Kungul Dağı’nda Bir Gün

Geçtiğimiz Pazar (21 Aralık) sabahı, günübirlik olarak yürüyüşe gittim. Uzun zamandır gurupla yürüyüşe çıkmamıştım. Doğrusu iyide ettim. İşin en ilginç yönü; Kocaeli Doğa Yürüyüş Parkurları için, oluşturmuş olduğum parkura, bir grupla girmem oldu. Ortaya çıkarılan bir emeği ilgilisi ile buluşturmak çok hoş bir duygu.

Taksim AKM önünde kaçak turlara asabımın bozulması, bu soğuk ve yağışlı bir günde benim gibi tur otobüsünü bekleyen insanların sayısının çokluğu ve kararlı duruşlarını gözlemlemem ile uzun sürmedi. Asabımın bozulması kaçak turlara değil, kaçak turlara rehberlik eden tanıdık simalara oldu. Maalesef bu ülkede kanunlara uymak, enayilikle eş anlamlı. Her neyse bu turları kontrol etmek TÜRSAB’ın işi. Umarım bir gün görevleri akıllarına gelir.

Kungul Dağı, Yuvacık Kasabası’nın en yüksek noktası. Yuvacık Barajı’nın ana gövdesinde güneye doğru bakıldığında en yüksekteki zirve Kungul Dağı’nın (1.269 metre) doruğu. Samanlı Dağları’nın Kartepe’den (1.602 metre) sonra en yüksek doruklarından biri.

Yuvacık’a varınca, tabi ki ilk durak Karaaslan Tesisleri oldu. Dostumun yerinde krallara layık kahvaltıdan sonra düştük yollara. Şahane kahvaltı, arkasından içilen demli çaylar, tur aracımızın insanı saran sıcaklığı ve yürümeye hazır bizler. Her şey mükemmel derken en büyük mutluluk kar yağmaya başlaması oldu. Servetiye Köyü’nden Aytepe’de bulunan parkurun başlangıç noktasına yerdeki kar yüzünden tur aracımızla zor ulaştık.

Orman Kontrol noktasına, heyecan ve sevinç bir arada vardık. İnanılmaz bir doğa karşımızda duruyordu. Yürümek için can atıyorduk. Hemen son kontrollerimizi yapıp ve parkur tabelamızın önünde hatıra fotoğrafımızı çektirip yürüyüşe koşturduk. Yükseldikçe tüm grilikleri arkamızda bıraktık. Sadece grilik değil, modern dünyanın amir, memur, başkan, görevli, uzman, dr., prof., nöbetçi gibi kavramlarını da bir günlüğüne erteledik. Ertelenmiş görevlerimizi unutup daldık beyazlıkların içine. Doğanın mükemmelliği yanında, küçük gurubumuzun neşesi ve kararlılığı çok hoştu. Çok değişik meslek guruplarından başarılı ve genç insanlarla yolculuk harika geçti gerçekten.

Tüm yürüyüşçülerin malzemeleri ve deneyimleri iyi ve nitelikli olduğu için ilk bölümdeki dik çıkışta hiç fire vermedik. Eski Yayla’ya vardığımızda yürüyüşümüzün en zor bölümünü geçmiş olduk. En çok dikkatimi çeken konu; tüm katılımcıların digital fotoğraf makinelerinin bulunması ve nitelikli malzemeleri oldu. Özellikle katılımcıların tek eksik malzemesi batonlardı. Yıllardır gözlemlerim, nedense pek çok yürüyüşçü, tüm malzemeleri temin edip baton kullanmamasını anlamış değilim. Oysa yürüyüş için olmazsa olmazların arasında batonlar, ilk sıralarda yer almakta.

Yuvacık parkurlarına rehberlik yapan ve bu parkurların oluşmasında benim ile beraber çalışan dostum Samet Azaklıoğlu, eksik batonlara kurumuş dallardan çözüm buldu. Bazılarını da bastoncu ustası gibi şekil vererek maharetini gösterdi. Tabi ki bu konu sorun oldu. Tüm katılımcılar ellerindeki dallara şekil verilmesini beklediler. En son dal parçası şekil aldığında 11 kilometrelik parkur bitmişti. Yine bana ilginç gelen olaylardan biri de; herkesin dal parçasını (baton) yanında İstanbul’a kadar yanlarında götürmeleri oldu.

Mevlana’nın söylediği bir söz ile bitireyim: ‘Aynı dili konuşanlar değil, aynı düşünceyi paylaşanlar anlaşabilir.’

Işık ve sevgi ile…