ZMO Hayvancılık Komisyonu Raporu

zmo

Hayvancılık; nüfusun dengeli beslenmesi, tarımsal sanayiye hammadde katkısı sağlaması, istihdam yaratması ve bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarının azaltılması nedeniyle her ülkede vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

Tarım sektörü, Türkiye’nin cari fiyatlarla hesaplanmış Gayrisafi Yurt İçi Hâsılasının % 7,4’ünü gerçekleştirmektedir. Sabit fiyatlar esas alındığında bu oran % 9,3’tür. Tarımdan sağlanan gelirde hayvancılığın payı yaklaşık % 35’dir. Hayvansal üretim değerindeki payı % 60’a yakın olan sığır yetiştiriciliği ve buna dayalı tarımsal sanayi ise toplam tarımsal gelirin yaklaşık % 20’sini sağlar. Gerek toplam tarımsal gelire gerekse hayvansal protein üretimine katkı bakımından ilk sırayı da sığırcılık alır.

Yukarıda sıralanan özellikleri ve tarımsal üretimdeki yeri ve insan beslenmesine katkıları nedeniyle hayvancılık sektörü dünyanın hemen her ülkesinde şu ya da bu seviyede desteklenmiştir ve desteklenmektedir. Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Ancak uygulanan destekleme politikalarının öngörülen hedeflere ulaşmaya ne ölçüde katkı sağladığını ortaya koyacak güvenilir bilgiler elde etmek oldukça zordur.

Son 11 yıl, yani 2002 – 2013 yılları arası bir değerlendirme yapıldığında hem tarıma verilen toplam desteğin hem de bunun içinde hayvancılığın payının arttığı (2013 de 2.756 milyar TL ve % 30,1) görülmektedir. Bu değer 2009 yılı için 0.91 milyar TL ve % 21’dir. Bu iki yıl mukayese edildiğinde hayvansal üretime verilen desteklerdeki artış hızının (yıllık % 32) toplam tarımsal desteklerdeki artış hızından (yıllık % 20) yüksek olduğu görülecektir. Buna rağmen sektördeki sorunların devam etmesi, hatta bazı alanlarda büyümesi desteklerin miktarı, niteliği ve uygulama biçimi hakkında yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu şeklinde değerlendirilmelidir.

Türkiye’de toplam tarımsal gelire ve hayvan kökenli protein üretimine katkı bakımından ilk sırayı alan sığır yetiştiriciliği ve buna dayalı tarımsal sanayi hemen her hükümet döneminde öncelikli alt sektör olarak ele alınmış ve ilgili kamu birimlerinin başarıları çoğunlukla bu alt sektör üzerinden değerlen­dirilmiştir. Çoğu kez de bunun gelişmesi büyük ölçekli işletmelerin sayısının artmasıyla ifade edilmeye çalışılmıştır. Nitekim Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı da faaliyetlerini açıklarken, 2002 yılında sadece 4.300 olan 50 baş ve üzeri büyükbaş hayvana sahip işletme sayısını, 2013 yılı itibariyle 28.412’ye ulaştırmış olduklarını ifade etmiştir. Bu değerlendir­mede söz konusu işletmelerin üretime ve fiyatlara katkısı ile devlete maliyeti üzerinde durulmadığı gibi, bu süreçte kapanan ya da el değiştiren işletme sayıları hakkında da bir bilgi verilmemiştir.

Türkiye’ye biçilen rol sığır eti ihracatçısı ülkelerin pazarı olmak mıdır?

Hayvansal üretime verilen desteklerin artırılması başta olmak üzere bazı olumlu gelişmeler olsa da, hayvansal üretimin sorunları ve ülke insanlarına yetmeyecek düzeyde gerçekleştirilen üretimin yarattığı olumsuzlar devam etmektedir.

2013 yılında ve daha önceki yıllarda da Türkiye sadece sığır eti değil, kasaplık ve besilik sığır da ithal etmiş ve bu üç kalem ithalat malı için yaklaşık 2,5 milyar dolar bedel ödemiştir. Bu değer hayvancılığa 2010 – 2013 yılları arasında verilen toplam desteğin % 70’inden fazladır.

Sığır eti, koyun – kuzu ve canlı sığır ithalatı öncesinde, yani 2009 yılında kişi başına sığır eti üretimi 8,6 kg / yıl, toplam kırmızı et üretimi de 12,3 kg / yıldır. Değerlendirme önceki yıllara taşınırsa, 1991 yılından 2011 yılına kişi başına sığır eti üretiminin hemen hiç değişmediği, buna karşılık kişi başına kırmızı et üretiminin 14,9 kg / yıldan yaklaşık 10,4 kg / yıla gerilediği, yani % 30 azaldığı, görülecektir.

Türkiye’de et ve sığır eti üretimi AB, ABD ve dünya ortalamalarının altındadır. ABD’de kişi başına toplam et üretimi yaklaşık 120 kg / yıl, sığır eti üretimi 38 / yıl kg iken, Türkiye için bu değerler sırasıyla 36 kg / yıl ve 10,4 kg / yıldır. AB ile mukayesede de durum çok farklı değildir.

Özetle, yapıldığı ileri sürülen bunca iyi işe rağmen Türkiye’de kişi başına kırmızı et üretimi azalmış, en iyimser bir değerlendirmeyle değişmemiştir.

Hayvansal üretim seviyesi için uygun ölçülerden biri kişi başına hayvansal kökenli protein üretimidir. Bu yönlü bir değerlendirme yapıldığında Türkiye’de kişi başına hayvan kökenli protein üretimi bakımından 176 ülke içerisinden 92. sırada olduğu görülür. Kişi başına hayvan kökenli protein üretimi ABD, AB ve Dünya için sırasıyla 70,7 gram / gün, 60,9 gram /gün ve 31,7 gram / gün iken Türkiye için 32,8 gram / gündür.

Kırmızı et üretimimizin kısa dönemde yeterli düzeye çıkması mümkün görülmemek­tedir. Bu durum et ve / veya sığır başta olmak canlı hayvan ithalatının önümüzdeki günlerde de gündemde olacağını göstermektedir. Sığır eti yerine kesimlik ya da besiye alınacak sığır ithal edilmesinin bir avantaj gibi gösterilmesi ithalatı şirin göstermeye yönelik girişimler olarak kabul edilebilir. Buna razı olunması ilk adımda besilik hayvan ithalatını olağan hale getirecek, ardından da Türkiye’de çok daha büyük besi işletmelerinin kurulmasına altyapı hazırlayacaktır. Bu da Türkiye`de zaten yeterince dikkate alınmayan çevre – üretim ilişkisinin çevre aleyhine bozulmasını hızlandıracaktır.

Hayvancılıkta ilgili istatistiklere güvenilebilir mi?

Türkiye’nin hayvan varlığına, dolayısıyla hayvansal üretimine ilişkin değerler genellikle tartışma konusu olmuştur. Yalnız 2009 yılı için yaklaşık 10,7 milyon baş olan sığır sayısının 2013 yılında 14,4 milyon başa çıkması, yani yıllık ortalama % 10,4 artması istatistiklere olan güveni iyice sarsmaktadır. Hele 2004 – 2013 yılında kültür ırkı sığır grubu başta olmak üzere sağılan hayvan başına süt veriminin hiç değişmemiş olması, sadece hayvancılıkla ilgili istatistikleri değil, bu istatistiklerden sorumlu kurumları da tartışılır hale getirmelidir.

Hayvansal üretimin yetersizliği yanında birçok nedene dayalı olarak üretim maliyetlerin yüksekliği ile tüketici gelirlerinin düşüklüğü, hayvansal kökenli besin tüketiminin dar gelirli kesimlerce iyice azalmasına yol açmaktadır. Öyle ki TÜİK tarafından yürütülen bir çalışmada ‘iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek yiyemeyenlerin oranı’ 2012 yılı için % 56,1, 2013 yılı için de % 46,1 olarak bildirilmektedir.

Hayvancılıkta hastalık ve hastalıkla mücadele ayrı ve oldukça önemli bir konudur. Ülkede var olan Şap, Tüberküloz, Kuduz ve Brusellozis gibi hastalıklara ek olarak önce Güneydoğu Anadolu sınır illerinde (Urfa, Diyarbakır, Gaziantep Adana Mersin) görülen sığırlarda ateş ve deride nodüllerle (şişkinlik) karakterize bir hastalık olan LSD, ya da Afrika hastalığı da (çiçek) ülkenin hemen her yerine yayılmıştır. Hayvan ölümle­rine ve ciddi ekonomik kayıplara yol açan bu hastalıkla mücadelede henüz önemli bir başarı sağlanamamıştır ve üreticilerin mağduriyetleri devam etmektedir. Sorun bir an önce çözülmeli ve üreticinin bu tip hastalıklardan kaynaklanan kayıpları karşılanmalıdır.

Sonsöz olarak; ülkemiz hayvancılık politikaları bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Bu konu üretici, sanayici, tüketici ve çevre boyutları ile değerlendirilmeli uygulanan destekleme politikaları da bu bütüncül yaklaşımın sonucu olarak şekillendirilmelidir. Desteklemeler günü kurtarma ve palyatif çözüm olarak değil, sürdürülebilir hayvancılığı tesis etmek üzerine oturtulmalıdır. Aksi takdirde sektörde yaşanan olumsuzlukların önüne geçilemeyecek ve hem üreticilerin hem de tüketicilerin kısaca Türkiye’nin bu alandaki sorunları her geçen gün büyüyecektir. Sorun sadece fiyat, ithalat ve istatistik olmayıp, nüfusun sağlıklı ve dengeli beslenmesi ve gıda güvencesi ile de yakından ilgilidir.

 

Kamuoyunun bilgisine sunarız.

 

Saygılarımızla.

 

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası