Çıralı’yı bilir misiniz? Çıralı henüz pek çok kişinin keşfetmediği bir yeryüzü cennetidir. Çıralı’nın anlatılacak çok şeyi vardır… Tanışılacak çok Çıralı vardır… Kimi burada doğmuştur, kimi burada ‘yeniden’ doğmuştur. Erol Usta ikincilerdendir. Çıralı’ya girerken köprüyü geçer geçmez soldadır cam atölyesi. Ama ne kapı numarası vardır, ne yanardöner bir tabelası. Açık kapısından içeri bakıp yanan bir ocak gördüğünüzde, bilin ki orası Erol Usta’nın mekânıdır… Onunla konuşmak, Çıralı’da yaratılan değerleri yakından tanımak ayrı bir keyif olacaktır.
Yazı: Ahmet Parman, fotoğraflar: İsmail Şahinbaş
Sayın Erol Eren, önce öz geçmişinizden başlayalım. Siirt’ten Çıralı’ya… İlginç bir hayat yaşamış olmalısınız… Biraz bahseder misiniz?
1959 Şubat’ında Siirt’te başlayan yaşamım şartlar gereği 6 aylık bebekken her Şarklı aile gibi bizi de göç yollarından nasibimizi almak için İstanbul’a getirmiş.
Cam sanatı ile İstanbul’da mı tanıştınız yoksa cam burada öğrendiğiniz bir meslek mi?
Daha İstanbul’dayken ilkokul 3. sınıfta hayatı öğrenmek, kazanmak ve meslek sahibi olmak için, dayımın yanında cam biblo atölyesinde işe başladığımda 9 yaşındaydım. Okul çıkışlarında çırak olarak çalışıyordum. Orada yaptığım iş, cam ayırmak, temizlemek ve kalan bütün zamanda da ustalar iş yaparken yani camı işlerken seyretmekti. Yaklaşık iki sene sonra ilk olarak acemice de olsa üretimde bulunmaya başladım. 15 yaşından itibaren babamın bana açtığı atölyede işi öğrettiğim 3 kardeşimle birlikte Tahtakale piyasasında para kazanmaya başladık. İşlerimiz iyiydi. Hatta yurt dışından siparişler alıyorduk. Ama 1980’de 24 Ocak kararlarından sonra emeği ile geçinen herkes gibi bizim işlerimiz de kötüleşti. Bu dönemde daha kazançlı diyerek bar – cafe işletmeye başladım. 6 seneye yakın cam işinden uzak kalmıştım. Ama ‘en güzel iş iyi bildiğin iştir, hele severek yapıyorsan’ diyerek camcı dükkânına geri döndüm. Bu sıralarda bir tanıdık aracılığı ile Antalya Çıralı diye bir yerden ortaklık teklifi aldım. Hem restaurant işletip hem de cam sanatının gösterisini yaparız diye eşimle karar vermeden önce gidip yeri görelim dedik. Çıralı’yı gördük ve hayatımız her yönüyle değişti. Cennet diye bir yer varsa herhalde burasıdır dedik ve hemen kabul ettik… Yıl 1999 Ağustos 5 yani depremden 12 gün önce… Üstelik biz o dönem İstanbul Avcılar’da oturuyorduk. Eylül’e girmeden ortaklık da bitmişti. Neyse ki yan tarafımızda boş bir kulübe vardı. Oraya taşındık. Kiralık kulübe hem atölye hem de evimiz oldu.
Cam sanatı sanırım ateşle insanın en yakın olduğu ve hünerlerin en ‘saydam’ biçimde ortaya çıktığı bir meslek… Siz cam sanatını nasıl tanımlarsınız?
Cam gerçekten çok güzel bir nesne, insanın kendisini içinde bulduğu bir alem. İnsanı bir deniz derinliğinde hissettirebiliyor. Ben ve eşim bu deniz enginliğinin, derinliğinin içinde yoğruluyoruz, yoğunlaşıyoruz. Ürettiğimiz her şeyde bunları hissediyoruz…
Çıralı turistik bir yer… Yerli ve yabancı turistlerin cam sanatına ilgileri nasıl?
Yaptığımız işin özellikleri Çıralı’ya da çok uygun. Buradan esinlendiğimiz güzellikleri ve içimizden gelenleri işimize yansıtabildiğimize inanıyoruz. Bunun olumlu yansımalarını Çıralı’ya gelen yerli ve yabancı turistlerden görüyoruz. Zaman zaman yurt içi ve yurt dışından fuar ve sergi etkinliklerine davet alıyoruz ve katılıyoruz.
Eşiniz Hürşan Hanım sanırım en büyük yardımcınız, dahası camdan çeşitli takılar yapıyor… O bu konuya nasıl bakıyor?
Tasarımları eşim Hürşan’a ait olan camdan kolye, bileklik, yüzük, küpe, kemer ve biblo figürleri en çok rağbet gören ürünlerimiz oluyor. O da bu işi seviyor.
Cam sanatının püf noktaları ya da sizin önem verdiğiniz şeyler neler?
Bu işe başlayışımın üstünden 36 yıl geçmiş. Kendimi sevdiği işe sahip şanslı kişilerden biri olarak görüyorum. Gerçekten işimizi yaparken günlük sıkıntılardan uzaklaşabiliyoruz. Sürekli güzel şeyler üreterek hem kendimizi yeniliyor, hem de her geçen gün geliştiğimizi görüyoruz. Çıraklıktan yetiştiğimiz için, bize ustalarımızın öğrettiği şeyler halen kulaklarımızda. Çünkü onlar da kulaktan öğrendiklerini kulağa söylemişler. Ben de çocuklarıma bu işi kulaktan kulağa aktarmaya çalışıyorum. Hedeflerimizin içinde bu işi çocuklarımıza da sevdirip hem pratik hem de teorik olarak kendilerini geliştirmelerini sağlamak olacak. Bunun için de onların güzel sanatlar fakültelerinin cam bölümünü seçmelerini istiyoruz.
Peki ya teknoloji? Hızlı ve konfeksiyon üretim? Her ‘el emeği göz nuru’ el sanatlarının karşısında günde, hatta saatte binlerce üretebilen endüstriyel üretim merkezleri var? Bunları gördükçe gelecek hakkında karamsar olmuyor musunuz?
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, ellerimizin yarattığı emek güzelliğini yansıtamaz. Ustam, ben çırakken kendisinin 35 senedir kullandığı tek aparatı olan ‘maşa’ ile övünürdü. Bu anlamda cam sanatında el mahareti ne kadar yetkinse o kadar ustalaşılır. Bunu titizlikle korumak gerek, aksi takdirde İtalya’daki cam sanatının merkezi Murano Adası gibi endüstrileştikçe teknolojiyi kullanmak zorunda kalınacak. Bu da el maharetinin özelliklerini ortadan kaldıracak. Bizim yaptığımız iş bu anlamda daha ‘ilkel’ ama doğaldır. Saf emektir.
Cama gönül veren gençlere neler söylemek istersiniz?
Bu işi öğrenmek, camı ve ateşi tanımayla başlar. Ateşin gücünü keşfetmek, camın yumuşaklık ve sertlik derecesini kavramak diye başlayan büyü onu fetheden coşkuyla adeta bir dansa dönüşür. Camı ve ateşi seviştiriyorsunuz ve yaptığınız işi sevişircesine seviyorsunuz. Bu duyguları besleyip büyütmek ve geliştirmek için Çıralı bu anlamda bizim ve bizim gibi güzel sanatlarla uğraşanlar için ideal bir yer. Aynı zamanda bu duygu ve düşünceleri taşıyan insanların da Çıralı’yı tercih ettiklerini görmek, bu insanlarla tanışmak bizimde işimizi ve ufkumuzu geliştirmekte… Tanıştığımız ve tanışacağımız insanların güzel sanatların değişik branşlarında çalışmalarını ve yaşamlarını Çıralı’da gerçekleştirmesini ve çoğalmasını diliyoruz. Bunun için de Çıralı’nın sanatçıların yaratıcılıklarını çok daha özgürce ortaya çıkaracakları bir yer olmasını, buranın bir sanat köyüne dönüşmesini istiyoruz. Çıralı, bu güzellikleri bizimle paylaşanlarla birlikte hepimizin ruhlarımızı dinlendirebileceğimiz bir liman olmalı…
Sırtçantam 2. sayı, Şubat 2005