Son Yörük

Bu değerlendirme, bu ödülün ödüllüğünü arttırmıştır. Sevgilerimi, saygılarımı sunuyor, yürekten teşekkürler ediyorum. Bu ödül, bana büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Yoksul kökenden geldiğim için şımarmaya vaktim olmadı. Ve bu ödül aksine, daha da alçakgönüllü olmayı öğütlüyor bana. Bu yüzden bu ödül, benim yazma şafağımı daha da tutuşturmuştur.

Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’ne ta İstanbul’dan kalkıp gelerek, siz Sayın Mersinlileri onurlandıran, edebiyatımızın Cumhurbaşkanı saydığımız Sayın Doğan Hızlan’a, Sayın Özdemir İnce’ye, Sayın Atilla Dorsay’a ve Sayın Semih Gümüş’e binlerce saygılar, sevgiler sunuyorum. Ayrıca Mersin kenti edebiyat ödülünün seçici kurulunda görev alan, başta değerli şair, edebiyatçı, gazeteci Sayın Özdemir İnce’ye, Prof. Dr. Dilek Doltaş’a, değerli yazar İpek Ongun’a, değerli şairlerimiz Hüseyin Ferhad ile sevgili Celal Soycan ve Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Sayın Şerafettin Aşut’a bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Bu yıl kaybettiğimiz iki güzide insanı, Sayın Nevit Kodallı ile Gündüz Altan’ı, geçen yıl kaybettiğimiz değerli ressam Doğan Akçay’ı da burada saygıyla anıyorum.

Ve büyük beyaz bulutlar diyarı Toroslarla Arslanköy! Suyun ve havanın en saf halinin orada görüldüğü, suyun akmayı ilk öğrendiği yerler Toroslar… Suyu bardaktan, tastan içeceğinize, gider kaynağın gözünden içersiniz. Başınızı yukarı verip, bulutları seyredeceğinize, gider bulutları orada içinden seyredersiniz. Parmağınızda bulutun nemini duyumsarsınız. Rüzgârı dorukların, boğazların ağzında tanırsınız.

Çok eski pagan kültürlerin yurdu, Luwi ve Hitit tanrıçalarının yüksek kaya yüzlerine resimlerinin oyulduğu, dağ tanrılarının gözü sayılan mağaralar, kaya mezarları ve antik yerleşimler yurdu Arslanköy. Öykülerimin dokusuna sinen arkeolojik doku ve renk oradan geliyor. 1994 yılı Sait Faik hikâye armağanına değer görülen “Selam Ateşleri” kitabımda anlattığım dev mağara, köyümün karşısındaki dev Şaymana Mağarası’dır. Pagan kültürler döneminde tapım görmüş olan bu dev mağaranın sessiz çığlığı, derin kazılmış ağzının damağında, yüz binlerce yıldan beri donmuş, kalmış gibidir.

Benim kuşağım, Dedem Korkut öykülerine, Yunus Emre ilahilerine, Karacaoğlan’a, Pir Sultan Abdal’a ve Dadaloğlu türkülerine doğmuştur. Öykülerimde kullandığım dil yurdum, dil yatağım oralardır. Bu dil Toros insanlarının ana memesidir. Dil, düşüncenin toprağıdır. Bu dil Yörük ve Türkmen dilidir. Yörüklük ve Türkmenlik özünde çok büyük bir doğa ve insan birikimidir.

Bir Arslanköy ağıtında “Damlaydım, bir akara karıştım, denizden denize savurdu beni” dizeleri gibi, yaşam beni ve benim kuşağımı da savurdu. Kuşkusuz yukarıda anlattıklarım, her yazar için eşsiz bir malzemedir. Ama yine de bunlar bir insanı yazar yapmaya yetmez. Yaşar Kemal’de bu kültüre doğmuştur. Bu kültürle Hemite Köyü’nde kalsaydı, çevresinde tanınan sıradan halk âşıklarından biri olurdu. Ne zaman ki, Adana ortaokuluna gitti, Abidin Dino ve çevresiyle, en önemlisi de Adana il halk kütüphanesinde kitaplarla tanıştı. Ve Yaşar Kemal ‘i Yaşar Kemal yapan yol böylece açılmış oldu. Benim, ikinci doğum yerim saydığım Köy Enstitüsü’nde de “kitapla- ekmeği” bir tutmak anlayışı yaygındı. Ekmek doyururdu, kitap ruhunuzu açar, zenginleştirirdi. Kitap okuma alışkanlığını orada öğrendim. Bir insanın yeryüzünde sahip olabileceği en büyük şanslardan biridir. “En iyi at üstüne binen kadardır” derler. İyi bir insan, iyi bir yazar okuduğu kitaplar kadardır. Çağdaş Portekiz yazarı Fernando Pessoa’nın bir sözünü burada anımsamanın tam zamanıdır. Şöyle diyor Pessoa; “Bir insanın gerçek boyu görüp yaşadıklarıdır.” Ben bu güzelim sözü, “Bir insanın gerçek boyu okuduğu kitaplar kadardır” şeklinde değiştirebilirim.

Büyük sessiz birikimlerin, sessiz çığlıkların adıdır kitaplar. Bunca yıllık bir yazar olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, en güzel semtlerde, köşklerde yaşamaktansa kitap sayfaları arasında kaybolmayı yeğlerim. Çünkü bir yazar okudukça ve yazdıkça insana ulaşabilir. Sanat, insana ulaşabilmenin biricik yoludur zaten.

Çok çalışarak, çok okuyarak, çocuklarıma olan babalığımdan, eşime olan kocalığımdan, arkadaşlarımdan ve kendi uykularımdan çalarak öyküler yazmaya çalıştım. Geçmişimin acımasız, zalim kabuğunu kırarak, kendi kalemimle kendi yüreğimin iç şimşeğini çaktırmaya çalıştım. Öykülerimdeki insanların çoğu, özünde acı çeken, yoksul insanlardır. İşsizlik derdi, geçim, adam hesabına alınmama, eziklik, güvensizlik, hastalık ve ölüm korkusu onların temel yasasıdır. Karakolu, jandarmayı, polisi ve hastaneyi iyi bilirler. Mahkemeleri de… Yürekleri iyilik ve haset doludur. Haklarının biraz yenildiğine, yaşamlarında hep yanlış yerde olduklarına inanırlar. Yaşadıkları yanlışların kökleri hem geçmişlerinde vardır, hem de bu günkü zaman içinde vardır. Onlar fazlasıyla acı çekerler. Bu insanlar ülkemiz nüfusunun en büyük tabanını oluştururlar. Sözün burasında, şiirimizin büyük ustası Nazım Hikmet’in dizeleri geliyor usuma:

&#8〠浣〠瑰㸢ﱂﱴﱧ潤慬琿洿欠棢攠政汫ⱥ欠棢㬲6tContentID

￰tCategoryID 
￰ClassID￶￿㿿Priority
￰Header￶￿㿿Spot￶￿㿿SpotImage ￶￿㿿SpotFlash ￶￿㿿SpotVideo ￶￿㿿SpotMusic220;Boşlukta çürür kelam,

Topraktan gelmemişse,

Toprağa dalmamışsa,

Kökünü salmamışsa,

Acı, yazarların temel konularından biri olmuştur. Tolstoy’a: “Kardeşiniz de roman yazıyor” demişler. Tolstoy: “Hayır o roman yazamaz” demiş. “Niçin yazamaz? Diye sorduklarında, Tolstoy: “ Çünkü o acı çekmedi” demiş.

Ünlü yazarlardan Elias Canetti: “Halkın açılmış yaralarını yazmaya çalışmalıdır yazar. Acı insanı edebiyatçı yapar. Kanayan, yarası olmayan bir yazar edebiyatçı değildir” diyor. Anadolu kökenli ünlü, ABD’li yazar William Saroyan; “Türkçe acının dilidir, Türkçe kalbin ve ağıtın dilidir” diyor. Buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Kentlerde de acı çeken, karmaşık ilişkiler içinde olan insanlar milyonlarcadır. Ülkemizde işsiz sayısı 6–7 milyonu buluyor. Kutsal kitaplarda anlatılan “Nuh Tufanı” aslında durmuş değildir, bütün gücüyle sürüyor. Böyle bir durumda biz yazarlara, şairlere büyük işler düşüyor.

Yeni yeni yazacağım kitaplarda buluşmak üzere, sevgilerimi, saygılarımı sunuyor, hepinizi kucaklıyorum, hoşça kalınız.

OSMAN ŞAHİN’İN 18 Aralık 2009 günü, `MERSİN KENTİ EDEBİYAT ÖDÜL töreni` için hazırladığı konuşmanın tam metnidir.