Ah Bu Kadınlar

Şimdiye dek solun ne olduğundan habersiz yaşayan bu işçiler, bu direniş sayesinde sınıflarını, durması gereken saflarını, yaşama karşı duruşlarının nerede olması gerektiğini yaşayarak öğrendiler. Özellikle kadınlar, geride bıraktıkları bebelerine karşın direnişlerini sürdürüyorlar. Biliyorsunuz ana çocuğunu kolay kolay kimseye emanet edemez. Bıçak kemiğe dayanınca, söz bitip eylem başlıyor.

Ben de bu gün için Tekel İşçileri’ni yazayım diyordum ki, yine yüreğimi onlar kadar dağlayan bir olay gündeme oturuverdi. “Sen her olayı kadınlara bağlıyorsun” diyen arkadaşlarıma aldırmadan yazmak zorundayım. Bu kadınlar var oldukça yazılmalı dostlar. Sağında, solunda görmezden geldiği bu konular, artık göz önüne serilmeli. Yüz yıllardır görmezden gelmek bizi bir yere götürmedi. Ancak ortaçağ’dan dışarı çıkmamızı engelleyerek, bizi o dar alana hapsetti.

Eşitsizliği içselleştirdiğimiz için olmalı, kadın deyince ciddiyetsiz bir gülümsemeyle karşılaşıyoruz. “Daha önemli konular varken sen de” der gibi. Oysa işte zurnanın zırt dediği, sözün bittiği, yolun en hassas yeri bu kadınlarda başlıyor.

Adıyaman’ın Kâhta İlçesi’ni, yanından coşkuyla akan ırmakla anımsarız. O ırmak ne masum akar normal zamanda. Sanki hiç can almamış, yaşama pes eden nice körpeler ona atlamamış gibi. Kim bilir bizim bilmediğimiz nice olaylara tanıklık etmiştir. Ama konuşmaz, çünkü anlamayacağımızdan emindir. Kadın erkek hani bir elmanın yarısıydı. İnsan bedeninin diğer yarısına bu denli nasıl düşman olabilir? Çocuklar bebeyken seviliyor da buluğ çağına girince birden bire neden onlardan korkulup düşman kesiliniyor? Cinselliğimizle barışmamız, tabu olmaktan çıkarıp çocuklarımıza da kıymamızın önlenmesi için ne yapılması gerekiyor? Ya da neden bir şeyler yapılmıyor da hep yas tutuluyor?

Kâhta’da yaşanan bu olayda baba ile dedeyi ölene dek hapsetsek, 16 yaşındaki küçük kız geri gelir mi? Henüz yaşama başlamamış, korkulu düş görse altını ıslatacak yaştayken, baba ile dede onu neden kadın gibi görüyor? Ülkemizin her bölgesinde aşağı yukarı aynı düşünce duyumsanmaz mı? Kendi öz yavrusunu diri diri toprağa gömen baba ile dedenin bu öfkesi kimedir? Ortaçağ biteli yüzyıllar olduğu halde biz neden uyanamıyoruz? Bu durumun suçlusu kimdir?

Buna benzer her olayda kadınların beli kırılıyor, çünkü biliyoruz ki böylesi olaylar rastlantı değildir. Bu toplumun kadına bakış açısını yansıtır. Bu toplum aileye “Kutsal” der. Çünkü kutsal; tartışılmaz, eleştirilmez. Aile kutsal olmamalı. Hataları görülmeli, çocuklarına, kadınlarına, yaşlılarına davranışları eleştirilmeli. Kol kırılınca doktora götürmeli, yen içinde saklanmamalı. Din bahanesiyle kız çocuklarına kıyarak, ülkenin geleceğini söndüren kişiler, önce eğitilmeli, sonra hapse atılmalı. Yasalar ne denli sert olursa olsun, kafalar bu denli samanlı ve dumanlı olunca kıyımlar yeraltına iner, ama asla bitmez. İvedilikle buna çare arayacak bir merci bulmak zorundayız. Sanırım her çözüm gibi bu da halka düşüyor. Halk artık uyanmalı, bu ölü toprağını üstünden silkeleyip “Yas değil, çözüm” demeli.

Ah bu kadınlar; “12 Eylül Hikâyeleri” diye bir proje başlattılar. Dediler ki, “12 Eylül’ü erkekler anlattı, yazdı, ama asıl kadınların çektikleri göz ardı edildi. Oysa kadınlar daha kötü bir 12 Eylül yaşadı. O nedenle bu eksikliğin tamamlanması için kadınların da yazması gerekiyor” diyerek yola çıktılar. Yurdun her köşesine afişler astılar. Bu projenin öncüsü İzmir Kadın Yazarlar Derneği idi. Yurdumuzun doğusundan öykü gelmemiş. Onlara göre; yurdumuzun doğusunda, hâlâ 12 Eylül sürüyor. Kadınlar hâlâ korku içinde ve yazamamışlar. Ben de burada afişleri asarken ve bazı arkadaşlarıma duyururken, onların korkularını gözlerinde gördüm. Yazarken yeniden yaşamak istemediklerini de anladım. Elbette işkence uygulananın değil, uygulayanın utancıdır, ama arkadaşlarım insanlık adına utanıyordu. Bir daha yaşamamanın yolu, susmak, görmezden gelmek değil, bağırmak, duyurmak değil midir?

“Karanlık ne denli koyuysa, ışık o denli yakındır.”

“Kendimizi kandırmaya gücümüz yetmediğinde, atasözleri şaşılacak kadar çok işimize yarar” Aleksandr Sergeyviç Puşkin