BARÇA’DA NEŞELİ GÜNLER

Barcelona’daki ikinci günüm erken başladı. 9’da hostelin 3. kattaki kahvaltı salonundaydım. Kahvaltı hakkında hiçbir şey söylemek istemiyorum, çok kötüydü. Bu anlamda da bana İtalya’nın vermiş olmak için verilen kahvaltılarına hatırlattı. Bunun dışında hostelde kötü olan hiçbir şey yoktu, bu yüzden çok takılmadım. Her gün bir de dışarıda kahvaltı yaptım.

İkinci gün yine La Rambla’yla başladı. Ancak bu kez hostelde tanıştığım Avusturyalı grupla birlikte. Bir kısmı, önceki gün ziyaret etmiş, ancak biri Amerikalı diğeri Avusturyalı çift bugün ilk kez gidiyorlarmış. Yolda ilişkilerinin nasıl yürüdüğünü sordum, sık sık birbirimizi ziyarete gidiyoruz dediler. Buna çok şaşırdım. Ancak şaşırdım böyle bir şeye nasıl ‘katlanabildikleri’ değil, bütün bu iletişim, ulaşım teknolojilerinin geldiği noktaydı. Dayanamadım, bütün grubu olduğu gibi meyve pazarına soktum. 1 Euro’luk ananas paketinden aldım, üzerine yine 1 Euro’ya sıkma portakal suyu içtim.

Bu arada yol boyunca bütün sokak sanatçılarının önünde durduk. La Rambla’nın en meşhur şeyi bunlar. İnsanlar bin bir çeşit dekorasyonla sokakta para topluyorlar. Sokak müzisyeni yok denecek kadar az. Ancak özellikle kendini heykel gibi boyayanlar, ani hareketlerle izleyenleri şaşırtanlar sayılamayacak kadar çok. Bunlar önemli bir kısmı yabancı. Zenci ve Uzakdoğulu çok vardı. En ilginci caddenin sonuna doğru peydah olan ‘bul karayı al parayı’cılar. İspanyolca konuşuyorlar. Ancak bağırıp çağırmalarından, ses tonlarından, tiplerinden anladığım kadarıyla hepsi Balkan göçmeni. Ortada bir adam fincanları oynatıyor, etrafında toplanmış 3-4 ‘ortağı’ da numaradan fincanların altındaki topları ‘buluyor.’ Görüntüde inanılmaz kolay, kazanmamak işten değil. Ancak kendilerinden olmayan birinin, özellikle bir turistin dikkatini çektiler mi her şey değişiyor. Ortakların kısa sürede 15, 20, 50 Euro kazandıklarını gören turistler 10 ya da 20 Euro yatırıp başlıyor ve tahmin edeceğiniz gibi hemen kaybediyorlar.

Bu kadar bağırış çağırışın arasında, herhalde birileri ‘cepçi’ dedim, çok dikkatli oldum. Ancak galiba curcuna yalnızca bu gösteriden ibaret. Turistlerin para kaybetmeleri de ‘kazıklanmak’ değil, gösteriye dâhil olma, gösteriyi yaşama bedeli hissi uyandırıyor. Caddeyi yine deniz tarafında bitirip, yine Rambla de Mar üzerinden plaja yürüdük. Plajlar, Barcelona’da en çok şaşırdığım şey oldu. Havaalanından itibaren büyük bir şehir başlıyor, ardından sanayi bölgesi sayılabilecek bir bölge, hemen arkasından büyük binalar, iş merkezleri, ardından tıklım tıklım şehir merkezi, turistik bölge geliyor… Ancak tüm bu curcunayı geçtiğinizde, inanılmaz bir kumsala ulaşıyorsunuz. Hemen ilerisinde büyük sayılabilecek bir liman olmasına karşın, deniz tertemiz.

Birkaç kişiye sordum, burada Barcelona’ya özel farklı bir arıtma sistemi olduğunu, limanın pisliğinin plajlara ulaşamadığın anlattılar. Ne kadar doğru bilmiyorum. Belki de doğal bir akıntı plajlardan limana sürekli hareket halinde. Ancak bir şekilde bu İstanbul’a uygulanabilirse ortaya çıkacak gelişmeyi düşünemiyorum. Plaj tamamen kumdan oluşuyor. Cumartesi olmasına karşın, rahatsız edecek bir kalabalık yoktu. En az İspanyol kadar yabancı var. Deniz Antalya, Alanya’nın olduğu bölgenin hemen hemen aynısı. Girer girmez hızla derinleşiyor. Su çok tuzlu, ancak çok temiz. Zaten Barcelona, İspanya’nın en güzel, en popüler kumsallarının olduğu Costa Brava’nın güneyinde, hemen bittiği yerde.

Bu arada internette epey bir şey araştırdıktan, fotoğraflarına baktıktan sonra, bir sonraki sefere Costa Brava’ya özel bir gezi yapmaya karar verdim! Plajda gözlerim kapalı güneşlenirken, günün bombası geldi. Kafamın hemen sağ üstünde Rusça bir muhabbet! Ruslar her yerde sözü, her an tekrar ediyor. En son İtalya’nın İtalyan’dan başka kimsenin gitmediği küçücük kasabası Vernazza’da kumsalda yatarken aynı olayın başıma gelmiş olması şaka gibiydi. Olay tekerrür etti.

Şaka maka Ruslar gerçekten her yerde. Rus oligarkları ve 90’dan sonra hızla zenginleşenleri zaten saymıyorum. Ancak ortalama gelir düzeyindeki vatandaşı da öncelikleri arasına seyahati koyuyor. Burada ilgimi çeken nokta, Türkiye’nin bu durumdan hala uzak olması. Görece Türkiye ekonomisi son yıllarda Rusya’yla aynı paralelde yükseliyor. Ancak bu Türkiye’ye ne yazık ki sıfır arabalar, yabancı fastfood, kahve zincirleri, daha pahalı giysiler olarak yansıyor…

Gördüğünüz gibi kumsalda güneşlenirken epey düşünmeye, dünya işlerine kafa yormaya fırsatım oldu. Akşam sekize kadar kumsaldaydık. Ayrılırken hava hala gündüz gibi aydınlıktı. Hostelde ‘sangria gecesi’ varmış. Sangria nedir? O bölgenin popüler bir içeceği… Bir tür meyveli şarap. Kokteyl biçiminde hazırlanıyor. Şarapla birlikte rom da katılıyor. Hostelin sangria gecesinde, kendi ‘sangria’nızı yapıyorsunuz. Şarapla birlikte bol miktarda şeker katılıyor. Bu yüzden sarhoş etmesi muhtemel, özellikle kötü kalitede şarapla yapıldığında.

Sangria gecesi hostelin teras biçiminde hazırlanmış 3. katında devam etti. Buranın en ilginç özelliği, yine Barcelona’nın simgelerinden olan ‘Torre Agbar’ gökdelenine bakması.  Özellikle gece, binanın ışıkları yandığında, bu inanılmaz bir görüntü oluşturuyor. Torre Agbar, içinde ofisler bulunan 33 katlı bir bina. Hostelin de bulunduğu Clot Semti’nde. Bu arada yeri gelmişken, Barcelona’ya giderseniz mutlaka Barcelona Urbany Hostel’de kalmanızı tavsiye ederim. www.hostelbookers.com ‘daki fiyatı gecelik 24 EUR. Odalar gerçekten modern ve kullanışlı tasarlanmış. Çok temiz. Terasla birlikte dikkat çeken diğer aktiviteler ücretsiz internet (bilgisayarlar yeterli sayıda), yüzme havuzu, odalarda tuvalet ve duş… Hostelin birkaç şehirde daha şubesi var.

www.barcelonaurbany.com

Metin ve fotoğraflar: Cemal Bulunmaz / Barcelona Güncesi (2)

17.07.2010