Batum Notları

Geçen haftalarda, Temmuz başında gezdiğim, Karadeniz Bölgesi gezilerini, Fırtına Vadisi’ni ve yaylalarını anlatmıştım. Sıra Batum’a gelince, araya başka gündem yazısı girdi. Şimdi de gündem yoğun, ama ben yine de Batum’u anlatmak istiyorum.

Rize ve yaylalarını gezdik, sınıra bu denli yaklaşmışken, bir de Batum’u görelim dedik. Zaten her gün birkaç tur otobüsü Batum’a gezi organize ediyordu. Biz de hiç zorlanmadık. On kişilik yer bulduk ve yola çıktık. Rize – Batum arası iki saat sürdü. Otobüste sağımıza, solumuza bakmaktan başımız döndü. Yamaçlar yeşile randevulu, başka kimselere yüz vermiyordu. Evler oldukça seyrek, bahçelerin arasında kayboluyor, çay bahçeleri emekçilerin türküleriyle yıkanıyordu. Sepet sepet yem yeşil çay yaprakları taşıyordu arabalar. Rize’nin sahili yola teslim olmuş. Ne kumsal kalmış, ne de plaj. Zaten denize giren de yok. Denizden vazgeçmiş gibiydiler.

İki saatin sonunda Sarp Sınır Kapısı’na vardık. Daha içeriye girmeden, görebildiğimiz kadarıyla plajın insan dolu ve düzenli oluşu dikkatimizi çekti. Mimari hemen değişti. Binalar büyük, gösterişli, zevkliydi. Sınırdan içeriye girebilmek için epeyce sıra bekledik. Türkleri pek de sevmediklerini duyumsadık. Geldiğimizden memnun değil gibiydiler. Bize davranışları diğer ülkelerden gelenlere davrandıklarından daha kabacaydı.

Biz sınırdan içeriye girene dek, öğle oldu, karnımız acıktı. Lokanta ararken de o kabalığı duyumsadık. Caddede karşılaştığımız kadınlar, bizi iterek geçtiler. Tuvalete gitmek istedik, görevli kadın, elleriyle kovar gibi ‘Gelme’ işareti yaparak “Türkî Türkî” diye bağırdı. Girmek zorunda olduğumuzu anlatmaya çalıştık. “Önce parayı ver” dedi. Biz şaşkın ve üzgün oradan ayrıldık. Her şeye karşın gezecektik ve görecektik. Onların nefretlerini hissedince, aklıma ‘Balalayka’ filmi geldi. Anlaşılan biz onları üzmüştük. Yoksa bunca öfke başka neden olabilirdi?

Batum’da en çok heykellerin çokluğu ve park – bahçelerin genişliği dikkatimizi çekti Ne de olsa bu konuda yüreğimiz yaralıydı. Bizim iktidarlar parklara bina yapmayı seviyordu. Böylesi geniş park ve bahçelere hasrettik. Adım başı heykelle karşılaşıyorduk. En çok da ‘Aşk’ heykeli bizi kendine kilitledi. Önce yavaşça birbirine yaklaşan çift, tek vücut oluyor, sonra da yavaş yavaş ayrılıyordu. Onu izlerken ister istemez Kars’taki ‘Barış’ anıtı aklımıza geldi. Başka bir parkın ortasında memelerinden su fışkıran kadın heykelini gördük. Rizeli bir kadın “Bu bizim parkta ancak bir gün yaşayabilir, hemen kırarlar” diyerek duygusunu dile getirdi. Parkların genişliği, insan merkezli yatırımlar, Sosyalist sistemin izlerini duyumsatıyordu. Kapitalist sistemde ilk önce park ve bahçeler daralırdı. Okul bahçeleri yok denecek kadar küçülür, insanların geniş parklarda dolaşması amaçlanmaz, öncelikle oralara binalar dikilirdi. Caddelerin ve parkların genişliği insana ’Buradan Sosyalizm geçmiş’ dedirtiyordu.

Dünyanın en büyük botanik bahçelerinden birinin Gürcistan’da olduğunu biliyorduk. Orayı gezmek istedik. Botanik Bahçesi’nde dört yüz bin çeşit bitki ve ağacın olduğunu bizim acemi rehber söyledi (doğru olup olmadığını bilemem). Dev manolyalar ve başka ağaçlar, botanik bahçesinin epeyce yaşlı olduğu ipucunu veriyordu. Ağaçların üzerinde hangi ülkeden geldiği ve yaşı yazıyordu. Bahçenin bir ucundan yürüyerek gezelim dedik, iki saatte çıkamadık. Sonunda bir aracı durdurduk ve onunla çıkabildik. Durdurduğumuz aracın sürücüsü bize birkaç mandalina verdi. Tadı Antalya mandalinalarından farklıydı. Sonradan öğrendim ki, Batum’da ve Rize’de mandalina yetişirmiş. Hem de ünlüymüş. Botanik Bahçesi’nin içinde, güneşle çalışan araçlarla dolaşmak mümkündü. Denize tepeden bakan uçsuz bucaksız Botanik Bahçesi’ni gezerken, en kısa zamanda buraya varsıl villaları dikilir diye düşünmekten kendimi alamadım. Çünkü geniş ve zengin bahçeler kapitalist sistemin ağzını sulandırırdı.

Halkın yoksulluğu, balkonlardan sarkan eski çamaşırlardan da anlaşılıyordu. Ancak belli ki ABD ‘Yardımı’ buraya da el atmış. Caddeler bakımlı, binalar onarılmıştı. Cennet gibi güzel Gürcistan’ın yağmalanması hiç de uzak görünmüyordu. Bağ bahçe, ev satın almak söylediklerine göre şimdilik ucuzmuş. Türkiye’den ve başka ülkelerden gelenler Gürcistan’dan yer satın almaya başlamışlar bile. Bir çizgiyle birbirinden ayrılan, Rize ile Batum, şimdilik yaşantı olarak çok benzemiyordu. Yine de Rize’de çay toplayan işçilerin çoğu Batum’dan geliyordu. Bu kadar iç içe yaşarken, birbirine benzememek daha ne kadar engellenebilirdi? Sistem ne kadar zorlarsa zorlasın,  halklar Karadenizliydi. Batum’un güzelliğinden gözümüzü alamayarak, Rize’ye döndük.

Fotoğraf: Sinan Kılıç