Yürüyorum

David Le Breton ‘Yürümeğe Övgü’ kitabında ‘yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içinde yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir. Tümüyle insana özgü bir yetenek olan dünyaya anlam vermek, dünyayı anlayarak başkalarıyla paylaşarak hareket etmek insan varlığının milyarlarca yıl önce ayağa kalkmasıyla doğmuştur ‘ der.

Yukarıdaki paragraf yürümenin güzelliğini, erdemini çok güzel ifade eder. Biz doğada yürümeyi yaşam şekli olarak seçen insanlar için anayasa olabilecek cümleler bunlar. Peki, yaşadığımız (yaşamaya çalıştığımız) kentlerin dayanılmaz sıkıntılarından uzaklaşıp ruhumuzu ve bedenimizi dinlemeye hazır mıyız?

Belki de Sevgi Soysal’ın ‘Yürümek’ romanında kurduğu cümlelerle anlatmak daha doğru olur.

‘Yürümek, dönüp bakmamak arkaya. Arkada ne var; yan yana duran resimlerin korkutucu düşleriyle yüklü can sıkıcı renklerinden başka.’

Dünyanın en güzel coğrafyasına yakışan en ılıman iklimle sarılı Anadolu coğrafyası tüm dünyada sırt çantaları ile gezen gezginlerin hayali. Peki, siz Kaçkar Dağları’nın yaylalarında çiçek tarlaları içinde mi yürümeyi tercih edersiniz yoksa Toroslar’ın koynunda göller arasında mı?

Akdeniz’e paralel giden patikalarda mı olmak tercihiniz yoksa Doğu Anadolu’nun yüksek platolarını adımlamak mı hayaliniz. Sonbaharı düşleyin; Batı Karadeniz ve Marmara’nın kızıla dönüp dökülen renk armonisi içinde olmak istemez miydiniz? Dünyanın en uzun sonbaharını yürüyerek, keşfederek yaşamak istemez misiniz?

Teknolojinin bizi tembelleştirdiği bir gerçek. İnsanlığın en temel düşmanı üşenmek ve ertelemek. David Le Breton ile bitirelim.

‘Toprağa basan ayak, önüne çıkan her şeyi acımazsızca ezen ve geçtiği yerde yara izi bırakan araba lastiği gibi saldırgan değildir.’

Bir çift pabuç, içi sevgi ve hoşgörü ile dolu olan bir sırt çantası ve bir güçlü yürek hepsi bu. Doğada görmeyi başarabilen insanın mutsuz olması mümkün değil.