2011 Yılında Dünyada ve Türkiye’de Çevre Adına Neler Yaşandı? – 3

Türkiye, tüm akarsu vadilerini, doğal ortamlarını, habitatlarını, ağır iş makineleri ve ‘çevre dostu temiz enerji düşkünü(!)’ müteahhit ve yatırımcıların desteğiyle elden geçirdi(!) Kısa bir sürede akarsu vadilerine, dere yataklarına, akarsu boylarına yeniden şekil veren ilgililer, HES sözcüğünü de gündeme oturtmayı başardı!

HES baş belaları

HES; kurda, kuşa, çiçeğe, böceğe, ağaca, yaprağa, doğaya, dereye yeniden dokunuşun adı oldu! Projeler birbiri ardına ortaya çıkmaya başladığı zaman, koyu gölgeli vadi yamaçlarına, akarsu yataklarına, medeniyetin, beton ve çelikten oluşan imzasının atıldığı görüldü. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi!

Deprem ya da tsunami adres sormuyor!

“…Hint Okyanusu’nda meydana gelen iki büyük depremin ardından oluşan tsunami, Hindistan, Endonezya, Bangladeş, Tayland, Maldiv Adaları, Sri Lanka ve Malezya’da çok sayıda yerleşim yerinin sular altında kalmasına neden oldu. Güney ve Doğu Asya kıyılarını vuran depremde ölenlerin sayısı 300 binin üzerinde. Bu sayının daha da artmasından korkuluyor. Deprem ve tsunami nedeniyle yüz binlerce kişi yaralandı, on binlerce kişi kayıp. Kurtarma ekipleri helikopterlerle denizden ceset topluyor. Deprem ve tsunamiden etkilenen insan sayısının 1 milyonu geçtiği kaydedildi…”

Bu haber anonslarını 2004 yılında, yüzyılın depremi ve tsunamisiyle sık sık duymuş, insanlığın ortak acısını çok yakından ve hep birlikte yaşamıştık.

Gezegenimiz, iklim değişikliğinin ya da gezegene verdiğimiz onulmaz zararların geri dönüşünü, birer birer vizyona sokuyordu!

Henüz Hint Okyanusu kıyılarını, Güneydoğu Asya adalarını tufan benzeri bir felaketle allak bullak eden, 300 binden fazla insanın zamansız ölümüne neden olan deprem ve tsunami felaketinin izleri silinmeden, acıları unutulmadan, 2011 yılı içerisinde, yerkürenin yakın tarihte kaydedilen en büyük depremini ve peşi sıra gelen bir başka tsunami felaketini izledik! Bu sefer yeni adres Japonya’ydı. Depreme en hazırlıklı, tsunamiye beton engelli ülke olan Japonya!

Japonya, 8,9 büyüklüğündeki depremle sarsılmış, deprem paniğini atamadan tsunami dalgalarıyla karşılaşmış, tsunamiyle boğuşurken bu sefer de nükleer kâbusa teslim olmuştu! Felaketler art arda geliyordu ve yüzyılın en büyük depremi, ülkenin kuzeyini vuran dev tsunami dalgaları, nükleer felaketin gölgesinde kalmıştı… Nükleer felaket öylesi bir belaydı ki, asrın depremini, tsunamiyi, 30 bine yakın ölümü unutturabiliyordu!

Japonya’yı vuran nükleer felaket öylesi etkili olmuştu ki, İsveç ve Almanya belli bir süreç içerisinde tüm nükleer santrallerini kapatmaya, Hollanda yeni nükleer santral yapmamaya, Belçika, Hollanda, Fransa, Avusturya gibi ülkeler santrallerini dayanıklılık testine sokmaya ve testi geçemeyen santralleri kapatmaya karar verdi.

İtalya, İngiltere, İspanya, Belçika, Finlandiya, Rusya, Çin, Endonezya, Küba, Tayland ve Vietnam nükleer planlarını terk etti. Portekiz, İrlanda, Lüksemburg, Danimarka, Yunanistan, İsviçre, Hollanda, Danimarka, İskoçya, Yeni Zelanda gibi ülkeler, nükleer santral kurmama kararı aldılar. Avusturya, Filipinler ve Brezilya ise, yapımı biten nükleer santrallerini çalıştırmaya bile gerek görmeden kapattı.

Türkiye ise, iki adet nükleer santral yapmaya karar vermişti!

Türkiye belki de bu konuda haklıydı, çünkü tüm ülke zaten nükleer kâbusu yaşıyordu. Öyle ya, yılda 3 – 4 defa tomografi çektiren, Hiroşima’da patlayan atom bombasından etkilenmişçesine radyasyon alıyordu ve neredeyse her vatandaşımız, her yıl, en az iki tomografi çektirmeyi alışkanlık haline getirmişti.

İki dakikayı aşıp saatlere ulaşan cep telefonu görüşmeleri, sağı solu çam ağacı gibi süsleyen baz istasyonları, hayatın bir parçası  haline gelen uydu antenleri, kablosuz modemler, scanner gibi her girişte tarandığımız güvenlik kapıları, ulaşımda alttan üstten, sağdan soldan, yandan ortadan 100 kadar cep telefonu radyasyonuyla kucak kucağa yapılan uzun yolculuklar, kucağımızdaki laptoplar, televizyon yayınları, elektrikli araçlar zaten nükleer kabusu yaşatmıyor muydu?

Varsın, iki adet de nükleer santralimiz olsundu (!)

Nükleer santraller yapılırsa, hiç olmazsa fosil yakıt kullanan termik santraller kapatılırdı ama kazın ayağı öyle değildi; 60’a yakın yeni termik santral geliyordu!

(Çevre Misyonu Platformu / ÇEVREM), fotoğraf: İsmail Şahinbaş