İztv’deki Sırtçantam kuşağı için Likya Yolu’na 5 bölümlük program çekmiştim. 4. bölümü çekiyor ve Babadağ’ın Akdeniz’e bakan yamaçlarda yürüyorduk.
Görüntü yönetmenimiz Aziz Serdar Sönmez, program danışmanımız Celal Güzelyürek ile birlikte yürüyorduk. Gavurağılı’ndan Bel’ e doğru o meşhur dik yokuşu yeni tırmanmıştık.
Yol yeni düzlenmiş, hedefimiz Yediburunlar’dı. Yokuşta hiç kimseye rastlamamıştık (o yokuşta bizden başka akıllı (!) kimse yoktu) ve program bir az yavan olmuştu. Programı renklendirmek için yaylacı, yöre insanı arıyorduk ki karşımıza bir amca çıktı.
Hemen çobanlık yapan amcaya doğru çölde su bulmuş gibi koştuk. Bir sorun vardı, amcanın kulakları duymuyordu. Epeyce yüksek sesle konuştuk kendisi ile. Program çektiğimizi, yolda kendisine rastlayıp selam verip bir soru sorup geçeceğimizi belittik. Sorumuz gayet basitti. Aslında cevabı basitti. Amca sadece ‘Yediburunlar’a gider’ diyecekti. Amca gayet sakin anlamış gibi yaptı.
Ve motor…
Celal Güzelyürek ile birlikte tam amcanın yanından geçerken ben soruyu sordum: “Amca bu yol nereye gider?” Amca hiç istifini bozmadan cevap verdi: “Nereye istersen oraya gider” diye. Hiç bozuntuya vermeyip o sahneyi öyle çekip yayınladık.
Evet, bütün yollar biz nereye istersek oraya gider. Nerede olursak olalım, hangi şartlarda olunursa olsun, biz ne yapmak istersek o olur. Gerçekten istedikten sonra her şey olur. Ama gerçekten istemeli. Benim yolum belli, nereye istersem oraya gidiyorum. Gitmek ve kalmak istediğim her yerde samimi durdum. Gerçekten…
Aylar sonra Haşmet Babaoğlu’nun Sabah Gazetesi’ndeki köşe yazısında amcanın bizi keklediği yazılıydı.