Kız Kulesi

Kızkulesi’nin üzerinde yer aldığı kayalıktan ilk kez MÖ 410’da söz edilir. Bu tarihte Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirir. Sarayburnu’nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilir ve kule böylece Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu halini alır.

Bundan yıllar sonra yani MÖ 341’de Yunan Komutan Chares, kulenin bulunduğu adacığa eşi için, mermer sütunlar üzerine bir anıt mezar yaptırır. MS 1110’lara gelindiğinde ise bu küçük adacığın üzerindeki ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. 1143 – 1178 yılları arasında hükümdarlık süren İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için iki tane kule yaptırmıştır. Bunlardan birini Mangana Manastırı yakınına (Topkapı Sarayı’nın sahili) diğerini ise Kız Kulesi’nin bulunduğu yere inşa ettiren İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatmıştır.

Daha önceleri zaman zaman harap olan ve yeniden onarılan Kız Kulesi, İstanbul’un fethi sırasında Venedikliler tarafından üs olarak kullanılır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığı sırada Bizans’a yardım etmek için Venedik’ten Gabriel Treviziano komutasında gelen bir filo burada üslenmiştir.

Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırır ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırır ve buraya toplar yerleştirir. Kaleye konulan bu toplar, liman içindeki gemiler için etkili bir silah olmuştur. Ancak kule, Osmanlı Dönemi’nde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada top atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır. Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih Devri yapısıdır.

Osmanlı Dönemi boyunca Kız Kulesi’nin onarılarak ya da yer yer yeniden yapılarak yaşatıldığı bilinmektedir. 1510 yılında meydana gelen ve ‘küçük kıyamet’ olarak anılan depremde İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kız Kulesi de büyük hasar görmüş, kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde gerçekleştirilmiştir.

Çevresinin sığ olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de fener konulmuştur. Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır.

Kuledeki toplar da bu dönemde artık korunma için değil, merasimlerde selamlama için atılıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kız Kulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır. Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak, Padişah’ın tahta geçişi top atışları ile halka duyurulmuştur.

1719 yılında fenerde yağ kandilinin rüzgâr etkisiyle etrafı tutuşturmasından dolayı çıkan yangın ile iç kısmı tamamen ahşap olan kule yanmış, 1725 yılında şehrin Baş Mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirilmiştir. Bu onarım sonrası kule, kurşun kubbeli ve fener bölümü de kâgir ve camlı olarak restore edilmiştir. Ardından 1731 yılında kulenin feneri ile top mazgalları ve diğer yerleri yeniden onarımdan geçmiştir.

Kız Kulesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlar. Daha önce eğlenceler ve kutlamalar için yapılan top atışları, bu dönemde artık savunma amaçlı yapılır.

Kule, 1830-1831’de ise, kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür. Daha sonra 1836 -1837’de görülen ve 20 – 30 bin kişinin öldüğü veba salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan hastanede tecrit edilmiştir. Kız Kulesi’nde tesis edilen bu hastanede uygulanan karantina ile salgının yayılması önlenmiştir.

Asya ile Avrupa’nın kesiştiği noktada Boğaz’ın ve İstanbul’un 2.500 yıllık tarihine tanıklık eden Kız Kulesi, asırlar boyunca pek çok efsaneye de konu olmuştur

Yüzerek geleceğim sana.

Güzel kız, senin sevgin uğruna,

Sana geleceğim.

Sen beklerken beni ürkek bakışlarla,

Yüzerek geleceğim sana.

Dalgalar gemilere bile geçit vermese,

Yüzerek geleceğim sana.

Azgın dalgalar arasından…

Hero ve Leandros’un ölümsüz aşk hikâyesi…

Kız Kulesi ile ilgili anlatılan ilk hikâye; Ovidius’un kaydettiği bir aşk hikâyesidir. Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikâye, Hero’nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero, Afrodit’in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır. Yıllar sonra Afrodit’in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Delikanlının ateşli ve hüzünlü bakışı Hero’yu etkiler. İki âşık, yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibi, bu kısacık zaman diliminde, kalplerinin artık başka bir insan için çarpmayacağını anlarlar. Birbirine âşık ol〠浣〠瑰㸢ﱂﱴﱧ潤慬琿洿欠棢攠政汫ⱥ欠棢㬲6tContentID

￰tCategoryID 
￰ClassID￶￿㿿Priority
￰Header￶￿㿿Spot￶￿㿿SpotImage ￶￿㿿SpotFlash ￶￿㿿SpotVideo ￶￿㿿SpotMusic ￶￿㿿Content￶￿㿿MemberOnly
￱Labels￶￿㿿PostFile￶￿㿿PostTarget
￶￿㿿CreateDate
]CreateUser

￰EditDate]EditUser
￰StartDate ]EndDate]tSiteID
￰tLanguageID 
￰Approval￱R1￶￿㿿R2￶￿㿿R3￶￿㿿R4￶￿㿿R5￶￿㿿R6￶￿㿿R7￶￿㿿R8￶￿㿿R9an iki genç, Leandros’un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar.

Kız Kulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros’un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero’nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, Boğaz’ın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi’nden Boğaz’ın sularına bırakır. Ahtamar Adası’ndaki hikâyenin bir benzeri…
 

Yılanlı Hikâye

Hero ve Leandros’un, kavuşamayan âşıklara atfen anlatılan bu hikâyesinden başka bir de; Kleopatra’nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı yılan hikâyesi vardır.

Bizans İmparatoru’nun bir kızı olur. İmparator buna çok sevinir ve kızının doğum gününü, ülkesinde bayram ilan eder.

Her yıl, prensesin doğum günü bayramı görkemli bir şekilde kutlanır. İmparator, bilginlerinden, kızının tahta hazırlanması için eğitilmesini ister. Fakat bilginlerin en yaşlısı, imparatora, kızının on sekiz yaşına basmadan bir yılan tarafından sokularak öleceğini kehanet eder. Bunun üzerine imparator, denizin ortasındaki küçük bir adacık üzerinde yer alan kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir.

Böylece yıllar geçer. İmparatorun kızı on sekizine basmak üzeredir. Ancak, kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır.

İmparator, kızının ölümüne çok üzülür ve kaderden kaçılamayacağını anlar. Kızı toprağa gömülürse, yılanlara yem olacağını düşünerek, prensesin cansız bedenini mumyalatıp pirinç bir tabuta koydurur. Tabutun da Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birinin üstüne yerleştirilmesini emreder. Böylece, kızının hiç değilse ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür.

Bugün, bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, prensesi, ölümünden sonra da rahat bırakmadığı anlatılır.

Atı Alan Üsküdar’ı Geçti

Kızkulesi ile ilgili olarak en sık anlatılan hikâyelerin sonuncusu ise Osmanlı Dönemi’nde geçer.

Hikâye; Battal Gazi’nin askerleri ile birlikte Kızkulesi’ne baskın yaptığını ve kulede saklanan hazineleri alarak, burada yaşayan Üsküdar Tekfuru’nun kızını kaçırdığını anlatır. İstanbul’u (Constantinopoli) kuşatmaya gelen Battal Gazi, kuşatmadan bir sonuç alamayınca Kızkulesi önündeki kıyıya karargâhını kurar ve yedi sene burada kalır.

Hikâyeye göre, Battal Gazi’nin Üsküdar kıyılarında bu kadar uzun süre kalmasının asıl nedeni, Tekfur’un kızına âşık olmasıdır. Üsküdar Tekfuru, Battal Gazi’nin korkusu ile kızını, hazineleri ile birlikte kuleye kapatır. Şam seferini tamamlayarak Üsküdar’a dönen Battal Gazi, kayık ile Kızkulesi’ne gelerek, Tekfur’un kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar’dan atına atlayıp oradan uzaklaşır. Çokça bilinen ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ lafı bu hikâyeden gelir.

Bu hikâyeden günümüze gelen bir diğer şey de küçük kulemizin ismi ile ilgilidir.

Diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen Türkler buraya Kız Kulesi ismini vermişlerdir. Antik Çağ’da Arkla (küçük kale) ve Damialis (dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da Tour Leandros ismi ile ün yapmıştır.

Bu eşsiz yapı, günümüzde ise ‘Kız Kulesi’ adı ile bütünleşerek, bu isimle anılmaya devam etmiştir.

Tüm bu bilgileri http://www.kizkulesi.com.tr/ sitesinden aldım. Fotoğraflara bilgi eklenmeli midir? Bilmiyorum. Ama fotoğraf tek başına birçok konu anlatır. Fotoğrafa bakıp da siz ne anladıysanız, fotoğraf odur aslında.

Ama burada, bu bilgilerinde paylaşılması iyi olur diye düşündüm. Kısa bir internet çalışması ile bu bilgilere ulaşabilineceğini de biliyorum. 2009 yılının bahar günlerinde yer yer bulutlu çok güzel bir hava vardı. Yolum Kız Kulesi civarından geçiyordu. Kule ve Tarihi Yarımada’yı fotoğrafın alt kısmında 1/5’e koyarak bir kompozisyon oluşturdum. Burada ki amacım derinlik yaratmak idi. Hem böylelikle bu büyülü bulutları çok daha fazla kompozisyonun içine alabileceğimi düşündüm. Düşündüklerimin doğru olduğunu görüyorum.

Polarize fitrenin de yardımı ile bulutları biraz daha belirgin hale getirdim, bunlar çıktı. Sırtçantam’ın 36. sayısında beğenilere sunuyorum.

İsmail Şahinbaş