‘BİR ANLIK FARKINDALIK’

Evet, burada siz vadiyi değil vadi sizi seçiyor. Bu hikâyenin başladığı yer artık önemli değil. Hadi gelin hepsi olalım tekrar sadece ‘biz’ ve ‘bütün’ olarak. Bir davet yazısıdır bu cennetin anlatılmaz yaşanılırlığı ile ilgili.

Burası sıfır noktası. Hiçbir şeyin ve her şeyin olduğu bir yer mümkün mü derdim hep. Artık biliyorum. Kesinlikle evet. Kabak’ta olmak demek: tüketimin ihtiyaç kadar olduğu, ağır sanayi atıkları olmadı sürece geri dönüşüm ilkesine bağlı, doğanın kendini hatta insanı temizleyebildiği, yenilediği bir sonsuz döngünün içinde, bizden milyonlarca yıl önce prehistorik çağlardan, ilk insanlardan önce var olan her şeyle bir arada ve uyum içinde var olabilmek demek.

‘Müzik olmadan yaşam bir hata olurdu’ demiş Nietzsche. Kıyıya vuran dalga sesleri, günün her saniyesi her türlü canlıdan gelen anlamlı anlamsız sesler, yukarı köyden ve sahile yakın köy evlerinden birbirine karışarak gelen keçi, civciv, tavuk, horoz sesleri, bazen gezinti halinde bazen.

İsrail’in Filistin yardım gemisine saldırdığı zamanlara denk geldi şehirden hızlı ayrılışım. İhtiyacım olabilecek hiç bir şeyi yanıma almadan eklendim yola çıkan arabaya. Bu anı bekler gibiydim. Kızgındım, üzgündüm, kişisel bazen, bazen evrensel. Neler oluyordu, neden oluyordu. Neden 6 yaşında bir ufaklık gözyaşları içinde bir ceset başında ve açken kraliyet saraylarında kokteyller veriliyordu kutlama yaparcasına. Dengesizlik diz boyuydu. Milyonlarca programlanmış makine salınmıştı şehirlere ülkelere ve daha doğmadan bildiğimiz her şey yok olmak üzereydi. Artık yeterdi. Yeterince kandırılmış ve kandırmıştık ve çok büyük bir sorun vardı. Hiçbiri ‘ben’ doğrultusunda değildi.

Belki aklımdaki bir müzikti emin değilim. Vadide gezinti halindeyken Sultan Kamp’ta buldum kendimi. Şelaleden gelen sular ile yapılmış doğal su havuzunun etrafındaki minderlerde vadinin kuşbakışı manzarasını bir kez daha büyülenerek seyre daldım. Çardaktaki Japon güllerinin arasından deniz manzarası, sağ ve sol yanlarda heybetli bir şekilde yükselen dağları izlerken sanırım o Japon güllerinde bir tılsım vardı. Ağaç yapraklarının gölgesi ve güneşin en güzel ışıkları aynı çiçeğin üzerinde dans ederken bana “kal burada” diye fısıldadı. O kadar çok kalmak istedim ki. Aylarca kalmanın bedelini ödeyemezdim. Bütçemi çoktan aşmış ve eksi bakiyedeydim. Nedense aceleden istediğim cümleleri bile kuramayarak gönüllüye ihtiyaçları olup olmadığını sordum sabırsızlıkla ilk rastladığım ilgiliye. Üzerimde dağ yürüyüşlerinde yıpranmış şalvarım, kollarımda bacaklarımda sahildeki taş iskeleden dalgalarla kayalara savrulduğum zamandan kalan yara izleri ile delirmiş olduğumu düşünmüş olabilirlerdi. Prezantabl olmaktan fazlasıyla uzaktım. Olsun bir önemi yoktu. Burası süslü prezantabl sunumların olmadığı yerdi zaten. Belki de derindeki ‘kaçma’ ve ‘cennet’ özlemini fark etti ilgili, çok konuşmaya gerek kalmadan ‘gönüllü’lüğüm kabul edildi.

Uzun zamandır yapmak isteyip yarım bıraktığım her şey Sultan Camp’taydı. Aylar önce merak saldığım seramik için yapılmaya başlanmış taş atölye, üstü gökyüzü meraklılarına açık bırakılmış yıldız çardağı, melisa kokularıyla ilham alarak hayal kurabileceğim melisa köşkü, mısır çarşısından alınmış şahane mumluklar ve 130 yıl önce elle yapılmış eski şömine manzarası ile gecenin büyüsüne akıp gittiğim, tarifi şefte saklı Sultan Kokteyli eşliğinde müzikle karışık mest olduğum sade bar. Bir ertesi gün sahilde tanıdığım insanların yanına gidip bana bir tokat atın dedim. Ya öldüm cennetteyim ya da lucid dreamingte. Gerçek olamayacak kadar gerçekti hepsi. Ve karşılığında yapmam gerekenler çok önemsizdi.

Kamp alanından şelaleye tırmanış yolu orta dünya karakterlerinden birisi gibi hissettiriyor insana. Tarihi Likya Yolu ya da.

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Önce kendi topraklarımızı keşfedelim. Başlangıcı çocukluğuma rastlar benim serüvenimin. Ve kendi coğrafyamı keşfetmeye devam edeceğim. Ursula Leguin’in ‘Öteki Rüzgâr’ adlı fantastik öyküsünde Tehanu “Kim olduğumuzu ve ne olduğumuzu gerçekten bilenimiz çok azdır. Tek sahip olduğumuz anlık bir farkındalık” diyor.

Anlık farkındalıklarımla cennete geldim. Kabak’a pek hoş geldim. Sizi de bekleriz…

 

Yazı: Burcu Yılmaz, fotoğraf: İsmail Şahinbaş

12.12.2010