Yoruldum Ölümü Yazmaktan

Cumartesi yine bir kadının kocası tarafından boğazı kesildi. Van’da olan bu olay karı- koca tartışmasının sonucuymuş. Ne zaman “Artık bu hafta kadın öldürür mü yazmayacağım” desem, hemen birkaç kadın öldürülüyor. Ben kadın öldürümlerini yazmaktan da erkek arkadaşlarımla bu konuyu tartışmaktan da yoruldum.

Bir ay önce birisi ekonomik çıkmaz sonucu önce karısını, sonra da kendisini vurmuştu. Bir erkek emekli öğretmenle konuşuyorduk. “Gördünüz mü aşkın büyüklüğünü?” demez mi? Hangi aşk? Erkek arkasında mal mülk bırakmamak için vuruyor. Karısı o istediği sürece yaşar. Arkadaş bir türlü anlamıyor ve erkeğin bu davranışına hayranlığını anlatıp duruyordu.

Dün yine başka emekli bir eğitimci telefon etti. “Abla ne yapıyorsun? Yine bir kadın öldürülmüş, ne yapıyor bu kadınlar? Yoksa erkekler de öldürülüyor da biz yalnızca kadınları mı duyuyoruz?” Artık bu arkadaşlara söz anlatmaktan da yapılan bu cins kırımını yazmaktan da yoruldum. Çünkü bu kadar kocaman bir gerçeği görmemek için insanlar kafalarını kuma sokmayı sürdürüp ölende suç aramaya devam ediyorlar. Hep geçici önlemler alınıyor, öldürümler gün geçtikçe artıyor. Yine mahkemelerde tahrik indirimi yapılıyor. Erkekler tahrik olur öldürür, tahrik olur tecavüz ederler, suç hep kadınındır, çünkü vardır. Bütün bunların olmasına varlığı nedendir.

Yokluğu da nedendir, çünkü gitmeye kalkınca da öldürülür. Bir kadın gidince, erkeğin hizmetini gören gitmiştir. Bir kadın gidince erkeği yaşama bağlayan gitmiştir. Bir kadın gidince, erkeği her gün yeniden üreten gitmiştir. O nedenle erkekler yaşamı tek başlarına kotaramıyorlar. Hem kadınla, hem kadınsız olamıyorlar. Güçlü olan kim? Ölen mi? Öldüren mi? Güçlü mü öldürür? Aciz mi?

Urfa’da kadın intiharları artmış. 2009’da intihar sayısı 5 iken, 2010’da 124, 2011’in ilk altı ayında 149 olmuş. Kadın dernekleri, en büyük nedenin Suriye ile yapılan kuma ticaretinin olduğunu söylüyorlar. Kadın hangi ülkede olursa olsun insan haklarını yaşayamıyor. Suriye’den üç kuruşa mal gibi satılan kadın, onun gelişiyle aşağılanmayı kaldıramayıp intihar eden yine kadın. Dünyayı ayakta tutan kadın, hiç yaşamadan ölen kadın. Ölümüyle bütün suçu yüklenip giderek erkek egemen sistemin varlığını sürdüren yine kadın.

Devlet yasa çıkarıyormuş, şiddet uygulayanın bileklerine kelepçe takarak önleyecekmiş. Bu tür oyalamalarla yapılmak isteneni de bataklığı kurutmayı neden düşünemediklerini de anlamıyorum. Eşitliği sağlayacak, yasaların eşit işlemesini uygulayacak bir sistemi kurmak bu kadar mı zor? Öldüreni haklı çıkarmak için tahrik aranacağına, nedeni ortadan kaldırmak, yaşam hakkını savunmak bu kadar mı zor? Artık anlamanın zamanı gelmedi mi? Kadın kurtulmayınca erkek kurtulmaz. Kadın mutlu değilse erkek de mutlu olamaz. İnsanı köleleştirenin,  kendisi de özgür olamaz. Mutluluk bireysel değil, birlikte yaşanır. Mutlu, üretken toplum isteniyorsa, insanların yaşam hakkı, eşitlik hakkı korunmalıdır. Cins ayrımcılığı ortadan ivedilikle kaldırılmalıdır. Kelepçe takarak değil, bu eşitlik sistemini yerleştirerek, şiddetten korunabiliriz. Öldürümleri durdurabiliriz. Yoksa bir avuç kadın örgütlerinin savaşması denizyıldızı öyküsündeki gibi tek tek kurtarma çabasıyla olabiliyor. Bu da küçümsenecek bir çaba değil elbette.

Örneğin; Antalya Kadın Danışma Dayanışma Merkezi’nden gönüllü arkadaşımız, Serap Gürbüz, Adana’da öldürülen Ceylan’ın evine gitti. Olayları yerinde görerek, basının anlattığı gibi olmadığını, cinayeti gören kız kardeş Songül’ün de hayatının tehlikede olduğunu öğrendi. Bakan Fatma Şahin ile telefonla görüşerek anlattı. Songül, Çocuk Esirgeme Kurumu’na alındı. Ceylan’ın evindeki tüyler ürperten yoksulluk tarif edilmez derecedeydi. Biliyoruz ki Breht’in dediği gibi “Yoksulluk ahlakı yer.”

O evde de yemişti. Ceylan’ın annesi, kızına üzülemiyor, varsa yoksa para bekliyordu. Serap buna ne denli şaşırsa da durumu bakana anlatmaktan geri kalmadı. Bakan Fatma Şahin oraya gelerek, ilgilenmek zorunda kaldı. Ceylan’ın annesine ev vereceğini söyledi, kardeşlerine de iş. Umarım hükümet kadına karşı uygulanan şiddeti münferit olay olarak görmekten vazgeçer, feminist örgütlerle ilişki kurar, bu örgütlerin hazırladığı raporları dikkate alır, bakanı da duyarlılığını sürdürürse, o zaman içtenliklerine inanırız. Doğru işi kimin yaptığı önemli değildir, önemli olan yapılmasıdır. Her ne denli sadaka kültürü devreye girse de kadın duyarlılığıyla bir denizyıldızı daha kurtulmuştur. Elbette bu gerçek kurtuluş değil, geçici bir rahatlamadır. Bu sistem değişmeli, insan onuruna yakışan, gerçek eşitliği sağlayan, insanca bir yaşam sağlanmalıdır.

Unutmasınlar ki ne kadar kadın öldürülse de tükenmeyecektir çünkü bu karanlık ve panik hali kadının uyanmakta olduğunun habercisidir. Her öldürüm, kadının uyanması için çalınan kalk borusudur. Sabah oldukça yakındır. Yeter ki kadınlar dayanışmayı başarsınlar.