Olimpik Şehirlerde Kısa Turlar!

Kısa tatilimizin ikinci ayağı Münih oldu. Zaten bu kent üzerinden Barselona’ya uzanmıştık. Tesadüf mü bilmiyorum ama tarihe bakınca garip bir rastlantı ile karşılaştım: Barselona Olimpiyat Oyunları üzerinden 20, Münih Olimpiyat Oyunları üzerinden tam 40 yıl geçmişti.

Münih’te ziyaret ettiğim yerlerin içinde oyunlar bölgesi vardı. Dibinden geçen metro sizi hemen onun kıyısına bırakıyor. Metrodan çıkıp sağa döndüğünüzde o zaman için devasa televizyon kulesi ve asma stat mimarisi gözünüze çarpıyor.

Başkaları duymasın ama o tarafa ziyaretimin asıl amacı BMW Müzesi’ni ziyaret etmek idi. Bu yapı aynı bölgede konuşlandığı için bir taşla iki kuş vurmaya benziyordu (Bu arada ‘bir taşla iki kuş vurma’ yerine başka bir örnek bulsak iyi olacak gibi…). Merkez binalar ve müze yanında otomobil ve motosikletlerin sergilendiği alanlar özellikle ilgimi çekiyordu. Bu defa fırsat oldu. 1926’da yapılan motorlardan günümüze varıldığında inanılmaz gelişme eğrileri ortaya çıkıyor. Teknolojinin ulaştığı son nokta diyemeyeceğim çünkü hâlâ gelişmelerin olmasını bekleyen birisiyim. Elektrik enerjisinin kullanımı, yüksek tasarruflu sistemlerin kullanılması yanında, lüks, konfor ve gösteriş istekliliği şirketleri bazen aşırı ötesi yatırım ve ürün yaratma çizgisine götürüyor. Öyle ki, makam arabası şeklinde dizayn edilmiş bir otomobile izleyenler bindirilerek bina içinde tur yapmaları sağlanıyor. Çocuklar ise, en eski otomobil örneği içinde gezdiriliyor. Böylelikle yatırım çocuklarla başlamış oluyor.

Motorlara gelince, bizde yapılan fuarda sergilenen çoğu motosiklete değil binmek dokunmak bile yasak. Bazı modellerde bu yasak yok, her şirketi zan altında bırakmak istemem. Orada hemen her model yere sabitlenmiş, anne, çocuk, dede herkes motosiklete biniyor. Gaz açıp hız bile yapıyor! Her model için ayrıntılı bir tanıtım levhası var. Silindir sayısı, beygir gücü, oturma yüksekliği gibi hem teknik hem de konfor özellikleri ziyaretçilere sunuluyor. Buraya kadar gelen bir ziyaretçi olarak üstüne binmedim ama iki modeli gözüme kestirdiğimi itiraf etmeliyim. Bu demektir ki yakın zamanda İstinye’ye uzanmak zorundayım. Umarım aynı ilgiyi burada görürüm.

Şimdi çok küçük bir ayrıntıyı paylaşıyorum: Hem Barselona’da hem de Münih’te olimpik merkezleri parasız olarak ziyaret edebiliyorsunuz. Ama Barselona’nın efsanevi futbol takımının meşhur stadı ve müzesini gezmek için çeyrek yüz Euro ödemeyi kabul etmelisiniz. İşte burada pazarlama teknolojisi devreye giriyor. Ürünlerin satıldığı mağazayı anlatmama gerek yok. Bunu Türkiye’de birkaç spor kulübü en iyi düzeyde yapıyor. Bizim gezdirebilecek ve gerçekten o spor kulübünün yarattığı katma değeri ile yapılmış bir stadımız var mı? Sakın, devletten alınmış stadları bana örnek olarak vermeyin! Bu konu, üzerinde tartışılması ve bir sonuca varılması gereken çalışma alanıdır. Spor Yöneticiliği araştırıcılarının hızla bu alana yönelmelerini istiyorum.

Doğal olarak spor ve spor yapma sistematiği bir felsefe şeklidir. Sporun her kesim ve erken yaşlarda yapılması, yapılmasının sağlanması belirli sistemlerin uygulanmaya konulması ile mümkündür. Olimpiyat Oyunlarını sporun zirvesindeki ilginç yarış ve karşılaşmaları ile izlemeye devam ediyoruz. Çeşitli başarı öykülerini okuyoruz. Gerçekleri yerinde görmek için bana müsaade ediniz, Londra’ya doğru uzanayım. Ama başlangıçta yaşanan birkaç küçük aksaklık beni şimdiden şaşırttı. Merakım, 2020’ye aday olan ülkemiz oraya gözlemci olarak kimleri yolladı? Ya da bu görevi üstlenen birileri var mı?