Cincinnati, Orta Amerika’nın endüstriyel olarak en gelişmiş şehirlerinden biri. Batı’nın Kraliçesi olarak anılan kentte, ilk yerleşim 1788 yılına kadar gidiyor. Cincinnati’nin ilk adı ise George Washington onuruna verildiği için Ft. Washington olarak anılıyor ancak kısa bir süre sonra adı Losantiville olarak değiştiriliyor.
1800’lü yıllara kadar bölgede yaşayan yerli Kızılderili kabileleri tarafından sürekli saldırıya uğrasa da, şehir giderek kuvvetleniyor ve 1802 yılında, ismi bugünkü ismi olan Cincinnati olarak değiştiriliyor.
1835 yılında, sokaklarda sürü halinde dolaşan domuzlardan ve domuz üretimiyle uğraşan şehre bir de; Porkopolis lakabının kullanıldığı da bilinen isimler arasında.
Cincinnati; Procter&Gamble, General Electric, Chiquita, Kroger gibi dünyaca önemli firmalara ev sahipliği yapıyor. Procter&Gamble’ın hikâyesi o kadar ilginç ki, History Museum’da sadece şirkete ayrılmış özel maket bölümü bile var. 1800’lü yıllarda iki ortak tarafından kurulan P&G, domuz yağından Star Candles markası ile mum üretiyor. 1862 İç Savaş Dönemi’nde Kuzey ordularının mum ve sabun ihtiyacını karşılaması için şirkete birkaç ihale veriliyor. İşte bundan sonra şirketin adı ve bir yuvarlağın içinde yıldız şeklinde yer alan amblemi Amerika’nın her yerine yayılıyor ve bugünkü global firmanın, o zamandan atılmış temellerini sağlamlaştırıyor.
Cincinnati’ye eğer yolunuz düşerse, bir gününüzü mutlaka Cincinnati Museum Center’a ayırmanızı tavsiye ederim. Eğer yanınızda çocuklar da varsa onların da inanılmaz keyif alacakları Duke Energy Children’s Museum yine bu kompleksin içinde. Birçok şehirde genelde müzeler dağılmış olarak yer alırken burada çok büyük bir binanın içinde 4 ayrı müzeye ve birde sinema salonuna ulaşabilmek inanılmaz bir lüks. Ben bu müzeler arasında ençok Cincinnati History Museum’dan (Cincinnati Tarih Müzesi) etkilendim. Şehrin her yerinin minik maketleri yapılmış ve her birinin önünde tarihçeleri anlatan kısa filmlerin olduğu dokunmatik ekranlar var. Museum of Natural History and Science (Doğal Tarih ve Bilim Müzesi) ise gezilmesi oldukça keyifli bir yer.
Benim müzeye yolumun düştüğü tarih aralığında bir de 14 Nisan 2013’e kadar devam edecek olan Dead Sea Scrolls adlı sergi vardı. İsrail kazılarında, İncil Dönemi’nden başlayıp, Bizans Dönemi’ni de içeren toplam 600 parçanın sunulduğu bir sergi bu. Hatta bilinen İbranice yazılmış ilk İncil kopyası da sergileniyor. Fotoğraf çekmeye izin olmadığı için fotoğraf koyamayacağım ama http://www.cincymuseum.org/dead-sea-scrolls bu linkten ulaşıp videoyu seyredebilirsiniz.
Eğer vaktiniz olur ise Omnimax Theater’da yaklaşık 40 – 45 dakika süren kelebekler ile ilgili ilginç bir belgesel var. Ama bu sinemanın diğer sinemalardan farkı, koltukların 45 derece eğimle yukarı doğru dizilmiş, ekranın ise 180 derece açı ile sizi kaplıyor olması. Etrafınızda uçan milyonlarca kelebeği düşünebiliyor musunuz?
Cincinnati’nin sembollerinden biri Ohio Nehri üzerinde çalışan Steamboatlar (buharlı gemiler). Charles Dickens’ın 1842 senesinde ‘I hardly know… how to describe them’, ‘Onları nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum’ diye başlayan bir yazısı var. Steamboatlar sayesinde Ohio Nehri üzerinde inanılmaz bir ticaret başlamış. 1820’lerde 10 adet olan buharlı gemiler, 1849 tarihinde 139 âdete ulaşmış. Sanayinin bu kadar hızla gelişiyor olması Cincinnati’ye göçü de hızlandırmış. Sadece Amerika içinden değil buraya yerleşmiş olanların Avrupa’da yaşayan yakınları da büyük bir hızla şehre göç etmeye başlamış. Buda şehrin nüfusunu çok hızlı bir şekilde yukarılara çekmiş.
Cincinnati Amerika’da ilk profesyonel beysbol takımına sahip olan şehir. İlk olarak Red Stockings olarak bilinen takım sonradan Reds olarak anılıyor. Cincinnati Reds, Amerikan beysbol tarihinde New York Yankees ve Los Angeles Dodgers gibi iki kere 1975 ve 76’da dünya şampiyonluğunu kazanmış olarak tarihe geçmiştir.
Cincinnati sadece Amerikan Beysbol Ligi’nde değil birçok ilklere imza atan bir şehir. Amerika’daki ilk Yahudi Hastanesi 1850 senesinde Cincinnati’de kuruldu. İlk itfaiye departmanı 1853 yılında hizmete başladı. 1880’de ana tren yollarını yapan, 1902’de ise dünyanın ilk gökdeleni inşa eden şehir yine Cincinati’dir.
Cincinnati’nin yedi tepe ve nehir üzerine inşa edilmiş olması şehrin Roma ile kıyaslanmasını sağlamış. Roma’nın Tiber Nehri, Cincinnati’nin ise Ohio Nehri var. Ama nehrin çamur gibi bir renkle akıyor olması sebebiyle herhalde, ben hiç Roma ile kıyaslayamadım.
Bu gezi sırasında, bildiğimiz Amerikan restaurant zincirlerinin dışında biraz daha Orta Amerika’ya özgü zincirleri keşfetmek mümkün oldu. Bunlardan biri de Cracker Barrel. www.crackerbarrel.com
Loisville’den Cincinnati’ye gelirken yol üzerinde girdiğimiz Cracker Barrel’a bayıldım. Yemekler ve ortam hakikaten çok güzel. Restoran girişinde hediyelik eşyaların satıldığı dükkân kısmı özellikle çok hoşuma gitti. Bazı Amerikan tarzı aksesuarları ve dükkânın dışında satılan sallanan sandalyeleri o kadar beğendim ki anlatamam. Ama sallanan sandalyeyi uçak kapısında hayal edemiyorum.
Metin ve fotoğraflar: Banu Demir
27.03.2013