Heippa Finlandiya!

Temmuz ayı. Bavullar hazırlandı, bavullara yazın ortası olmasına rağmen bahar havasına uygun kıyafetler konuldu. Yağmurluk, polar kazak ve botlarda unutulmadı. Ve tabii ki kitaplarım. Kitaplarım çantamın en önemli yerine konuldu.

Bir heyecandır başladı. Kuzey Avrupa‘ya ilk defa gidecek olmanın merakı beni heyecanlandırdı. Bu heyecanı; havaalanındaki yoğunluk, bekleyişler, incittiğim için boynuma takmak zorunda olduğum boyunluğum hatta son anda pasaport yenileme maceram bile etkileyemedi. Yüzümdeki meraklı gülümseme hiç kaybolmadı. Bu gülümseme ilk gittiğim, ilk keşfettiğim her şeyde, her yolculukta olur nedense. Keşif, inanılmaz güzel bir duygu, yaşama bağlayan inanılmaz bir tat…

Finnair ile 3,5 saat bir uçuş sonunda ulaştım Helsinki’ye. Havaalanında ilk dikkatimi çeken güler yüzlü polisler oldu. Soğuk insanlar diye duyduğum Finlilerin polislerini daha soğuk ve mesafeli beklerken, hiç beklemediğim şekilde onları yardımsever ve güler yüzlü buldum. Diğer ülkelere giriş yaparken gördüğüm asık suratlı polisler ile hiç alakaları yoktu. Harika dedim. Bence bu gezi güzel geçecek.

Buradan Helsinki Tren İstasyonu’na gitmek için havaalanının hemen dışında bulunan 615 numaralı otobüse binip, 4.50 Euro ödeyerek Helsinki Tren İstasyonu’na ulaştım. Bavullarımın çokluğunu gören otobüs şoförünün yardımı ve gülümseyen yüzü yine ayrı bir şaşkınlık yarattı bende: “Tren istasyonunun içinde eşyalarınızı bırakabileceğiniz dolaplar var bu dolaplara eşyalarınızı bırakabilirsiniz” dedi kibarca. Evet, eşyalarımı bıraktım ve rahatlamanın etkisi ile temiz havayı içime çektim. Dolapların bedeli, 24 saat için 3 ile 4 Euro civarında (Dolapların büyüklüğüne göre).

Ama tren istasyonunun güzelliğini görünce ben burada da oturabilirim diyebilirsiniz bu arada. İstasyon bahçesinde küçük botanik bahçeler oluşturulmuş ve ağaç heykellerle süslenmiş. Botanik bahçede ülkede yetişen bitkiler ve ağaçlar hakkında bilgiler verilmiş ve görüntüye akan bir su şırıltısı eklenmiş. Botanik bahçesinin önüne taze meyve – sebze pazarı kurulmuş ve oradan taze taze meyveleri tadabilirsiniz. Kafeler, eğlence merkezleri, kitapçılar ile sanki şık bir caddeyi anımsatıyor tren istasyonu ve ben ‘işte medeniyet’ bu diyorum.

Otururken önümden geçenlere baktığımda ise çok şık giyimler dikkatimi çekiyor ama en çok dikkatimi çeken; kadınların, genç kızların dekolte kıyafetleri bu kadar olağan ve hoş taşıyabilmeleri. Bir diğer nokta ise onlara sanırım bir tek ben dikkatli bakıyorum. Kendime şaşırıyorum. Aynı kıyafetleri büyük şehirlerin lüks caddelerinde de gördüğümü hatırlıyorum ama burada ki büyük farkı fark etmemek mümkün değil. Burada her şey doğal, giyen güzel giymek için giyinmiş, izlenmek için değil. İzlenmediğini biliyorlar ve rahatlar. Ben hariç izleyen de maalesef yok…

Bu kadar da tren istasyonunda insanları dikizlemek sana yakışıyor mu şimdi yani diyerek kendime geliyorum ve o ahşaptan heykellerle süslenmiş yemyeşil göl kenarlarındaki parklarına hızlıca ilerliyorum. Tabi dilimde dokuz sekizlik aksak ritmim ‘Çayır çimen geze geze ooooooo…’ Bizim parklardaki gibi çimenlere basmak yasaktır gibi bir yazı olmadığı için kendimi çimenlerin üzerine atıyorum. Ve ağaçların altında bir grup gencin şaraplarını yudumlarken, gitar eşliğinde söyledikleri Fince şarkıyı dinliyorum…

22 Temmuz 2012, Helsinki

* Heippa, Fince merhaba demek.