AŞK YAĞMURU

Şimdi kırlara gitme zamanı. Gelincikler, papatyalar, mineler birbiriyle güzellik yarışında. Yeşil çayırların üstünde bir renk cümbüşündeler. Arıların, kelebeklerin değme keyfine. Yere bir şeyler sermeye bile gerek yok. At kendini çimenlerin üstüne. Dinle doğanın sesini ve de onların mesajını.

Böylesi zamanlar tam da âşık olma zamanıdır. Yüreği olana tabii. Biz, toplum olarak aşk ile seksi, sevgi ile zayıflığı karıştırdığımız için, onlara düşman kesilir, yüreğimize girmesine izin vermeyiz. Aşkı ve sevgiyi gördüğümüz her yerde küçümser, aşağılar, alaşağı ederiz. Âşıkları ayırırız, bunu da, eşimizi ailemizin seçmesini de böbürlenerek anlatırız.

Toplum olarak, bence aşkı ve sevgiyi tanımıyoruz. Tanımamıza fırsat verilmiyor. Bir yerlerden gözümüz ısırıyor o kadar. Tanımadığımız bir şeyi savunmamız, korumamız beklenebilir mi?

Yıllar önce Almanlar, Türkler hakkında bir araştırma yapmış. Konu: Türk erkekleri, eşlerine karşı neden bu denli kaba?

Sonuç şöyle çıkmış: “Avrupalılar, ilk cinsel ilişkilerini sevgilileri ile yaşıyor. Türklerde bu yasak olduğundan, onlar da hayvanlarla yaşıyor. Kadınına karşı kabalığının nedeni bu olabilir” demişler. Bir yerlerde okumuştum. Bana da doğru gibi gelmişti.

Birkaç ay önce, sevgili Rifat Ceylan ile karşılaştık. Benim yazılarımı beğendiğini, yanındakilere anlattı. Birlikte heyecanla bir yazıyı konuşmaya başladık. Yanındaki konuğu kadın öğretmen (!) güm diye sözün ortasına daldı ve “Seni evlendi diye duyduk” deyiverdi. Dam üstünde saksağan. Onun alanı da bu konulardı.

Konfüçyüs’ün sözü ne güzel yakışır böylesi anlarda. “Öfkelendiğiniz şeye dikkat edin, o sizde olandır.” Zavallı kadın, mutsuz yaşamının öfkesini benden çıkarma çabası içindeydi. Aşkı, sevgiyi yaşayamayan, yaşamı boyunca ona düşman kesiliyor, nerede görürse başını ezmeye çalışıyor. Toplumda bunlardan bolca var.

İnsanların kafasının önü gibi ardının da aydınlanması gerekir ki, aşk deyince duygudan önce beden, hatta kadın bedeni hatırlanmasın.

MHP’li başkan M. Gül, Antalya Kemer’deki “Aşk Yağmuru” heykelini kaldırttı. İlk işi bu olduğuna göre, seçimden önce oy toplarken, söz vermiş olmalı. Özellikle kıyı kentlerinde, kadın bedeni üzerinden ticaretin hat safhada olduğunu sağır sultan bile duydu. Hal böyle olunca, heykelciğe dayanamamak, ondan adap tehdidi olduğunu anlamak iki yüzlülükten başka ne olabilir?

Aslında Darwin’i sansürleyen bir anlayıştan, aşk heykelini korumasını beklemek, kel başa şimşir tarak gibi olmaz mı? Kadın bedenine başkasının sahip olarak görüldüğü, kadınların öldürüldüğü ve ölümün bir biçim olarak yaşandığı bir yerde sanatı, sanatçıyı koruyabilmek mümkün müdür?

Sevgisiz, aşksız bir toplum, aynı zamanda başarısız bir toplumdur. Ne zaman sevgiye, aşka sahip çıkabilirsek sanatı da, sanatçıyı da anlayabiliriz. Bunları yapabilmek için de içimizin ışıması, aydınlanması gerekir. Karanlıkta her şey birbirine karışıyor.

Umarım bir gün, portakal çiçeği kokuları, mesajını insana ulaştırmayı başarır. Umarım bir gün, “Aşk Yağmuru” heykeli, yalnızca duyguları çağrıştırır.