Türkiye’de o kadar güzel cennetler var ki görmemiz gereken, o yüzden arzular ertelenmemeli, heyecanlar asla ötelenmemeli. Ankara’nın bunaltıcı geçen bir haftasının ardından hafta sonunda ne yapalım diye düşünürken aklıma Dilek Yarımadası’na gidip hem trekking, hem yüzme yapabileceğim, hem tadına doyum olmayan bir manzara seyredip ruhumu mutlu etmek geldi. Elbette amaç mutlu olmak olunca hiç ruhumuzu ikiletmeden Cuma akşamı yola çıktık.
Dilek Yarımadası Mili Parkı, Mavi Bayraklı, Güzelçamlı sınırları içinde ve Kuşadası’na 28 kilometre uzaklıkta Aydın Efeleri’nin seslerini içinde barındıran Aydın Dağları’nın uzantısını oluşturuyor. Milli parka girer girmez doğal güzellikle gözleriniz kamaşıyor. Orman denizle kucaklaşmış size masallar anlatıyor sanki. Hangi koya gireceğinizi hangi koydan denize merhaba diyeceğinizi şaşırıyorsunuz.
Dilek Yarımadası altı koyu bünyesinde barındırıyor. İçmeler Koyu ilk koy. Aydınlık, Kavaklıburun, Karasu, Çamlık ve Dipburun, Kızlar koylarına tek tek girip hepsinde bizlere ev sahipliği yapan domuzlarla sohbet ettik. Önce tabii ki korktum domuzun üstüme geldiğini görünce ama sonra anladım ki bu domuzlar insanlarla dost olmuş ve sizi dinliyorlar. Yerli halkla birlikte piknik yapıyorlar.
Deniz muhteşem ve çok temiz. Yunanistan elinizi uzatınca tutabilecekmişsiniz gibi yakın bize. Ormanın yeşili ile denizin mavisi bir birine bu kadar karışınca muhteşem bir renk karışımı ortaya çıkmış. Kıyı bir birinden güzel taşlarla dolu. Her biri sanki bir tarihi anlatıyor bizlere.
Amaç elbette trekking yapmak. O yüzden biraz yüzdükten sonra muhteşem bir yürüyüş kanyonuna doğru hareket ediyorsunuz. 15 kilometrelik bir yürüyüş yolu içerisinde bünyesinde barındırdığı karaçam, karaselvi, erguvan, Finike ardıcı, defne, sandal ağacı, zeytin, meşe türleri, akçaağaç, ıhlamur, kestane, çınar, zakkum, kokarçalı, hanımeli, kavak ve aklımda kalmayan daha birçok tür ağaç size ev sahipliği yapıyor. Akdeniz bitki örtüsünün hemen hemen tamamı var. Kuşlar şarkı söylüyor kulağınıza inceden inceye. Yürüyüş parkurundan ormana girmek ve ateş yakmak kesinlikle yasak.
Yürüyüş öncesi aldığımız bilgilerden parkurun zorluk derecesinin 11 kilometre çıkış 4 kilometre iniş olduğunu, zirvede rakımın 900 metreye ulaştığını ve yaklaşık 6 saat sürecek parkurun sonunda Türkiye’de en iyi şekilde restore edilmiş eski bir Rum köyü olan Eski Doğanbey ve ‘Milli Parklar Ziyaretçi Tanıtım Merkezi’nin ziyaret edilebileceğini öğrenmiş olmamıza rağmen hem sürenin darlığı hem de günün yorgunluğu parkuru tamamlatamadı bizlere. Ama parkurda gidiş dönüş olmak üzere toplam 14 kilometrelik yaptığım yürüyüşte içimize çektiğimiz oksijen ve gördüğümüz doğal güzellikler sonucu yeniden bu parkura geleceğimize ve Rum köyünü mutlaka ziyaret edeceğimize söz verdik kendi kendimize.
Dönüşte Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın giriş kapısının sol tarafında, 200 metre içeride bulunan Zeus Mağarası’na girdik.
Mağaranın girişi, 20 metre kadar kaygan taşlı patikadan oluşuyor. Sanırım Dilek Milli Parkı’nın adından dolayı mağaranın sağında ve solunda bulunan ağaçlara gelenler ‘Dilek’ için bez parçaları bağlamışlar. Elbette biz de bağladık.
Mağaraya girildiğinde, mavi-yeşil renkli su; dağdan gelen tatlı suyun ve denizden gelen tuzlu suyun karışımı bir maden suyuna dönüşmüş. Göktanrısı Zeus, kardeşi Poseidon’u kızdırdığında elindeki üçlü yabasını kaldırarak dalgaları kabartıp, denizi altüst eden Poseidon’un gazabından kaçıp sakinleşmesini beklemek için bu mağaraya sığınır, dinlenir ve yıkanırmış. Bizde bütün günün yorgunluğunu mağaranın serin sularında yüzerek giderdik.
Ankara dönüşünde iki kişilik ekibimizin aklında tek bir düşünce vardı. Türkiye’de o kadar güzel cennetler var ki görmemiz gereken, o yüzden arzular ertelenmemeli, heyecanlar asla ötelenmemeliydi ve iyi ki biz öyle yaptık.
Metin ve Fotoğraflar: Füsun Demiray
27.12.2010