Geçtiğimiz hafta Göynük gezim sırasında tanıştık Barış ile. Sevgili büyüğüm Temel Akşemseetinoğlu’nun yeğeni imiş. Oradan, buradan konuşurken, kendisinin Amerika’da yaşadığını ve doğa fotoğrafçısı olarak tüm dünyayı gezdiğini öğrendim. Bu bilgileri aldıktan, Akşemsettin hazretlerinin 15. kuşaktan torununun, ülkesinden binlerce kilometre uzaklıkta fotoğraf tutkusu üzerine hayat hikâyesini konuştuk.
Bize kendini tanıtır mısın? Barış Akyurt kimdir? Fotoğrafa nasıl başladın?
1973 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluk yıllarım Eskişehir’de geçti. Çocukken, annemim resme duyduğu ilgiden dolayı evimizdeki sanat dergilerindeki fotoğraflar hep ilgimi çekerdi. Küçükken kendime ait bir kameram olmadı ama fotoğraf çekmek için evdeki polarid kamerayı sahiplenmiştim. Anılarımı sağlamlaştırmak ve gördüklerimi diğer insanlarla paylaşmak kamera sayesinde beni çok mutlu ediyordu.
Ortaokul ve lise yıllarında basketbol oynuyordum. Basketbola olan sevgim ağır bastı ve hayatımı basketbola adadım. Liseyi bitirdiğimde Fenerbahçe basketbol takımında oynuyordum. 1990-1999 yılları arasında Fenerbahçe, Oyak Renault ve Long Island Surf – NY takımlarında profesyonel olarak basketbol oynadım.
Eğitim ve çalışma yaşamın nasıl geçti?
2000 senesinde Atlanta’ya giderek fotoğrafçılık eğitimi aldım. Gazetecilik, o yıllardaki tek hayalimdi ama o yıllardaki ekonomik koşulların zorluğu nedeni ile Türkiye’ye dönmek zorunda kaldım. Tekrardan basketbola döndüm, Erdemir ve Mersin’de basketbol oynadıktan sonra profesyonel basketbol kariyerime son vererek tekrar Atlanta’ya dönüp gazetecilik ve siyasi bilimler üzerine eğitim aldım. Ortadoğu politikası üzerine araştırma yaparken çevirmenlik yaptım. İngilizcenin yani sıra iyi derecede Portekizce, orta derece Arapça ve İspanyolca biliyorum.
Kısa süren Birleşmiş Milletler tecrübemden sonra, siyasetin girdaplı yolları bana fazla ağır gelmeye başlamıştı. Kalbimin sesini takip etme zamanı gelmişti. Hayatınızda hedefleriniz değişebiliyor, trajediler ve zaferlerle dolu bir yolculuk sırasında en önemli yolculuğun dünyayı keşfetmek değil, kendimizi keşfetmek olduğunu anladım. Ve böylelikle gerçekten yapmak istediğim işin doğa fotoğrafçılığı olduğunu anladım. Zaman içinde bu işi profesyonel olarak yapmak arzusu beni her şeyi bir kenara itip, stüdyo açmama neden oldu.
Dört sene boyunca özellikle portre ve reklam fotoğrafçılığında uzmanlaştım. Doğa fotoğrafçılığı her zaman daha çok ilgimi çektiği için, stüdyomu kapatarak San Francisco’ya taşındım. Burada freelance olarak gezerek doğa fotoğrafları çekmeye ve gezi dergilerine yazı yazmaya başladım. Bu süreçte başta Brezilya olmak üzere Arjantin, Guatemala, Kolombiya, El Salvador, Uruguay, Meksika, Nikaragua, Panama ve Şili’de, gezi dergilerine serbest gazetecilik ve fotoğrafçılık yaptım.
Pek çok ülke gördün. İyi-kötü anıların mutlaka olmuştur. En çok keyif aldığın ülkeler nereler oldu?
En çok zevk alarak çalıştığım yerler, tarihi zenginlik açısından Orta Amerika ve doğal güzellikleri bakımından Brezilya oldu. En güzel mevsim Eylül ayı, çünkü ‘yaz’a giriş Güney Amerika’da Eylül başı ve ışık daha güçlü olduğundan renkler daha canlı oluyor.
Peki ya gezi anıları?
O kadar güzel anların yanı sıra bazen başınıza daha ilginç olaylar da gelebiliyor. Guatemala’da elinde kamera dolaşmak bazı bölgelerde çok sağlıklı bir hareket değil. Bende bazı tehditkâr davranışlardan kaçmak için kiliseye sığındım ama oradaki rahipte kiliseyi terk etmem için bayağı ısrarcı olmuştu. Polis ekibine giderek beni otelime kadar götürmelerini sağlamıştım.
Bir gün, eski, koltuk derileri yıpranmış bir minibüsün içinde, dünyanın çeşitli ülkelerinden arkadaşlarla yaptığımız muhabbet çok zevkliydi ve orada gözyaşının rengi olmadığını bir kez daha anladım. Bu arada, dolaştığınız her yerde tehlike var ama zamanla tecrübe ederek neler yapmalı ve yapmamalıyım daha iyi anlıyorsunuz.
Fotoğraf sanatı ve fotoğraf sanatının günlük yaşamda kullanımı ile ilgili olarak bir kıyaslama yapacak olursak, ülkemizde senin tespit edebildiğin durum ne?
Türkiye’ye döndüğümde, fotoğraf sanatının hayal ettiğim seviyede olmaması biraz moralimi bozdu açıkçası. Fotoğrafı sanat ve iş olarak gören çok az kişi var. Genelde düğün fotoğrafı konsepti oluşmuş, insanlar ciddi para kazanabiliyorlar bu sektörden. Yaptığım işi Türkiye’de yapabilmek için doğru insanları tanımam lazım ve o yüzden bayağı bekledim.
Zaten CV’mi gören bazı medya kuruluşları, kendilerine fazla gelebileceklerini söylediler. Benim gibi pek çok eğitimli kişinin işsiz olduğunu görmek üzücü aslında.
Son olarak ne söylemek istersin?
Konfüçyüs’ün dediği gibi şu anda sevdiğim işi yapıyorum ve bu yüzden hayat boyu tatildeyim. Bu iş için çok pahalı ekipmanlar önemli değil ama öncelikle bu işin zorluklarına katlanmak için öncelikle iyi eğitim, sabır, belki biraz para ve en önemlisi fotoğrafa olan sevgi lazım.
Söyleşi: İsmail Şahinbaş, fotoğraflar: Barış Akyurt Arşivi
02.09.2011