Özlediğim Bayramlar

Bayramların dinsel ve geleneksel olarak yaygınlaştığı günden bu güne insanlara kısa süreler de olsa mutluluk ve huzur veren, eşi dostu görme, hal hatır sorma, iş yaşamı nedeniyle uzaklara gidenlerin köyüne kasabasına dönme ailesini ve komşularını ziyaret etme zamanlarıdır.

Bayramlarımızdan en büyük hazzı ve mutluluğu da insan çocuk yaşında alır ve daha heyecanlı ve sevinçle yaşar.

Bunun en önemli göstergelerinden biride toplumumuzda bizden yaşça daha büyük birine sorsak eski bayramlar nasıldı diye hemen herkes nerede o eski bayramlar diye hayıflanır. Bunun nedenlerinden biride insanların küçük yaşlarında hayata daha masum daha çıkarsız ve daha paylaşımcı yaklaşmasındandır. Herkesin kendi hatıralarında yaşadığı özlemini duyduğu güzel bayramlar vardır.

Bizim yaşadığımız hatıralarda kalan bayramlara gelince; kadrolu hocası olmayan köye beyaz takkesi ve davudi sesi ile hala ben geldim deyişiyle Mehmet Hoca’yı anımsarım. Kibar ve saygılı duruşuyla Sabri Hoca gibi ramazan hocalarıyla, ramazanlık hiç hoca bulunamasa köyden geçici olarak hocalık yapan Yunus Hoca’yı anımsarım. Minaresi olmayan camide, dibek taşının üzerinden ve evlerin yüksek camlarından okunan ezanla herhangi bir hanede iftar verildiği zaman sofrada daha çok yemek yemek için her türlü muzipliği yapan Yunus Amca ve Zeki Dayı’nın yaptığı numaraları özlerim. Teravih namazında, köyün oldukça yaramaz yaşıtlarıyla arka sırada yapılan gürültü ve patırtı sonucu işitilen azarlarla, en çok tespihi bir arada görüp heyecan duymakla hatta ‘Allahın çarpmayacağını bilsek’ o doksan dokuzluk tespihlerden bir tane yürütüp, bir tane imameli, iki tane imamesiz tespih yapma hayali ile namazdan sonra cami odasına elmalıklardan ya da samanlıklardan getirilen bir kalbur yarısı çürük elmaları özlerim. Köyün yaşlılarının anlattığı hatta bazılarının odanın ortasına dikilip savaş böyle yapılır, kılıç böyle sallanır diye yaptıkları taklitlerle, daha genç olanların oynadıkları orta oyunları ile hele belli akşamlarda başka bir köyden bir misafir geldi ve bu yapılan oyunların bir kısmını bilmiyorsa misafirliğe geldiğine pişman olacak kadar oyunlarda sopa yemesiyle çocukların bizde oruç tutacaz gece kaldırın deyip uykulu uykulu kalkıp yarı uyur yarı uyanık o güne kadar düğünler hariç görmediğimiz gece yarısı iki saatlik yoldan dere tepe aşarak Cinner Köyü’nden gelen davulcu Goca Haydar Dayı’nın çaldığı bize çok değişik gelen davul sesini anımsarım. Köyün aile lakaplarını da söyleyerek, köylüyü sahura kaldırması ile köyün gençlerinden ve yeni evlilerinden biri kazara camiye sabah namazına gidemediyse köyün diğer gençleri tarafından köy oluğuna ıslatmaya götürüldüğü hikâyeleri özledim. (O zamanlar yeni evlilerin ve gençlerin kazara neden sabah namazına kalkamadığını bilmiyorduk onu çok sonraları öğrendik!)

Bizde oruç tuta caz diye gece kalkıp öğlene doğru acıktığımız zaman tavan arasından kimse görmedi oruç bozulmaz diye yediğimiz çok lezzetli pestil, erik, elma buruşlarıyla, iftara doğru köyün çeşmesinden bakır ibrikle sofraya getirilen ve onca buruşu yedikten sonra bende bu gün oruç tutum deyip sofrada olan bir tek bardakla sıra ne zaman gelirse içilecek su ile evde davet verileceği zaman efelik yapıp bende adamlarla yemek yiyecem deyince  annemden okla ile yediğim güzel sopa ile doğrusu ocaklıkta mis gibi Semerler Dağı’nın odunları ile pişmiş her yanı simsiyah olmuş bakır tepsi içindeki ekmek kadayıfının üzerindeki yumruk gibi kaymağı da görünce yediğin sopaya değiyor.

‘Şimdi bile öyle kaymaklı kadayıfı bulsam tekrar sopa yemeye razıyım birde güzel anam döverse değmeyin keyfime.’ Kadrolu hoca olmadığından mı yoksa caminin minaresiz olduğundan mı, o zaman için bilinmez ramazan ayı bitince yarın sabah bütün mahallerin toplandığı Cuma camisine bayram namazına gidecez diye akşamdan annemin köyün ırmağında yıkamaya götürdüğü ve kaynayan kazandan kafamızı yıkarken biraz sıcak su döktüğünde anam yandım dediğimizde koca kalıp sabunla kafamıza vurup ‘sus kezeri gakmayasıcık’ diye söylenmesini ‘ah o köy ırmağında yıkandığım o kazanı ve suyu değme kurnalardan akan suya ve duşa kabinli banyolara değişmem.’ Irmaktan çıkınca soğukta tirildeyerek eve geldikten sonra saçlar düzgün dursun diye anamın çemberini kafamıza sarıp yattığımı, büyük ağabeylerime dar gelen pantolonu ütülensin diye yatağın altına koyuşumu.

Sabahın erken saatinde kalkıp dedelerimizin, babalarımızın peşinden Cuma camisine gidişimizi namaz ve camide bayramlaşmadan sonra akrabalarda yapılan kahvaltıyı. Ve köyde her haneyi gezerek el öpmekle gündüz imece usulü hazırlanan yemeklerin köy odasında hep beraber yenmesiyle o sahici güzel bayramlar devam ederdi.

Şimdilerde ise sanal dünya âleminde maillerle, Facebook’larla, 3G’ lerle kutlanır oldu bayramlar. Umarım biran evvel bu sanal dünya âleminin insanımızı getirdiği yozlaşmadan kurtulup akıl ve bilim yolunda o sıcak dokunuşlara tekrar kavuşur yaşadığımız coğrafyada her günümüzü özlemini duyduğumuz bayram günleri gibi yaşarız.

Fotoğraf: 1934 yılına ait Mudurnu’da Bayram coşkusu…