Tatil öncesi duruma bakış: Her şeye rağmen yollarda olmak, bunun insana verdiği huzur ve mutluluk duygusunun tarifi imkânsız; belki de bu duygu yerleşik hayata geçmeden önce atalarımızın göçebe hayatının bir uzantısıdır kim bilir?
Bugünkü istikamet Kıbrıs! Gitmeyi hep düşündüğüm yer ve gitmeye karar verdiğimden beri uçuyormuş hissi içindeyim. Adada olmak, dört tarafı sularla çevrili bir kara parçasında bulunmak insana değişik bir his yaşatıyor. Sanki büyülü bir dünyaya gidiyormuş gibi. Yüzyıllar önce atalarımızın dünyası olan, düz tepsi gibi bir dünya ve etrafında olan sularla çevrili bir ada hayalinin tam ortasında olacağım. Bu dünya tüm dertleri kederleri alıp götürecek denizin kokusu yeşilin rengi cennetteymiş hissi verecek.
Şimdilerde hep kumarhanesi ile anlatılan Kıbrıs’ın tarihine bir giriş yapalım gitmeden adayı keşfe çıkalım. Zaten tatilin en eğlenceli yanı çıkmadan önceki heyecan değil midir?
Her şeyden önce Kıbrıs ile ilgili mitolojik hikâyeyi anlatmak istiyorum. Efsaneye göre köpüklerden doğan Afrodite’nin bu topraklarda karaya çıktığı ve yaşadığı rivayet edilmektedir. İtalyan ressam Sandro Botticelli’nin, ‘Venüs’ün Doğuşu’ isimli tablosunda bu konuyu işlemiştir. Arkadaşların bu sahneyi canlandırmaya çalıştıkları fotoğrafta görülmektedir.
MÖ 7000-3000 Yeni Taş Devri
MÖ 3000-1500 Bronz Çağı
MÖ 1500-1450 Eski Mısır Dönemi
MÖ 1320-1200 Hitit Dönemi
MÖ 1200-1000 Eski Mısır Dönemi
MÖ 1000-710 Finikeliler Dönemi / Kıbrıs Şehir Krallıklarının Kurulması
MÖ 710-609 Asurlular Dönemi
MÖ 609-525 Mısır Dönemi
MÖ 525-333 İran Pers Dönemi
MÖ 411-333 Pers ve Eski Yunan (Helen) Dönemi
MÖ 294-58 Ptolemiler Dönemi
MÖ 58-MS 395 Roma Dönemi
MS 395-1190 Bizans Dönemi
MS 1190-1191 Haçlılar Dönemi (I. Richard)
MS 1191-1489 Lüzinyan Dönemi
MS 1489-1571 Venedik Dönemi
MS 1571-1878 Osmanlı Türk Dönemi
MS 1878-1960 İngiliz Dönemi
MS 1960-1974 Kıbrıs Cumhuriyeti
MS 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı
MS 1974-1983 Kıbrıs Türk Federe Devleti
MS 1983 – … Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
İnanılmaz neredeyse medeniyetin var olduğundan beri önemini ve değerini hiç kaybetmemiş bütün uygarlıkların uğrak yeri olmuş.
Gezinin birinci günü
Hayat! Ne yazık ki sağlığımızı kaybettiğimizde aklımıza gelen, iyileşince dünya dertleri ve kişisel hırslarımız uğruna harcadığımız hayat. Ne çok hırpalıyoruz kendimizi. Dönüp baktığımızda ise ne kadar boş olduğunu anlıyoruz. Ceviz kabuğu doldurmayacak konuları kendimize dert ediyoruz. Tıpkı Kıbrıs’a gitmeyi çok istediğim, bir sürü para döktüğüm halde, kendi yaptığım hata yüzünden bir gün gecikmeli gitmem dolayısıyla kendimi hırpalamam gibi. Kaybedilen bir gün sadece, tekrar gidilebilecek, telafi edilebilecek bir şey. Ama bu konu yüzünden girdiğim stres ve vücuduma verdiğim talan nasıl telafi edilecek acaba? Biz hırslarımız peşinde kavrulurken vücudumuz beynimiz bizden gelen yersiz darbelerle, kendi iç savaşıyla yorulmuyor mu, yıpranmıyor mu? Geçer diyoruz her defasında ama en başta kendimizi üzmemeyi öğrensek keşke. Bir sonraki gün için bilet almam bile gezi yazımı yazmak için bir sürü söyleyecek sözüm oluştu. Gitmesem de gezi anıları oluşmuştu. Yaşanırken acı acıdır ama anılar tatlıdır. Hayatı sorgulayacak zaman belki de nefes almamı sağlayacak bir süre üzerinde düşünülecek konular. Neyse kendi dertlerimle gezi yazımı bozmadan başlayayım Kıbrıs’ı anlatmaya. Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere MÖ 7000’lere kadar eskiye giden neolitikten itibaren yerleşim görmüş nadide ada.
Yapılan araştırmalar göstermekte ki ada uygarlıkların kurulduğu tarihten itibaren de bu cennetin bir parçası olan adaya her uygarlık kendince isimler vermiştir: Mısır ve Hitit kaynaklarında adaya Alaşya (Alasya, Alashia) veya Asi; Fenikeliler zamanında Hetim (Hettim); Asur belgelerinde ise Yatnana veya Ya adları verilmiştir. Bazı dönemlerde Kıbrıs’ta kurulan Amatusya, Salaminya ve Pafya şehir devletleri de adanın ismi olarak kullanılmıştır. Ayrıca Kıbrıs adının, ana kraliçe Kibele’ye Kıbrıs adasında verilmiş olan Kipris adından, bakır sözcüğünün İbranicedeki karşılığı olan kopher kelimesinden veya Akadca ve Lâtince karşılığı olan cuprum adından ya da Kıbrıs’ta çok fazla bulunan servi ağaçlarının Lâtincesi olan Cypress sözcüklerinden geldiği rivayet edilmektedir. Selvi ağaçlarının mezarlıklarda kullanılan Müslümanlar için elif e benzediği için, rüzgârda hu sesleri çıkarttığı ve antiseptik özelliklerden dolayı kutsal sayıldığı rehberimiz tarafından söylendi.
Bizim tarihimiz açısından ise adaya “AYŞE TATİLE ÇIKTI” kelimeleri damgasını vurmuştur. Dönemin başbakanı rahmetli Sayın Bülent Ecevit zamanında Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs’a büyük bir çıkartma yaparak Kıbrıs savasına son vermiş ve 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuş ve rahmetli Rauf Denktaş tarafından idaresi sürdürülmüştür. O zamana kadar adada yaşayan Rumlar ve Türkler arasında büyük savaşlar ve iki tarafta da acı kayıplar olduğu söylenmektedir. Dünyadaki hiçbir savaşın kazananı olmadığı gibi sivil halkın özellikle kadınlar ve çocuklar bu durumdan dolayı büyük acılar yaşamıştır.
Gezinin ikinci günü
Sabahın ilk ışıkları ile yola düşüyorum. Bu sefer hava yolları kontrollerinden çok hızlı ve sorunsuz bir şekilde geçerek uçağımı beklemeye başlıyorum. Uçağın saatinin gelmesi ile yolculuk başlıyor. Bulutların üstünde devam eden yolculuğumuz uçak adaya inişe geçerken birden karşıma çıkan alabildiğine uzanan yeşil ovalar ve adanın güzelliği beni büyülüyor. İstemsizce “ne kadar yeşil” diyorum. Yanımda oturan kadın “Evet Kıbrıs yemyeşildir” diyor. Kendimi bir an Heidi’nin koşturduğu Alp dağlarında olduğum hissediyorum. İnsan bir ömür mutlu yaşar bu adada diye geçiyor aklımdan. Havadaki hafif güneş altında ve güzel bir bahar günü havası ile karşılaşıyorum.
Uçak yolculuğu sırasında ve gezide “Kıbrıslı mısın?” diye sorduğum insanların “Kıbrıs doğumluyuz ama Türk asıllıyız” diye kendilerini Rumlardan ayırmaya çalışması dikkatimi çekiyor. Bu durum bir yanı Türk vatandaşı bir yanı Kıbrıs vatandaşı olmanın arada kalmışlık duygusu oluşturduğunu akla getiriyor.
Kıbrıs’ta dikkat çeken diğer konular ise, insanların aksanlı konuşması ve arabaların direksiyonlarının sağ tarafta olması.
Ekibe Lefkoşa’da katılmamla beraber içinde bulunduğum stres birden kaybolup geziye kaldığım yerden devam etmeye başlıyorum. Fotoğraf sevdalısı sayın hocamız M. Zeki Güven ve 14 kişilik ekip ile buluştuktan sonra ilk karşıma çıkan yer Kumarcılar Hanı oluyor. Burada önemli nokta buraya kumar oynanan yer değil ‘kumarı’ yani sepet işleri anlamı gelen bir isimden dolayı Kumarcılar Hanı denmesidir. Bu hanın sepet işleri yapılan bir Osmanlı hanıdır. Venedik yapısının üstüne kurulmuştur. Eski han bugün atölyelerin olduğu ve hanın ortasında kurulan kafe ile tarihi dokuyu hissetmek isteyenler için hizmet vermeye devam etmektedir.
Kumarcılar Hanı
Kumarcılar Hanı ve devamında bulunan tarihi yapılar ve tarihi sokak boyunca yürümeye devam ediyoruz. Bu sefer bir diğer han olan Büyük Han bizi karşılıyor. Bu yapıda Osmanlı döneminde yapılmıştır. İlk zamanlar alt kat hayvanlar üst kat insanlar için kullanılırken İngilizler tarafından adanın alınması ile hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1963 tarihinde Rumların Türk köylerine yaptığı saldırılardan sonra ortada kalan köylülerin yaşam alanları olmuştur. Tarihi yapı yapılan restorasyonlardan sonra hala yaşamaya ve adalı insanlara hizmet vermeye devam etmektedir. Yapıların inceliği ve tarihi dokunun güzelliği ile dikkat çekmektedir.
Büyük Han
Lefkoşa belediyesinin, gelen turistlere verdiği şehri rahat ve kaybolmadan gezmemizi sağlayan hizmeti bizi tarihi alanlara gelmemiz ile karşılıyor. Yollarda yapılan mavi çizgi, hiçbir turisttin kaybolmaması ya da herhangi bir tarihi yapıyı görmeden gitmemesi sağlanmış. Küçük ama anlamlı bu adım ile ada gezisi daha eğlenceli hale gelmektedir.
Gezinin devamında gittiğimiz ilk adı St. Sophia Katedrali olan Selimiye Cami ile karşılaşıyoruz. Yapı bir katedral olarak hizmet verirken adanın Osmanlı hâkimiyetine geçmesi ile camiye dönüştürülmüş ve ilk toplu cuma namazı bu camide kılınmıştır. Caminin yanında yer alan kilise de bu adada var olan hoşgörünün bir göstergesidir. Yapının detaylarına bakınca; 1209-1326 arasında yani bir asırdan fazla süren inşaat halen tamamlanamamıştır. Söz konusu camide dikkat çeken ekleme ise dönemin Osmanlı padişahı Abdülaziz’in Kıbrıs’a geleceği haber edilince Kıble yönünde camiye girmesi için yeni bir kapı açılmasıdır. Yakın zamanda minare yanındaki kiliseye yıkılmış ve minare tekrar yerine konulmuştur. Yani cami bu gün bile bir şeyler eklenerek yaşamaktadır.
Selimiye Cami
Adada bulunan ilk sosyal konutların bulunduğu tarihi mahalle, halen eski günlerini yâd eder gibi yaşamaktadır. Samanbahçe evleri olarak geçen mahalle, Şaban Paşa Vakfı’na ait arazi üzerinde Kıbrıs’ta gerçekleştirilen ilk sosyal konut projesi olarak tarihe geçmektedir. S
Samanbahçe Evleri
Servise binmeden önce, Venedik Sütunu, Girne Kapısı ve Kıbrıs Surları bizi uğurluyor.
Venedik Sütunu
Aslen Trabzonlu olan ama doğma büyüme Kıbrıslı olan rehberimiz Sayın Serkan Ceryan engin bilgisi ve değerli tecrübeleri ile gün boyu bizi aydınlatmanın yanında, kaçırdığım gün için, yani gezinin ilk günü hakkında bilgileri kendi kaleminden aktarıyor:
Gezilen yer Gazimağusa, Kıbrıs’ın liman ve kültür kenti. Özellikle haçlı seferlerinin uğrak noktasıdır. Tarihi surlar Venedikliler tarafından 40 yıllık bir çalışma ile yapılmış bir eserdir. Alman aristokratları tarafından en zengin şehir olarak gösterilmektedir. Surlar içinde Gotik mimarinin en güzel örneği olan St. Nikolas Katedrali günümüzdeki adı Lala Paşa Cami görülmeye değerdir. Yanı başında bulunan 1299 yılında dikilmiş olan anıt ağaç yapının güzelliğinin ve değerini perçinlemektedir. Hemen yanında Lüzinyan ve Venedik Sarayı ile vatan şairimiz Namık Kemal’in yattığı zindanı bulunmaktadır. Şairimiz ‘Vatan yahut Silistre’ adlı eserinden dolayı burada sürgüne gönderilmiştir.
Akşam fotoğraf sevdalısı ekip ile yapılan sohbette Zeki hocamız (aslen Trabzonlu olan hocamız üniversite hayatında başlayan fotoğraf sevdasını 37 yıl boyunca bıkmadan usanmadan devam ettirmektedir. Bu bilgi birikimini öğrencilerine aktarmak için canla başla uğraşmaya ilk günkü fotoğraf sevdası ile fotoğraf çekmeye devam etmektedir) “Kıbrıs’ın tarihi dokusu inanılmaz güzellikte olmasına rağmen sadece kumar ve içki merkezi olarak anılması Kıbrıs’a yapılan en büyük bir ihanettir. Kültür ve fotoğraf bir araya geldiğinde iş başkalaşmaktadır. Bu çalışma ile en ufak ayrıntı bile büyük anlamlar kazanmaktadır. En son gittiğimiz sosyal yapıların olduğu mahalle inanılmaz güzellikte ve gördüğümüm birçok yerden daha değerli görülmektedir. Bu güzellikteki dokuların ve yapıların buraya gelenler tarafından görülmeden gidilmemesi gerekmektedir” şeklinde açıklamasıyla Kıbrıs’ın değerine vurgu yapmaktadır.
Gezinin üçüncü günü
İlk durak Beylerbeyi Köyü eski adı Bellapais olan köyde bulunan Beyaz Giyen Meryem Ana Manastırı bizi karşılıyor. Burası rahiplerin beyaz giymesinden dolayı Barış Manastırı olarak anılmaktadır. Manastırın ünü ve zenginliği ile 1246 yılında ön plana çıkmıştır. Katolik kilisesi olarak yapılan manastır sonrasında Ortodoks kilisesi olarak hizmet vermiştir. Güzel bir gotik manastır örneğidir. Orijinal ismiyle Bellapais Manastırı olarak bilinir. 1974 yılında kapanmış şimdi müze olarak gezilmektedir. Burada bulunan İncil çalınarak Vatikan’a satılmıştır. Bu incirin önemi ise, bilinen 4 İncil dışında bulunan 5. İncil yani Barnabas İncil’i olması ve bu İncil ’de 4. din olarak İslamiyet’in geleceğinin ve Hz. Ahmet’in (Hz. Muhammed SAV.) başak gibi yeşereceğinin müjdesinin verilmesidir.
Meryem Manastırı
Manastırdan sonra rotamızı Venedikliler zamanında yapılıp halen aktif olarak kullanılan 500 yıllık marinaya çeviriyoruz. Burada bulunan Karaaltın Ambarları olarak bilenen ambarlarda keçiboynuzu taşındığını öğrenmek şaşırtıyor bizi. Sonrasında rehberimizden; keçiboynuzu pekmez, un, jelâtin, hayvan besini, afrodizyak, pestil, kozmetik, tıp, kaset plak ve çekirdeğin 0.02 gram gelmesi nedeniyle terazide kullanıldığını öğreniyoruz.
Rehberimizi söylediği bir tekerleme dönüyor aracın içinde:
Girne Girne içine girme
Girersen gezme
Gezerken eğlenme
Eğlenirsen evlenme
Evlenirsen döllenme
Tekerlemesi Girne’ye köyden alışveriş için giden gençler için söylenirmiş. Yani Girne’ye gidersen mutlaka köyüne geri dön anlamında.
Turizmin %60’ının Girne’de olduğunu öğrendiğimizde çok da şaşırmıyoruz. O kadar güzel bir şehir ki insanlar daha ne ister? Ama ne yazık ki turizmin karanlık yüzü buraya da ulamış. Son dönemlerde popüler olması ve turist çekmesinden dolayı ciddi bir imar çalışması başlamış ve güzelim bahçeli evler taş bloklara dönüşmüş.
Gezimizin bir diğer durağı; Beşparmak Dağı’nda bulunan Hilarion Kalesi’dir. 3 kaleden biridir. Kale ile ilgili en dikkat çeken hikâye 1920’de Walt Disney’in Kıbrıs gezisi sonrasında buradan esinlenmiş olmasıdır. Kale, 1959 da İngilizler tarafından restore edilmiş, 1964’den 1974’e kadar mücahitler tarafından karargâh olarak kullanılmıştır.
Hilarion Kalesi
Gezimize, Karaoğlan şehitliği ile devam ediyoruz. Şehitliğe gelenlere askerler tarafından tiyatral bir şekilde özel hazırlanmış gösteri ile savaş zamanına küçük bir yolculuk yapıyoruz. Alanda bulunan savaşlarda kullanılan silahların karanlık yüzü karşılıyor bizi. Bu yeşillik cennet adada bu katliamım ne işi var diyorsunuz. İnsanların yaşadığı acılar buruyor içimizi Kıbrıs çıkartması sırasında Türkler tarafından verilen ve sonrasında Amerikalıların inanamadığı ve “siz çılgınsınız” dediği çıkartmanın yapıldığı küçük koyu görüyoruz.
Karaoğlan Şehitliği
Son durağımız Mavi Köşk; İnanılmaz tek kelime ile. Görüntüsü Godfather olarak nitelenebilecek olan İtalyan asıllı avukat Paulo Paolides’in kendisi için yaptırdığı kale gibi ev. Görenleri hayran bırakıyor. O dönemde bu kadar lüks ve saltanat tabi ki avukatlıkla helal parayla kazanılamayacak kadar çok servet. Silah kaçakçısı ve mafya lideri olan Paulo’nun 1950’li yıllarda inşasını yaptırdığı köşk yeşillikler arasında kaybolmuş dönemin ihtişamı ve sanat eserleri ile donanmış bir ev. Pablo, mafya ile beraber çalışmış ölüm korkusu hat safhada ve bunun için birçok önlem almasına rağmen mafya tarafından öldürülmüş döneme damgasını vurmuş bir adam. Masum olmayan çocuk sevgisi olarak niteleniyor bu adam. Bu kelime altında ne anlamlar gizli bu kötü ün nasıl kazanıldı?
Mavi Köşk
Mavi Köşk’ten sonra zaman yetmemesi nedeniyle havaalanına doğru yol almaya başlıyoruz. Gezinin sonunda, iyi ki tüm sıkıntılara, zorluklara rağmen pes etmeyerek geziye katıldım diyerek kutluyorum kendimi.
Metin ve fotoğraflar: Nergiz Belen