Geçtiğimiz 20 günde 17 il gezmek zorunda kaldım. Evliya Çelebi misali ‘şefaat’ yerine ‘seyahat’ diyenlerdenim galiba. Yani, gezmekten zevk alırım. Ama işin içine, zorunluluk ve zaman sınırlaması girince zevkten ziyade eziyet haline geliyor seyahat.
Kıdemli gezgin olduğumuzdan olsa gerek hemen her ilde bir dost, bir ahbap var. İşlerimizi hallettikten sonra, uçak saatine kadar bu kadim dostlara yarenlik etmeden olmaz dedik. Kimiyle bir acı kahveyi, kimiyle yemeği paylaşarak görüşemediğimiz günlerin muhasebesini yaptık. Bazen gözlerimiz doldu, bazen güldük. Ama zenginliğimizi görünce mutlu olduk. Öyle ya yıllar boyu çalış, çabala, ter dök, yatırımlarını planla ve zamanı gelince karşılığını al.
Birde baktım ki altın, elmas, ev, araba daha birçok değerli hazinem olmuş. Eh! Allah herkese versin. Zenginlikle övünülmez ama siz benim kusuruma bakmayın.
Şimdi size saymak istiyorum. Türkiye’nin pek çok kentinde evim, arabam varmış meğer. Nereye gittiysem ‘akşam bizde kalacaksın, hiçbir mazeret kabul etmem, neredeysen almaya geliyoruz, havaalanına ben bırakacağım’ şeklinde talimatlar geldi. Talimat diyorum zira söyleniş tarzı ve ses tonu hiçbir itiraz kabul etmez nitelikteydi. Yapmam gereken ise ‘başüstüne’ demekti.
Düşününce kaç evim, kaç arabam var. Sayısını ben de bilmiyorum. Bütün bunlar, her biri altın, pırlanta, elmas olan dostların sayesinde ve kolayda kazanılmıyor.
Bu arada görevimizi de ihmal etmedik. Kameramız yanımızdaydı önümüzdeki sayılarda gittiğimiz, gördüğümüz yerleri sizlerle paylaşmayı umuyorum.
Allah dostlarımızın eksikliğini göstermesin, gezip görecek sağlık versin.
Sırtçantam 5. sayı, Mayıs 2005