Sevgili Refikimiz…

Bolu yerel basınının usta kalem ve duayenlerinden Yener Abi’nin (Bandakçıoğlu) büyük keyif veren köşe yazılarında, yerel basındaki rakip gazete ve yazarları konu edecek ya da kuruluş yıldönümünü kutlayacaksa ‘Sevgili Refikimiz’ diye bahsederdi.

Bu kelime çok anlamlı ve rakibin varlığına duyulan saygıyı, sevgiyi, dayanışmayı ifade eder ve basının saygınlığını artırırdı. Yener Abi bu kelimeyi kullansa da son yıllarda serbest piyasanın acımasız çarkına kapılan ve her şeyi metalaştıran tüketim anlayışı bırakın ‘refikimiz’deki naifliği, uyum yakınlığı nedeniyle ‘rakibimiz’ kelimesini bile kullanılmıyor artık.

Konu Yener Abi’nin kullandığı güzel kelimelerden açılmışken yazmayı düşündüğüm bir konuya da burada kısaca değineyim. Mudurnulu ortak bir dostumuzun oğlunun Abant’ta ki düğününde Yener Abi ile selamlaştık hal hatır faslından sonra Yener Abi “YEKÜDER (Yeniceşıhlar Köyü Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği) genel kurulu nasıl geçti?” Diye sorunca… Şaşırmadım desem yanlış olur! Yener Abi YEKÜDER’ in faaliyetlerini ve genel kurulunu takip edip sonucunu sorması bir taraftan usta kalemler tarafından takip edildiğimizi diğer taraftan herkesin saygı duyduğu Yener Abi olma saygınlığının böyle bir şey olduğunu hatırlattı.

YEKÜDER’in amacını kısaca belirtmem gerekirse; 2008 yılında Mudurnu Kaymakamlığı’ndan izin alarak Yeniceşıhlar Köyü’nde boş bekleyen köy okulumuzu taşımalı sistemle eğitim gören çocuklarımız okuldan köylerine döndüklerinde, sağlıklı ders çalışma imkânı sağlamak için etüt ve okuma salonu açmış, imece usulü onararak ve gönüllülerin desteğiyle büyük bir kütüphane oluşturmuş, aynı zamanda köyde; bilgisayardan, peynirciliğe, ziraatçılığa, süt kullanımına, biçki dikişe, okuma, bilim ve din arasındaki ilişkiye kadar kurs ve seminerlerle köyümüzde güncel deyimle farkındalık yaratmayı düşünmüştük aynı zamanda. Köylerimizin de turizmden pay alabilmesini sağlamak amacıyla eskiden köy odalarında oynanan köy seyirlik oyunlarından, yeme içme kültürüne kadar büyük şehirlerdeki yaşam tarzından bireyselleşen ve yalnızlaşan, doğaya yabancılaştıkça mutsuz olan insanlarımızı hafta sonları Mudurnu’yu ziyarete geldiklerinde köyümüze de davet ederek, yok olmaya başlayan köy kültürünü tanımalarını bir anlamda kültür paylaşımı yapmaya çabalıyorduk, çabalıyoruz… İşin ekonomik tarafı da olduğundan proje ağır aksak yürüyor. Projeyi tam anlamıyla düşündüğümüz seviyeye getirdiğimiz söylenemez, bizim eksiklerimiz olduğu kadar yerel ve mülki idareden de gerekli desteği alamadık. Yapmaya çalıştığımız projenin en güzel örneğine geçtiğimiz ay ‘Anadolu’yu Vermeyeceğiz!‘ yürüyüşçülerine moral, destek amacıyla ziyarete gittiğimiz Nallıhan’a bağlı Karacasu Köyü’nde şahit olduk. Karacasu Köyü’ndeki okul ve lojmanı Nallıhan Belediyesi, Nallıhan Turizm Gönüllüleri Derneği işbirliği ile onarılmış yakınında bulunan binalarda Nallıhan Kaymakamlığı tarafından onarılarak 28 kişilik pansiyon haline getirilmiş köylüler tarafından yöresel yemeklerin yapıldığı ve konaklandığı bir mekân yaratılmış.

Bu yazının yazılmasına Mudurnu’daki refikimiz İlhami Çetin’in www.habermudurnu.com sitesinde geçtiğimiz hafta yaptığı bir haber vesile oldu. Bölgemiz sınır köylerini de içine alacak olan Taşkesti, Dokurcun bölgesinde yapımı düşünülen HES projesi konusunda araştırmacı ve duyarlı gazetecilik örneği gösterdiği için kendisini tebrik ediyorum. Yapılması düşünülen HES konusunda Prof Dr Doğan Kantarcı’dan HES’lerin olumsuz etkilerini ortaya koyan çarpıcı Alakır raporunu paylaşmak istiyorum;

Kantarcı, HES’lerin insanlar ve canlılar için soykırım kaynağı olduğunu iddia etti ve ekledi: “Danıştay kararına göre Alakır’da HES yapılması mümkün değildir. Bu yöndeki zorlamalara halkın itiraz ve direnme hakkı doğaldır!” İşte, Prof Dr Kantarcı’nın HES’lerle ilgili ezberleri bozacak Alakır raporunun ayrıntıları…

Alakır için çarpıcı rapor
Türkiye’nin gündeminden düşmeyen HES projelerinin yarattığı tahribatlara yönelik eleştiriler sürerken, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toplak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Prof Dr M. Doğan Kantarcı, ikisi tamamlanmış sekiz HES projesinin bulunduğu Antalya – Kumluca’daki Alakır Vadisi’yle ilgili yazdığı, ‘Alakır Çayı Havzası’nda Nehir Tipi HES Kurulması Projelerinin Ekolojik Bakımdan İrdelenmesi’ başlığını taşıyan raporunda çarpıcı tespitlere yer verdi. Kantarcı, yakında yayınlanacak olan Alakır raporunda, HES girişimlerinde kullanılan planlama ve uygulamaların, bir su kaynağının devamlılığını sağlayıcı ve koruyucu olmadığını belirterek, “o su ekosisteminde yaşayan canlılar ile suyu kullanan insanlarımızı yok edici nitelikte bir soykırımdır” değerlendirmesinde bulundu.

HES’ler, canlılar ve insanlar için soykırım
Kantarcı, Doğu Karadeniz Bölümü’nde Fırtına Deresi Havzası’nda başlatılan su kaynaklarına yönelik saldırının, kısa zamanda bütün ülkeye yayıldığını belirttiği raporunda, Alakır Havzası’nın da bu saldırıdan nasibini aldığını vurguladı. Nehir tipi hidroelektrik santraller ile doğal ekosistemlerin dengesini bozmadan ve o suyu kullanan insanların haklarını gasp etmeden yerel ihtiyaçları karşılamak için elektrik üretilmesine kimsenin itirazı olamayacağının altını çizen Kantarcı, raporunda; “Fırtına Deresi’nde kurulmak istenen HES’in kapsamını ve etkilerini inceleyip, sarp arazideki uygulamaları gördüğümde; yapılmak istenen HES’lerin doğal ekosistemlerin dengesini bozmak bir yana, tamamı ile yok edeceğini kavradım. Nehir tipi HES’lerde kullanılan planlama yöntemi ve arazideki uygulamaları bizim derelere uymayan bir yöntemdir. Bu HES girişimlerinde kullanılan planlama ve uygulamalar; bir su kaynağının devamlılığını sağlayıcı ve koruyucu olmayıp, o su ekosisteminde yaşayan canlılar ile suyu kullanan insanlarımızı yok edici nitelikte bir soykırımdır” görüşüne yer verdi.

Türkiye bir sömürge mi?
HES yapılan akarsu yataklarının kurutulduğu havzalarda yaşayan, o su ile tarlasını, bahçesini, sulayan ve ürettiği ile ailesini geçindirmeye çalışan insanlar olduğunu vurgulayan Kantarcı, “O insanlarımızın, ağaçlar, ormanda yaşayan hayvanlar, çiçekler, böcekler, derede yaşayan balıklar kadar değeri yok mudur? Türkiye Cumhuriyeti’nin dağları, ormanları, toprakları, akarsuları ve diğer kaynakları ile zenginlikleri bir sömürgeye mi aittir? Türkiye bir ‘Haçlı saldırısına’ veya burayı ‘Dar-ül Harb’ ilân edenlerin saldırısına boyun eğecek midir?” Sorularını yöneltti.

Cansuyu, soykırım uygulamak anlamına geliyor
Derelerde yapılacak HES’lere, akıtılacak su ile dereye bırakılacak su miktarı arasındaki oran ve bu oranın aylık akış miktarına göre düzenlenmesi gereğinin tartışma konusu olduğunu hatırlatan Kantarcı, “Derenin getirdiği suyun yıllık ortalama debisi üzerinden bir hesap ile hidroelektrik üretimine su sağlamağa kalkışmak doğru değildir. Dereden gelen suyun mevsimlik ve aylık akış miktarlarına göre alınabilecek su miktarları farklıdır. Yıllık ortalama su gelirine göre veya mevsimlik / aylık su gelirine göre suyun yüzde 10 kadarının ‘can suyu’ adı altında dereye bırakılması, derede ve çevredeki canlılara (insanlara da) soykırımı uygulamak anlamına gelmektedir” görüşüne yer verdi.

Her dere için çok yönlü planlama yapılmalı
Konunun çok farklı bilgiler gerektirdiğini ve hesaplamalarının masa başında bir yöntem seçerek düz bir aritmetik uygulayarak yapılamayacağını vurgulayan Kantarcı, “Araziyi, dereyi ve derenin etki alanını kapsamlı bir çalışma ile kavramak ve doğal ekosistemler ile insan ekosistemlerini ekolojik açıdan olduğu kadar ekonomik ve sosyal yönleri ile de ele alıp değerlendirmek gerekir. Havzanın su gelirinin yenilenebilir bir enerji kaynağı olmasının yanında; havzada ve etki alanındaki canlıların yaşamasının devamlılığını sağlayan bir yaşama/var olma ve üretim / geçim kaynağı olduğunu kabul ederek planlamaların yapılması gerekmektedir. Bu çok yönlü planlama karakteri her dere için, o derenin özelliklerine ve etki alanına uygun incelemelerin yapılmasını, yöntemlerin geliştirilmesini ve uygulanmasını zorunlu kılmaktadır” görüşünü aktardı.

19.7.2011
Fotoğraf: İsmail Şahinbaş