MANU AMAZON HAVZASI

Bu bölgeye gitmek gerçekten bir ayrıcalık. Oldukça uzun yolculukla varılıyor ve pahalı. İyi bir rehberle gidilmeli ki doğanın tadıyla beraber bölgenin özünü de öğrenebilesiniz.

Bu havza tropikal bitki örtüsü ve yaban yaşamıyla tam bir cennet. Örnek vermek gerekirse bin çeşit kelebek, 1500 çeşit kuş barındırıyor. Cuzco’dan minibüsle yedi saatlik kıvrımlı, oldukça kurak, inişli çıkışlı toprak yolda minibüste iki bayan turistiz. Bizi nehir kollarında tekneye binene kadar götürecek şoförümüz, rehber ve kız kardeşi bize eşlik ediyor. İki kişi için, üç kişilik bir ekip bu ne lüks!

Yol, Amazon Havzası’na yaklaşmadan birden bire daha yüksek vadi ve yeşilliğe bürünüyor. Yol çok dar. Arada bir gecen muz kamyonundan başka taşıt yok. Nehir kenarına geliyoruz. Birkaç baraka ev ve minik bir bakkal var. Etrafta neşeli oynayan çocuklar ve tonlarca muz. Havzadan teknelerle yerli halkın satmak için getirdiği bir toplama bölgesi. Burada tekneye benzin aktarılmasını bekliyoruz. Can yelekleriyle koltuklarımıza yerleşiyoruz. 5 saat kadar da tekneyle nehir kollarında tropikal yeşilliklerde süzülerek geçen bir yolculuğumuz oluyor. Tek sorun motorun gürültüsü. Kim bilir eskiden nasıldı? Benzin gelmeden motorlu tekneler olmadan önce sallarla günlerce süren yolculuklar olmalı.

Kamp yerimiz nehirden 500 metre içerdeydi. Tekneden inerken kalacağımız yerden eşyaları taşımaya yardıma gelen çift, burada doğmuş, büyümüş kişilerdi. Bu ormanda ağaçları keserek açtıkları bir parça arazi üzerinde inekleri, tavuklarıyla yaşıyorlar. Evleri dört direk üzeri tahta kulübe. Konaklama biz turistler için yapılmış. Dört adet ahşap kulübeler, orta yerde yüksek kazıklar üzerine çakılı bir platform üstü doğal bitkilerle yağmurdan korunmuş ortak alanlar ve hamaklar, etraf koca yemyeşil ağaçlarla örülü çit gibi.

Burada yağmur suyu biriktiriliyor. Elektrik yok, gürültü hiç yok! Sadece ormandan gelen doğa seslerini dinliyorsunuz. Yüzlerce renkli kuşlar koca ağaçların birinden diğerine süzülüyor. Hava ılık ve çok nemli.  Arada bir gelen yağmur önce serinletici sonra ısınmayla boğucu bir neme dönüşüyor.

Ormanda yürürken

“Oturacağın yere çok dikkat etmelisin!” diyor bizi Cuzco’dan getiren rehberimiz. “yüzlerce böcek çeşidi var. Hele iri karıncaların üzerine oturayım demeyin, bir ısırık, beş arı sokmasına bedeldir” diyor ve oturmuyoruz da.

Bir ara rehberimiz yere devrilmiş, nerdeyse yağmurdan çürümeye başlamış bir ağaç kovuğuna eğiliyor. Elindeki uzun kamasını saplıyor, içi yumuşacık olmuş bir gövdeyi oyuyor. Bir parça hamurumsu ağacı, içini çıkarıp, eliyle karıştırıyor. Üç – dört tane iri beyaz kurt. “Çok lezzetlidir, full of protein” diyerek ağzına atıyor.

Denemek istiyorum ama hayvan kıvrılıp duruyor. İçim elvermiyor. Sonra bana “istersen kampa dönüşte tekrar toplarım, sen pişirerek yersin. Kız kardeşimde bunları çiğ sevmiyor” diyor.

Hemen “evet” diyorum. Gerçekten denemek istiyorum ancak birkaç saatlik yürüyüşümüzde çok şiddetli bir yağmura yakalanınca giydiğimiz yağmurluklar bile yeterli olmayınca bu kurtçukları da unutup sırılsıklam bir şekilde kamp yerine geri dönüyoruz.

‘Gözümde, gezi tozu eksik olmadıkça ufuklara biletim olacaktır’ sloganı kafamda bir yerlerde hep saklı olmasının bilinciyle, bir dahaki sefere deneyeceğim diyorum.

Ormanın sunduğu başka bir şeyi deniyorum. Minik karıncalar, evet doğru duydunuz, bu karıncalar ağaç gövdelerine yapışmış top büyüklüğünde yuvalarda. Dilinizi değdirdiğinizde kaçışlarında size yiyecek oluyor. Dile değer değmez çiğniyorsunuz minicik şeyler. Diş kovuğunu bile doldurma. Tadı ise ağaç kabuğu gibi binlercesi yenince insana hayat verebilen bir yiyecek işte!

Bu yağmur ormanlarında yürürken gökyüzünü uzun süre göremiyoruz. Ağaçlar devasa, geniş yapraklı yeşil bir çatı. Yön kavramı diye bir şey kalmıyor. Bu yüzden çok iyi bir yol göstericiniz ve oradaki doğal yaşamı bilenle gitmeniz şart. Bizim rehberimiz burada büyümüş sonra Cuzco’ya yerleşmiş ama ormanı o kadar çok seviyor ki şimdi yaşlı anne ve babasının yanına bizim gibi turistleri getirip konaklatıp gezdirerek hem kendine iş hem de bu özlediği ormana gelip gidiyormuş. Anne ve babası 60 yaşları üzerinde 40 ineğe yüzlerce tavuğa bakıyorlar. Birkaç köpekleri var ama anlattıklarına göre köpeklerin ömrü kısa oluyormuş. Genelde ormandaki diğer canlılara av oluyorlarmış. Rehberimiz 12 yaşındayken bir sülün avında iz sürerken biraz fazla dalmış ve ormanda kaybolmuş. Tam 3 gün yolunu bulamamış. Karanlıkta yüzlerce zehirli böceklerin ve vahşi yaşamın içinde erzakız kalmış. Ormanın çocuğu olduğu icin kurt, böcek, yenebilen otlarla ayakta kalmayı başarmış. Bir seferde annesiyle iki gün boyunca kaybolmuşlar. Biz olsaydık çok zorlanırdık galiba. Aman ha Amazonlarda kaybolmayın!

Akşamleyin hava kararınca pilli lambalar yakıldı. Ortadaki ahşap platformda tam yemeğe başlayacakken bir yağmur ki bardaktan boşalırcasına. Bir saat kadar yağdı. On metre yürümek istesen iliğine kadar ıslanılan cinsten. Ee bu kadar yeşil bir havzanın nedeni de bu yağmurlar.

Bir gece ormandaki gece yaratıklarını görmeye götürüldük. Çok zehirli mini minnacık bir kurbağa bize gösterildi. Bu öldürücü bir zehre sahip denince o masum kurbağa gözümüzde canavara dönüştü. Birde, iri örümcekler her türlüsü benimle beraber bu geziye katılmış tek kişi Kanadalı genç bir bayan pek bu yaratıklardan iyi yönde etkilenmedi. Hatta geziyi kısa keselim mi dendiğinde hemen atlayıp ‘evet’ demişti.

Bu ormanların nemi, renkli kuşları, şakır şakır yağan yağmuru, ilkel kulübeleri, yaşam yöntemleri, yaşam değer olgularımızı tekrar düşündürmeden alıkoyamayacak yönde sizi etkiliyor.

Tüm kuş ve doğal yaşam severlere, burası cennet! Gidin yaşayın.

Metin: Renkler Diyarı Peru / Mel Melahat Özşimşek

29.12.2010