Araba almayı reddediyorum. Hele de İstanbul gibi bir şehirde yaşarken. Neme lazım! Akbil’im beni istediğim yere götürüyor, park derdi yok, kaza derdi yok, sigorta derdi yok… Bir sene sonra tekrar bisiklete binebildiğim zaman daha da zevkli olacak bu ‘arabasızlık.’
Bazılarınız bilir, 2008 senesinde Avrupa’yı, daha sonra bisikleTEMA projesi çerçevesinde Türkiye ve Orta Asya’yı bisikletle geçtik. Peki, bu parayı nasıl biriktirdik? Babamız mı zengin? Voleyi mi vurduk? Hayır, ilk iş arabalarımızı sattık! Sigortası, kaskosu, yok benzini, yok vergisi falan derken resmen arabaya çalışıyormuşuz! Maaşları alıp arabaya yatırıyormuşuz! Arabaları satar satmaz bizim ‘gezme’ bütçesi gün be gün büyümeye başladı.
Tura çıkmak için sadece arabaları satmakla yetinmedik elbet, başka değişiklikler de yaptık hayatımızda ki, o başka bir yazı konusudur. Ama en çok fark yaratan kalem, arabaların satılması oldu.
Bunun yanı sıra arabaların yarattığı çevre kirliliği (her anlamda) var. Dağ taş araba oldu, yürünecek yer kalmadı. Otopark yok, kaldırıma park ediyorlar, yayalar sokağa inip yürümek zorunda kalıyor! İstanbul’daki hava kirliliği tam bir 3. dünya ülkesi ölçütlerinde.
Kısa mesafelerde yürüyün veya bisiklete binin. Hem kendi sağlığınız, hem de dünyamızın sağlığı için.
Fotoğraf: İsmail Şahinbaş