Sürdürülebilir Eko – Turizm

Deniz, kum ve güneşi kapsayan, yalnızca tüketime dayalı turizm anlayışı yerine, çevre bilincine dayalı, üretmeyi ve korumayı hedefleyen eko-turizm, alternatif turizm sektörünün yeni yıldızı…

On yıl öncesine kadar ülkemizde ‘turizm’ denildiğinde güneş, kum ve denizin olduğu, yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerin hınca hınç doldurduğu Ege ve Akdeniz sahilleri akla gelirdi. Bu gün ise ‘eko-turizm’ denilen çok popüler bir deyim de kullanılmaktadır. Uluslararası eko turizm örgütü, eko – turizmi ‘çevrenin korunduğu, doğal alanlara yapılan ve yerel halkın ekonomik düzeyini yükselten sorumlu gezi’ olarak tanımlanmaktadır.

Ülkemizde baktığımız zaman yukarıda sayılan alt eko – turizm dalları için büyük potansiyel olsa da, eko – turizm henüz Akdeniz ve Ege sahillerinde yapılan kitle turizmi kadar ülkemizde yapılmamaktadır. Bir yandan Avrupa’da en çok biyoçeşitliliğe sahip ülke iken, diğer yandan da 2005 yılının başında Uluslararası Doğa Koruma Kurumu’nun (Conservation International) yaptığı çalışmayla Türkiye’nin, dünyanın üç önemli sıcak noktalarından olan Kafkas, İran – Anadolu ve Akdeniz’in birleştiği bir ülke olduğu ortaya çıkmıştır.

Peki, ama nasıl?

Eko – turizmin tanımına bakıldığında ‘sorumlu gezi’ denmektedir. Sorumlu geziden, ziyaret edilen doğal alanların sürdürülebilir bir şekilde korunması ve bölge halkına ekonomik katkıda bulunması anlaşılmalıdır. Yerelde yaşayan halk gözetilmeden hiçbir eko-turizm aktivitesi başarılı olamaz. Çünkü o insanlar yılın oniki ayı orada yaşayan ve geçimini o bölgeden sağlayan insanlardır. Bu doğal alanların koruma statülerinden dolayı da burada yaşayan insanların tarım, hayvancılık, su kullanımı gibi aktiviteleri yürütmeleri sınırlandırılmıştır. Sürdürülebilir bir eko – turizmde, öncelikle ziyaret edilen doğal alanların asıl sahipleri olan yerel halkın refahının yükseltilmesi gerekmektedir.

Aksi takdirde yerel halk tüm koruma çalışmalarına karşı çıkabilir ve koruma yapan kişi ve kurumlara cephe alabilir.

Eko – turizm iyi yapıldığında tüm ilgililere kazandıran bir endüstridir. Eko – turizmin iyi şekilde yapılması üç şeye bağlıdır;

 – Eko – turizm ahlakına uyulması,

– Yerel halkın bilinçlendirilmesi ve eğitimi,

– Yerel halkın eko – turizm faaliyetlerinden gelir elde etmesi olarak tanımlanabilir. Bunlar sağlanabildiğinde doğal alanların korunması ve sürdürülebilir eko – turizm kendiliğinden gelecektir.

Günümüz pazar ekonomisinde maalesef vahşi bir rekabet mevcuttur. Bu yüzden ticari kurumlar maliyetlerini azaltmak için birçok prensipten vazgeçmektedirler.

Örneğin kitle turizmi yapan büyük otellerin ‘her şey dâhil fiyat uygulaması’ turizm bölgelerinde yerel halkın gelir elde etmesini engellemektedir. Aynı tehlike eko – turizm içinde geçerlidir. Bunun önüne geçmek için Turizm Bakanlığı ve sivil toplum kuruluşları beraber çalışmalıdırlar. Eko – turizm firmalarına sertifikasyon uygulaması getirilmeli, çalışanları eko – turizm ahlakı, doğa koruma ve sürdürülebilirlik konusunda eğitilmelidir. 

Ayder Yaylası’nda durum

Ülkemizde ve tüm dünyada artık doğal alanlar şehirlerden uzak kırsal kesimlerde kalmıştır. Bu bölgelerde yapılacak eko – turizm faaliyetleri için yerel halkın eğitilmesi büyük önem taşımaktadır. Onlara sahip oldukları doğal, tarihi ve kültürel değerler anlatılmalı ve doğa bilincinin aşılanmasına çalışılmalıdır.

Ülkemizde eko – turizm uygulamalarında bilinçsizliğin en güzel örneği Kaçkar Dağları Milli Parkı içerisinde bulunan Ayder Yaylası’nda yaşanmıştır. Son 10 yılda Ayder’in popüler olması bölgeye turist çekmiş ve yerel halkında gelirinin artmasına sebep olmuştur. Bu gelir artışıyla beraber yerel halk geleneksel ahşap evlerinden, pansiyonlarından vazgeçmiş ve yerine betonarme binalar dikmişlerdir.  Karadeniz insanı yıllarca ahşap evde yaşadığı için betonarme binanın lüks ve daha konforlu olduğunu düşünmüştür. Oysa turistlerin oraya gelme nedenlerinden biri o geleneksel mimari ve ahşap evlerde konaklamaktadır. Onlar zaten betonun içinden, şehirden gelen insanlardır ve doğayla iç içe olmaya özlem duymaktadır. Bu sorun çok sonra anlaşılmış ve Ayder Belediyesi betonarme yapılan tüm evlerin ahşapla kaplanması için harekete geçmiştir. Eğer önceden Ayder halkına birileri turistlerin neden oraya geldiğini ellerinde nasıl bir doğal, kültürel ve tarihi zenginlik olduğunu anlatmış olsaydı -ki Kaçkar Dağları Milli Parkı çoğu endemik 3 bin tür bitkinin olduğu bir milli parkımızdır – hem o betonarme evler, hem de daha sonra onları ahşapla kaplamak için para ve emek harcamayacaklardı. Yapılan inşaatlar sırasında doğaya verilen zarar ve yaylanın betonlaşmasından dolayı oraya gelmekten vazgeçen turistlerde cabası.

Sürdürülebilir olması…

Eko – turizmin diğer olmazsa olmazlarından biri ise yereldeki halka bu işten para kazandırmaktır. Birçok koruma statüsünden dolayı faaliyetleri sınırlanmış olan yerel halka alternatif gelir kaynakları yaratılması gerekmektedir. Burada da büyük görev bu bölgelere eko – turizm yapan tur şirketlerine, sivil toplum kuruluşlarına ve bu bölgeleri ziyaret eden eko-turistlere düşmektedir. Tur şirketleri mümkün olduğunca yerelden insanları istihdam etmeli, onları eğitmeli, doğa kılavuzu olarak çalıştırmalı, bölgede faaliyetleri esnasında mal ve hizmetleri imkânlar dâhilinde yerel halktan satın almalıdırlar. Sivil toplum kuruluşları ise daha çok eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yapmalı ve bölgedeki koruma çalışmalarına destek vermelidirler. Bölgeye gelen turistlerin ise mümkün olduğunda yerel halka para bırakacak harcamalar yapması gerekir. Ayrıca eko-turistlerin bölgede koruma, bilinçlendirme ve eğitim faaliyetleri yürüten sivil toplum kuruluşlarına katkıda bulunması veya bağış yapması da, yıllar sonra tekrar oraya geldiğinde aynı doğayı ve aynı çeşitliliği bulmasında önemli rol oynar.

Türkiye, Avrupa’da en çok kuş türü, 9 binin üzerinde bitki çeşidi, dağları, ırmakları, gölleri, kaplıcaları, denizleri, bozkırları, makilikleri, ormanları, iklimi, tarihi, demografik ve kültürel yapısıyla dünyada eko – turizm için potansiyeli yüksek önemli ülkelerden biridir. Fakat bu çeşitliliğin sürdürülebilir şekilde kullanılması ve eko – turizminin yapılabilmesi için yukarıda önerilen döngünün kurulmuş olması gerekir. Aksi takdire ne doğal alanların korunmasından, ne yerel halkın bilinçlenmesi ve eko – turizm yoluyla gelir elde etmesinden, ne de bu alanlara insanların turistik amaçlı gitmesinde söz edebiliriz.

Yazı: Önder Cırık, Fotoğraflar: Süreyya İsfendiyaroğlu

Sırtçantam 5. sayı, Mayıs 2005