‘BEN EN BÜYÜK AŞKI TÜRKÜLERLE YAŞIYORUM, NE ONLAR BENİ ALDATTI NE DE BEN ONLARI…’

“Karacaoğlan’ın 17. yüzyılda yaşadığı sanılıyor. Kökünün daha derinlerde olduğu Epope’den Dede Korkut’a, Dede Korkut’tan Koşma’ya ne zaman geçilmişse Karacaoğlan o zamandan bu zamana sürüp gelen bir havadır. Bir söyleyiş, bir duyuş biçimidir.

O’nun ne zaman doğduğu, ne zaman yaşadığı da işte bu yüzden önemli değildir. Yüzyıllar geçtikçe halk, onun yöresini yeni şiirler ve yeni ozanlarla yetiştirdiği yeni Karacaoğlanlarla ördü. Ve bu zamana taşıdı. Ruhi Su da o ozanlardan biridir. Ölüm, zulüm, sevda, acı, dostluk, ayrılık, yoksulluk, gurbet, özlem ve velhasıl insanın doğa karşısındaki davranışlarını görürüz türkülerde. Doğa karşısında insanın insanca davranışıdır bu. Evrenseldir, düpedüz evrenseldir.

Halkın içinde yaşamış büyük kişilikler, halkın dili olmaktan başka çare bulamamışlar. Böyle olunca da halk onların yöresini zaman geçtikçe gür bir toprak gibi gittikçe yaşatmış, yeşertmiş, ona yeni güzellikler, yeni çiçekler eklemiştir. Ve Karacaoğlan şiiri binlerce yıl akarsular dibinde yıkanmış çakıl taşları gibi dilden dile geçerek incelmiş, güzelleşmiş, zenginleşmiştir. İşte Karacaoğlan türkülerine yakıştırılan havalar da böyledir. Her büyük usta Karacaoğlan havalarına da böyle yaraşmıştır.” Yaşar Kemal

Ünsal İnan ile bir zamanlar öğrencisi olduğu büyük usta Ruhi Su’yu konuştuk ve ardından Ruhi Su türküleri söyledik. Zamanda gerilere gittiğimiz o gece türkü söylemenin, dinlemenin ne kadar güzel bir şey olduğunu bir kez daha anladım. Dadaloğlu’nu, Karacaoğlan’ı, Pir Sultan Abdal’ı, Yunus Emre’yi anarken onların türkülerle gelen esintide var olmaya devam ettiklerini bildim. Teşekkürler Ünsal İnan…

Ruhi Su ile ilgili olarak sizde etki bırakan unutamadığınız bir anınız?

Ruhi Su korosunun tam kurulmamış haliydi. Onun eğitmenliğini yaptığı bir oluşumdu. İki yıl gibi bir süre devam edegelen bu çalışmalar içerisinde birçok anım var elbette ama unutamadığım bir anı olarak Tepebaşı gazinosunda konser öncesi yaşadığım bir olayı anlatayım. Ruhi Su, yan odada konser öncesi provada. Biz de koro olarak diğer odadayız. Elimde bir akordeon, çalmasını bilmediğim halde birtakım sesler çıkarıyor, çıkan sesleri anlamlandırmaya çalışıyorum. Odalar bitişik, duvarlar ince olduğu için sesler duyulmuş. Ruhi Hoca birdenbire içeri girdi ve “bunu hangi densiz çalıyor” dedi. Ve o anda her şey durdu sanki ben de durdum. Sert bir bakışla bana baktı ve dedi ki “bunu yapan benim öğrencim olamaz” ve bana bakmayı sürdürerek devam etti “bunu yapan herhalde dışarıdan biri.”

O kapıyı çekip çıktıktan sonra ben o gün talimatı üzerine koroya çıkamadım. Oturup sahne önünde konseri izlediğim o günü hiç unutmam.

O’nun öğrencisi olmak nasıl bir şeydi?

Sert bir mizaca sahipti ama bu sertlik öğretici ve eğitici sertliğin verdiği eğitmenlik yapısıyla ilgiliydi. Bir bakışıyla her şeyi anlatabilirdi. Yani bir tek bakışı ile onu anlardık. Sesini yükselterek bağırması binde bir olurdu. O bir tek bakışı yetiyordu. Bu bakış hiçbir zaman küçümseme, yadırgama, rencide etme tavrında değildi. Tamamen yol gösterici bir eğiticilikle baba tavrında takındığı bir şeydi. Sorumluluk verirdi, karşılığını görmek isterdi. Genellikle onun üst düzeyde yetiştirdiği eğitim veren öğrencileri vardı. Onlarla kontrol ve denetimi sağlardı. Eğer bir dernek koroyu davet etmişse o derneğin düzenlediği sinema-tiyatro salonlarında konser yapılırdı.

Ruhi Su nasıl anlatılır?

O çok farklı, çok özel Türkiye’ye bir daha gelmeyecek bir adamdır. Varlığında taşıdığı değerler Türkiye’yi de aşmıştır. Kendi dalında özel bir insandı. Halka olan saygısı hep ön plandaydı. O’nu sanatıyla yüceltti. Kendi beste ve derlemeleri dışında Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal gibi büyük değerlerin yanı sıra Nazım Hikmet, Orhan Veli, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi büyük şairlerin de sesi olmaya devam etmiştir. Onların söyleyiş, duruş ve yaşayış biçimlerini kendi söyleyişinde zenginleştirirken aynı anda da nesilden nesile o bilginin aktarımını sağlayan yönüyle değerli bir sanatçıydı. Bu aktarımı sağlamak için duyduğu derin istek içimizde yer etti. Geçmişten günümüze gelen halk ezgilerinin yok olmasını önlemesi takdiri hak eder. Sert tavrı bunu sağlamak için kendinden emin hallerini ve kendine olan inancını, inandığı değerleri korumak için takındığı bir tavırdır diyebiliriz. Onun kalkanı gibiydi duruşu. Hiçbir zaman öğretmen tavrı içinde de değildi. Bir baba gibiydi. Bir ata gibi…

Onun öğreticiliği de farklıydı. Kendi kendini yetiştirmiş biriydi. Kendi çabalarıyla o günlere gelmiş biri. Ve son gününe kadar da kendinden ödün vermedi. Ezilmiş insanların yanında müziğiyle yer almaktan hiçbir zaman vazgeçmedi. Sanatıyla var olmasını bildi. Birçok insan yetiştirdi. Birçok insana örnek oldu. Zülfü Livaneli, Rahmi Saltuk gibi sanatçılar ondan feyz aldı. İnsanlarla sohbetleri olurdu. Yakın dostlukları vardı. Sanat eğitmenliği dışındaki dostlukları çok ayrı, çok duygusal, çok içtendi.

Sınırlı dünyaları ve sınırlı bakış açılarıyla insanların ve yönetimlerin ona dünyayı dar etmesine türküleriyle cevap vermiş, sınırsız yeteneklerini bu sınırlı algılayışlar içinde olabildiğince var etmiş, kıskanç ve anlayışsız bakışların ortasında ödünsüz duruşuyla sanatıyla var olabilmesini bilmiş biridir Ruhi Su. Hedefleri vardı. Sürekli yenilenmek, halkın yanında yer almak isterdi. Türküleriyle bunu ortaya koymak isterdi. Bu anda bile o türküleriyle aramızda yaşıyor. Hala onu yaşatan bir kitle var. Bu kitle günden güne zaten büyüyor, büyüyecek, büyümeli de…

Anma günlerinde Dostlar Korosu hala Ruhi Su türküleri söyler. O da tabii değişik bir duygu yaşatıyor. Biz de onu yaşatıyoruz. Bize hissettirdikleriyle o hala bizimle yaşamaya devam ediyor. O ruh devam ediyor. Ruhi Su’ya gönül vermiş insanlar var. Ruhi Su Vakfı, oğlu Ilgın ile sürmekte. Eşi Sıdıka Hanım da artık aramızda değil.

Onu dinlediğinizde nasıl bir duygu uyanır içinizde?

Duygusu çok farklı. Yaptığımız kısa sohbetler, sahne önünde seyirciler arasında bizi izlediğini bilmek, onun türkülerini dinlerken aklıma gelir, duygulanırım. Onu düşündüğümde duruşu, söyleyiş tarzı ve sanatıyla ilkelerinden taviz vermeyen birini hatırlarım, benim için özel birini…

Çocukluğunda sonraki yaşamını ve yaşamdaki o dik duruşunu etkileyen ve tetikleyen bir olaydan bahsedilir. Sizden dinleyelim.

Çok küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeder. Kendi ifadesiyle 1. Dünya Savaşı’nın yetim bıraktığı çocuklardan biridir. Biliyorsunuz, Vanlı Mehmet Ruhi Su. Onu çocuğu olmayan fakir bir ailenin yanına verirler. Böylece Van’dan Adana’ya gelir. Onları yenge ve amca diye çağırır. Ancak yenge bu durumdan hiç hoşnut değildir. O zaman 6 yaşlarındaymış sanıyorum, İngiliz ve Fransızların Adana’yı işgali sırasında Adanalıların topluca Toros Dağları’na kaçmak üzere göç ettikleri yollarda dağlardan geçerken, Ruhi’yi su doldurmaya gönderip ardından da ortadan kayboldukları söylenir. Ne kadar süre geçti bilinmez sonunda onları buluyor ve onu özellikle geride bıraktıklarını anlıyor. Geceleri ağaçların üzerinde uyuyarak, meyve yiyerek kaç gün kaç gece kaldığını bilmeden yaşıyor. Dağda kalmasına rağmen döndüğünde ona hiçbir şey olmadığı anlatılır.

Hayatının yönünü değiştiren bir başka olaydan daha bahsedilir. Askeri okuldayken söylediği türküleri dinleyen öğretmeni, onu bir müzik okuluna yönlendirir. Zaten asker olmayı hiçbir zaman kabullenemez. Okuldan kaçar. Saz alıp kendi kendine saz öğrenmeye başladığı o ilk zamanlar, aslında kendi derlemeleriyle bireysel sanatına başladığı zamanlardır.

En çok sevdiğiniz türküsü?

‘Teke zortlaması’ çok güzeldir, derlemesinin kendisinin yaptığı. ‘Atladım girdim bağa’ ise onun çocukluk dönemini anlatan kendisiyle özdeşleştirdiği bir türküdür. Yani her türküsü güzeldir. Öylesine söylediği bir tek türkü yok. Hepsi ayrı tat ve duyarlılıkta onun ruhunu kattığı, ötelerden geleni yansıttığı türküler. Bir tek bunu severim diyemem o yüzden, diğerlerini ayırmak olur bu. Her birinin söyleyiş tarzı özeldir, ayırmak mümkün değil… Ruhi Hoca şöyle derdi: “Ben en büyük aşkı türkülerle yaşıyorum, ne onlar beni aldattı nede ben onları…”

Bir Karacaoğlan deyişi ile sözümüze noktayı koyalım:

Arılar da konmaz oldu pürene

Şükür olsun bu sevdayı verene…

Şükür olsun Pir Sultan’lara Karacaoğlan’lara, Ruhi’lere…

RUHİ SU’YA SAYGIYLA…

Metin ve fotoğraf: Selma Akar

06.11.2011