Tarih 10 Temmuz 2018’i gösterirken benim için yeniden doğuş başlıyor. Çünkü nefes alarak gözlerimi açtığım her yeni gün, yeniden doğmak demek. Üstelik varacağım yer ve yolda olmak yeterince keyifli iken, bir de bunu gerçek doğa ve kültür dostları ile paylaşmak en güzel hediye. Eh, gerisi de zaten uzuuun bir hikâye…
Ulanbator’da sabah kahvaltı sonrası otelimizden ayrılıp, dünyanın en büyük atlı heykeli ve müze kompleksini içeren Cengiz Han Anıtı’nı ziyarete gidiyoruz. Festival nedeniyle şehir oldukça kalabalık ve tabii ki trafik İstanbul’u aratmayacak kadar yoğun, ancak akıcı.
Cengiz Han Anıtı başkent Ulanbator’a bir saat uzaklıkta Tsonjin Boldog bölgesinde yer alan, kaidesi hariç 40 metre boyundaki heykel, insan eliyle yapılan 100 harika eser arasında yer alıyor. Hafif bir tepe üzerinde bulunan yapının yeri, tesadüfen seçilmemiş. Efsaneye göre burası Cengiz Han’ın ‘altın kırbacı’ bulduğu yer. Heykel, Cengiz Han’dan Borjigin Han dönemine dek hüküm süren Moğol İmparatorluğu hanlarını sembolize eden, 36 sütunla tamamlanmış. 10 metre yükseklikteki platforma, yağmur altında rüzgârla hafif savrularak merdivenler ve eğimli yolları aşarak varıyoruz. Moğollar, Cengiz Han’a sevgilerini 2008 yılında, bozkırın ortasında yaptıkları paslanmaz çelikten yapılan bu heykelle tüm dünyaya yeniden duyurmuşlar. Atının sırtında, elinde kamçısı ile bir zamanlar sahip olduğu uçsuz bucaksız topraklara bakmaya devam ediyor.
Girişle beraber karşımıza, 600 kadar manda derisi ile yapılan dünyanın en büyük otantik işlemeli çizmesi ve Cengiz Han’ın asası çıkıyor. Kaidede müze, sanat galerisi, restoranlar, hediyelik eşya satan dükkânlar var.
Grubumuz toplu halde, yerel rehberlerimiz eşliğinde müzeyi gezmeye başlıyoruz. Farklı zamanlarda ger çadırların boyut olarak nasıl değişim geçirdiğini, içindeki eşyaları, yaşam kültürlerine ait canlandırmaları, evlerinin bir parçası olan hayvanlarını, bu sunumlarıyla daha yakından tanıyoruz. Han ve hatuna ait balmumu heykeller, Cengiz Han’ın oğullarına ait canlandırmalar, duvar kilimleri, kılıçlar, kalkanlar, miğferler, at başı şeklinde başlıklar taşıyan harika yerel çalgıları ‘marunkor’ (hatırladığım ismi bu idi ), eğerler, yüzyıllar öncesi günlere göndermeler yapan resimler. Tüm bunları gezerken otantik Moğol ezgileri bize yoldaşlık ediyor. İnsanlığın en saf ya da yalın hali burada. Doğanın bir parçası olmak, her haliyle yaşama dokunmak, dağlara, bozkıra, nehirlere karışmak işte bu ötesi var mı? Varsa da uzuun bir hikâye.
Ziyaretçileri üst kata taşıyarak, heykelin at kafası bölgesinde, tüm bozkırı izlemelerine fırsat tanıyan gözlem güvertesinde ise manzara tam anlamıyla muhteşem. Asansör ve merdiven yardımıyla ulaşıyoruz. Panoramik inanılmaz bir görsel tablo bu. Fotoğraf ve videolar çekerek bu anları kendimizce ölümsüzleştiriyoruz. Yağmurluklarımız savrulurken rüzgârla, Cengiz Han tüm heybeti ile her an canlanacak gibi. Akınları ile kendisine ihanet eden ya da baş eğmeyi reddeden tüm imparatorları ve halkları, hayvanları ile kılıçtan geçirecek belki. Çocukluğunda yaşadığı tüm dışlanmışlıkları, esaretleri, kayıpları ve belki de gençliğinde yaşadığı bütün acıları da o coğrafyalara gömecek. Gittikçe sert esen rüzgâr, bunları fısıldıyor sanki kulaklarımıza.
Birazcık ıslanıp, çokça üşüyoruz. Yeni gelenlere fırsat vermek için alt kata inip, restoranında sıcak bir şeyler içiyoruz. Görüş alanımızda süvarilerin heykelleri var, yakından görmeden ayrılmak istemiyorum.
Dünya nüfusunun 1/7’sini (o yıllarda yaklaşık 50 milyon) yok eden bu büyük imparatorluğun atlı komutanlarının heykellerinin yanına gidiyorum. Zırhları, başlıkları, yayları, kollarındaki kartalları, heybetli görünümleri ile oldukça etkileyiciler. Daha arkalarda turistik ger çadırları serpiştirilmiş. 5 milyon dolar harcanarak yapılan bu anıt ve çevresinin turistik anlamda daha geniş bir komplekse dönüştürülmek üzere olduğu bilgisini de alıyoruz.
Rotamız şimdi Vezir Tonyukuk anıtına
Neler anlatılmış, neden önemli bu anıt? Ve kimdir Tonyukuk? Bilgileri tazeleme zamanı; dokunarak, görerek, işiterek ve tam da yerinde. Tarihte, 1. Göktürk Devleti’nin bölünmesi ile başlayan ve Çin egemenliğine girişi ile sonlanan bir zaman aralığı var. Vezir Tonyukuk, işte kargaşanın hüküm sürdüğü bu zamanlarda dünyaya gelir. Bozkırın özgür çocukları, esarete katlanamamışlardır. Özgürlük isteği ile ayaklanınca, Çin için pek huzurlu geçmemiş bu dönem. İlteriş (Kutluk) Kağan, dağılmış boyları yeniden birleştirip 2. Göktürk Devleti’ni kurmuş. Bilge Tonyukuk’u veziri ilan etmiş. Böylece yıllarca süren görevi, İlteriş’in oğulları Bilge Kağan ve Kül Tigin döneminde de devam etmiş.
Bilge Tonyukuk iyi bir stratejist, taktik ustası olarak tarihteki yerini almış. Batılı Türkologlar ondan Türklerin Bismarc’ı olarak bahsederlermiş. Anıtlar Moğolistan’ın Bain Çoktu bölgesinde, MS 720-725 yılları arasında dikilmiş. Çeşitli halk kitlelerine hitap ettiği için sade ve sanatsız bir dil kullanmış. Dört cepheli, iki dikilitaşta yukarıdan aşağıya yazılardan oluşuyor. Kitabelerde, hatırat tarzında bilgiler verilmiş. Kendisini tanıtıp, doğduğu bölge ve zamana ait bilgilerden sonra, Göktürklerin Çin esaretinden nasıl kurtulduğunu ve bu konuda kendi üzerine düşeni nasıl yaptığını anlatmış. Alanda yapılan çalışmalarda heykeller, balballar, harabeler, su kanalları da bulunmuş. Önce Rus, sonra Danimarkalı tarihçiler yazıtlar üzerinde çalışmış ve çözmüşler yazılanları. Araştırmalar farklı ülkelerden bilim insanları tarafından devam ettiriliyor.
Türk adının geçtiği ilk metinler olduğu için tarihsel önemi büyük olan Göktürk yazıtları; Kül Tigin ve abisi Bilge Kağan’a ait olan ilk iki abideyi (bengi taş) gezinin devamında çok istesek de görme fırsatı bulamıyoruz. Hayvanlarda görülen hastalık nedeniyle bölgenin karantina altına alınması, çok yaklaşmamıza rağmen geri dönmek zorunda kalışımız heyecanımızı biraz gölgeliyor. Ancak Vezir Tonyukuk Anıtı’na dokunmak, bu bilgeyle aynı zamanı paylaşmak gibi geliyor bana; O anlatıyor ve ben dinliyordum yaşadıklarını adeta. Aradaki yüzyıllara gelince işte o, uzuuunca bir hikâye.
Otelimize dönmeden önce uğrayacağımız iki yer daha var. Birincisi, çadır hayatı yaşayan yerel bir aileye konuk olmak, diğeri de Terelj Milli Parkı’nda geleneksel ger kampına öğle yemeği için uğramak.
Sonsuz bozkırın özgür insanlarının evine, renklerine konuğuz, tüm merakımızla. İhtişamı ve yine tüm yalınlığı ile ısıtıyor içimizi. Evin hanımı ve henüz yeni hamile olan güleç yüzlü yerel rehberimiz bilgilendiriyor bizleri. Kız ve erkek çocukları nar gibi kızarmış yanakları ile tüm sevimlilikleri ile çevremizdeler. Kurutulmuş tuzlu peynir bizdeki şeker ikramı gibi sunuluyor öncelikle. Ilık tuzlu sütün de tadına bakıyoruz tek çanaktan, hepimiz. Koklamak için verilen bir şişe elden ele dolaştırılıyor. Bunun çok özel bir anlamı olduğunu, kendi aralarında gerçekleştirdikleri bu özel seremoninin önemini gezi dönüşü yaptığım araştırmalarımda daha iyi anlıyorum. Ger çadırının bir köşesinde ibadet yapılan minik heykelciklerin olduğu bir alan, yatakların, dolapların, televizyonun olduğu köşeler, oyuncaklar, kürklerin sergilendiği vitrinler var. Çadırın ortasında minik bir masadan oluşan küçük bir mutfak; masa ve az sayıda kap ve kâseden oluşuyor. Tam ortada ısınmak ve yemek yapmak için kullanılan sobaya yanaşıp medeniyetle üşüyen yüreğimizi biraz ısıtmalıyız diye düşünüyorum. Ancak çadırın içine bir anda bırakılan iki kara gözlü kuzu aklımı alıyor. Nasıl çocuklaşıp birini yakalayıp, kucakladığımı ve kokladığımı hatırladıkça hâlâ gülümserim kendime. Misafirliğe son verip ayrılırken, hemen yandaki daha küçük ger çadırına gözüm takılıyor. Burada yine bir sürprizle, minik bir çığlık atıyorum. Annelerinin yanında kıvrılıp yatan iki yavru kedi çok sevimli, yumuşacıklar. Fazla uyandırmadan hafifçe mıncıklamak benim hakkım..Dünyanın enerjisinin yüksek olduğu bir coğrafyadayım. Hayata, kalbi ile bakan insanların ülkesinde. Tanrının evinin, insanların yüreği olduğunu görüyorum. Gerisi, uzuuun bir hikâye.
Öğlen yemeği için yol alırken, tepelerin üzerinde veya yol kenarlarında bulunan taş-toprak yığınaklarını, yani oboları (ovo, yığın) görüyoruz. Tepelerinde söğüt dalları dikilmiş. Kutsal sayılıyorlar. Yola çıkan her Moğol, atından inip ibadet eder ve yolunun açık olmasını istermiş. Mutluluk dilerken, obonun tepesine birkaç taş ya da bir avuç toprak eklermiş.
Tepelerinde, dallara asılmış mavi bezler göğü simgeliyor. Moğol çobanlar; obaların, dağların kendilerini koruyacağına, esirgeyeceğine, besleyeceğine inançla yaşarlarmış. Biz de aynı inançla obonun çevresinde 7 dönüş yapıyor ve dileklerimizi sıralıyoruz.
Terelj (Gorkhi-Terelj) Milli Parkı, turistleri enfes lezzetleriyle ağırlayan bir ger çadırına sahip. Hepimiz farklı çeşitler sipariş edip, keyifle birbirimizin yemeklerinin tadına da bakıyoruz.
Sonsuzluk ülkesinin temiz havası ile yıkanan ruhlarımız artık gümüş obalarda, altın dağlarda. Gerisi mi? Artık siz de biliyorsunuz. Bozkırın kalbinde, uzuuun biiiir hikâye…
Metin ve fotoğraflar: Deniz Can / Kartalın Gölgesinde -7
10.07.2018