Blues tarzı müziğin 400 yıllık geçmişi ve kökenleri Afrika Kıtası’na dayanmaktadır. Afrika’dan getirilen kölelerin müziği olarak ta bilinen Blues hüzün, umut, özgürlük ve derin acıyı anlatan şarkılardan doğmuştur.
Blues, 1865 yılında köleliğin kaldırılmasıyla birlikte Amerika içinde yaygınlaşmaya başlar ve 1910’lu yıllardan itibaren Amerika’nın tamamına yayılır. İlkönce Amerika’da bulunan birçok şehirdeki kültürle harmanlanan Blues 1930’larda birde Caz müzikle harmanlanınca ortaya bugünkü dinlemeye doyum olmayan tarzı ortaya çıkar. Genelde ‘çağrı ve cevap’ şeklinde akan akorların tekrarlayan şeklidir.
Chicago’nun ise kendine has olan Chicago Blues tarzı birçok enstrümanı içermekte ve bunu icra eden şarkıcılarını ise, günümüzün yüksek enstrüman hakimiyeti, güçlü ritim ve armoni bilgisine sahip mükemmel müzisyenleri olarak karşımıza çıkarmaktadır.
İlk başlarda sokak müziği olarak ta bilinen Blues inanılmaz kısa bir sürede popüler müzik tarzlarından biri haline gelmiş ve Amerika’dan kısa bir süre sonra İngiliz sanatçıları da derinden etkilemiştir.
Chicago’da ilk başlarda sadece zenci şarkıcılar tarafından söylenen ve neredeyse hiçbir beyazın gitmediği Blues barlar, kısa sürede beyaz şarkıcıların da Blues söylemeye başlaması ile kültürün bir parçası olmuşlar.
Eğer yolunuz Chicago’ya düşerse bir gecenizi mutlaka bir Blues Bar’a ayırın. Benim inanılmaz keyif aldığım Kingston Mines’ı (www.kingstonmines.com) şiddetle öneririm. İki ayrı sahneden oluşan barda her gece birbirini takip eden performanslar var. Haftanın ayrı gecelerinde yolunuz düşerse de birbirinden farklı gruplara rastlayabiliyorsunuz.
Kova içinde aldığınız buz gibi biralarınızın yanında hafif atıştırmalıklarınızı yerken Blues müziğin keyfine varın. İlk gittiğimiz akşam Duke Tometoes’un ikinci akşamda ise Linsey Alexander’ın performansı vardı ki seyredenlerin arasında dolaşarak seyircileri de şarkılarına katması çok eğlenceliydi.
Metin ve Fotoğraflar: Banu Demir
07.05.2013