Sevgili Nursen’den gelen bir telefon ile çıktım yola. Hasanağa Restoran’ın organizesiymiş ‘Bağbozumu’ gezisi. Gelenek haline getirmeye çalışan da Likya Şarapları. Henüz dönmüş Fransa’dan, gümüş madalyası boynunda, sunarken güz rengi şaraplarını, yorgunluğu geçmemişti daha. Kara gözlü bir Likya güzeliydi sanki.


Bağdan çıkınca fabrikaya vardık. 13 Derecede şarapların saklandığını, baş ağrısı yapmasın diye oksijeninin alınması için şişelerin yan yatırıldığını, evimizdeki şarapların da karanlık, ama tahta dolaplarda saklanması gerektiğini öğrendik. Dev şarap süzücü silolardan ayrılarak, artık renga renk şaraplardan tadalım dedik. 1800’lü yıllarda yapılmış bir konakta, gönüllülerin hazırladığı yemekleri yedik. (Gönüllüler burada ücretsiz çalışıyor, çünkü bu yemeklerin parasıyla öğrencilere burs veriliyor). Yemekten sonra yine ilçenin içinde gezerek şarap ikram edilen, Likya zamanındaki kentlerden birinin adı olan “Kızılbel” tepesine vardık. Sedir ağaçlarından yapılmış çardakta ve önünde, pembe, beyaz, kırmızı Likya şarapları sunuldu. Hepsi de tadımlıktı. Anında bize iki kemanla klasik müzik eşlik etti. Likya tarihinden, bu hoşlukları bizimle paylaşmaya gelmiş, bir yakışıklı delikanlı ile bir