Patasana

Bir solukta okuyup bitirdiğim ender kitaplardan biri oldu, Patasana. Geç Hititlerin yerleşim yeri olan Fırat kıyılarında oluşturulmuş bu roman. Kral Pisris’in lanetlendiğini düşünen Yazmanı, Patasana’nın herkesten gizlediği sırlarla dolu olan tabletleri ve arkeolojik kazı yapan ekibin bunları birer birer ortaya çıkartırken bölge insanlarıyla birlikte yaşadıkları esrarengiz olaylar anlatılıyor romanda.

Tabletler gün yüzüne çıkarken kazı ekibinin etrafında işlenmeye başlanan cinayetler bir girdap gibi kazı bölgesine yaklaşıyor. Hititlerin, Friglerin, Asurluların, Urartuların yaşadığı Mezopotamya’daki Fırat Nehri’nin derin ve karanlık sularının kenarında işlenen bu cinayetler çevrede korku yaratıyor. Kazı ekibinin başkanı ve bir yüzbaşının cinayetleri çözme ve önleme çabaları ise aralarında özel şeylerin yaşanmasına sebep oluyor.

Her defasında katil veya katilleri tahmin konusunda okuyucuyu ters köşeye yatıran romanda heyecan kitabın son cümlesine kadar devam ediyor. 2000 yılında yayınlanan romanda yazarın katil konusunda bazı kişilerin üzerinde oluşturmak istediği şüphe bulutu yalnız bir yer de tam manasıyla dağıtılamadığı için benim dikkatimi çekti. Ama kitabın sonunda hissettiğiniz şeyler böyle bir kusuru -tabi kusur kabul ederseniz- görmezden gelmenizi sağlıyor.

Kitap, yaşattığı heyecandan fazla olarak; evimiz yuvamız kabul ettiğimiz yurt topraklarında yaşayan çok eski medeniyetlere de meraka sevk ediyor. Yaklaşık on sene geçtikten sonra okuduğum bu kitap, Ivan Lissner’in Uygarlık Tarihi (Eski Medeniyetlerle ilgili) isimli kitabını almama neden oldu. Kitap okumak böyle bir şey olsa gerek. Birini bitirdiğinizde ona bağlı olarak başka bir yerde daha büyük bir boşluk oluşuyor. Böylece bir boşalıp, bir dolarak devam ediyor…

Umarım siz de boşalan hayat kadehlerinizi dolduracak yüce bir meyhane bulursunuz! Sağlıcakla kalın!

Yazı: Coşkun Eroğlu