kendi bölgemize geçmek en ferahlatıcı şeylerden biri, yükü atmış gibi omuzlarımızdan, feci rahatlatıcı. Dışarıdan kimine göre korkaklıktır bu ya da kaçmak, kimine göre (mavi yaratıklara göre) oh bea…
Kimin umurunda…
Metin: Doğa Gül / Başka Bir Açıdan, fotoğraf: İsmail Şahinbaş
02.08.2011