2011 Yılında Dünyada ve Türkiye’de Çevre Adına Neler Yaşandı? – 7

Türkiye’nin topraklarının % 89 oranında erozyon ve buna bağlı çölleşme riski altında olduğu biliniyor. Erozyon sonucu bir yılda kaybettiğimiz toprakların miktarı ise 1 milyar tonun çok üzerinde! TEMA Vakfı Danışmanı Prof. Dr. Necmettin Çepel, “Eğer sadece buğday ekili alanlardan kayıp giden topraklarla başka bir yerde 40 cm derinliğinde tarlalar oluşturulsaydı burada yılda 100 milyon somun ekmek yapacak buğday yetiştirilebilirdi” diyor.

Çölleşme

Bu açıklama bile, ne denli çölleşme riski altında olduğumuzun basit bit göstergesi ama elbette erozyondan ibaret değil riskler. Küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine bağlı olarak gelişen kuraklık senaryoları adım adım gerçeğe dönüşmekte!

Türkiye, küresel ısınmanın, özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi öngörülen olumsuz yönlerinden etkilenen ve küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubuna giren ülkeler arasında!

IPCC’nin (Birleşmiş Milletler Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli) ulusal bildirim raporuna göre, Türkiye`de yıllık ortalama sıcaklıklar ileriki yıllarda, ortalama 2,5 – 4 derece arasında artacak, Ege ve Doğu Anadolu’daki artış 4 dereceyi bulacak, Türkiye’nin güneyi ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya kalacak, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan bölgelerde kış yağışları yüzde 20 – 50 arası azalacak ve Kuzey bölgelerde sel riski artacak.

Kurak dönemlerin süre ve şiddetinin artması, orman yangınlarını, bu yangınların sıklığını ve sürelerini artırması bekleniyor. İklim değişikliğine bağlı olarak iklim kuşaklarının ekvatordan yüzlerce kilometre kayacağı, Türkiye’nin de Afrika’ya benzer çok daha sıcak bir iklim kuşağı içerisine gireceği öngörülüyor. Bu değişim ise, iklime bağlı olarak, fauna, flora gibi doğal yaşam alanlarını tümüyle etkileyecek, habitatlar ya kaybolacak ya da başkalaşacaktır!

Nitekim Dünya Meteoroloji Örgütü, son on yılın iklim verileri kaydedilmeye başlandığından beri tecrübe edilen en sıcak on yıllık dönem olduğuna da dikkat çekiyor. Örgüt, eğilimin bu şekilde devam etmesi durumunda olağanüstü iklim felaketlerinin yaşanmaya devam edeceğini belirtiyor.

İklim Değişimi Tarım ve Gıda Güvenliği (CCAFS) adlı uluslararası araştırma kuruluşu da, geçtiğimiz dönemlerde yükselen sıcaklıkların, geniş bir bölgede dengeleri kökünden sarsacağını açıklamıştı.

* Sulak alanlarımızı biz kuruttuk, göllerimizi de kendi yanlışlarımız yüzünden doğa elimizden almaya başladı!

1950’li yıllardan başlayarak, sıtmaya karşı mücadeleydi, tarıma açmaktı, havaalanı yapmaktı, imara açmaktı, kurbağaların çığlıklarından kurtulmaktı, faydası yoktu, yöre halkının ‘burayı kurutun’ yollu şikâyet dilekçeleriydi derken, binlerce dönüm sulak alanımızı kurutmayı başardık!

Yer altı sularının yanlış kullanımı, çevre kirliliği, kuraklık ve iklim değişikliğine bağlı olarak yağış rejimlerinin değişmesi gibi diğer faktörleri de ekleyince, son kırk yıllık dönemde, 1 milyon 250 bin hektar sulak alanımızı kuruttuk. Bu ise, 2,5 milyon hektar olan mevcut sulak alanlarımızın yarısı anlamına geliyor. Örneklememizi isterseniz, kurutulan sulak alanların büyüklüğü, Marmara Denizi kadar! Üstelik bu yok edilen sulak alanlara, çok küçük gölcükler (Örneğin, kurutularak yerine okul yapılan Zonguldak Uzunkum gölcüğü vb gibi mikro göller, sazlık ve bataklıklar) dâhil değil.

Ardından daha büyük yok ediş projelerine geçtik ve artık sırada göllerimiz vardı. DSİ raporlarına göre, Türkiye, bugüne kadar 14 gölü haritadan silmeyi başardı!

Neler yok ki bu göllerin arasında; Kayseri Yay Gölü, Çöl Gölü, Engir Gölü, Hatay Amik Gölü, Konya Akşehir Gölü, Eber Gölü, Akgöl (Ereğli Sazlığı), Hotamış Gölü ve Yunak gölü, Kütahya Simav Gölü, İzmir Gölcük Gölü, Çanakkale Ece Gölü, Trabzon Sera Gölü, Antalya Avlan Gölü artık suya hasret. Tuz Gölü küçüldü ve klasik şeklini kaybetti. Var olan göllerimizin bir kısmı ise can çekişiyor. Kimi 30 – 50 santim derinliğe düştü, kimi sazlıklarını ve kıyı – kenar çizgisini tamamen kaybetti, kimi içindeki canlılarına veda etti, kimi de yapılan barajlardan su alamamaları nedeniyle, süs havuzuna döndü!

* Sular, göller, dereler yok edilirken, tarihi değerlerimiz de göle, suya dönüştürülüyor

Hepinizin hatırlayacağı gibi, çok kısa bir süre önce, Bergama’da bulunan ve antik değerlerimizden birisi olan Alliaoni’yi baraj sularına kaptırdık. Göllerimizi, sulak alanlarımızı üçer beşer kuruturken, toprak altından çıkarttığımız kuru yerleri de sulak alana dönüştürme uğraşı veriyoruz.

Hasankeyf sırasını beklerken, Aliaoni sırasını savdı. Keban Barajı altında kalan ören yerleri, Seyhan Barajı altında kalan Roma Dönemi antik kenti Augusta, Ankara Sarıyar Barajı altında kalan Juliapolis çoktan unutuldu. Atatürk Barajı suları altında kalan ve Kommagene Krallığı’nın başkenti olmuş Samsat’ı ise hatırlayan bile yok. Zeugma antik kenti ise, Birecik Barajı suları altında bırakılarak, sulak alan (!) yapıldı.

Kendimize özgü çözümleri buluyor, çözüm bulmak için ise, sorun üretiyoruz. İşte, yeni sulak antik kentlerimiz (!) de, bu felsefenin uygulamasından başka bir şey değil!

(Çevre Misyonu Platformu / ÇEVREM), fotoğraf: İsmail Şahinbaş