Yürüyorum, O Halde Varım

Modern felsefenin babası sayılan, Fransız filozof ve matematikçi Descartes’in “Düşünüyorum, o halde varım” (Cogito, ergo sum; je pense, donj je suis) ünlü tümcesini kendime uyarlayarak yürümenin önemini ortaya çıkarmaya çalışacağım. Matematiksel çözüm yöntemlerini felsefeye uyarlamaya çalışan Descartes, temeli Yunanlı filozof Socrates tarafından atılan ve özellikle matematikle diğer pozitif bilim dallarında uygulama sahası bulan ‘tümevarım’ metodunu, kendi düşünsel felsefesine uyarlamıştır.

‘Kuşku etmek düşünmektir’ şeklinde bir çıkarımda bulunan Descartes, varlığı kesin olan tek şey düşünmek ise, düşünebilen bir yaratık olarak şüphe götürmez tek gerçeğin ‘varlığımız’ olduğunu belirtmiş ve tümevarımsal bu bilgi kanununu, ünlü cümlesi ile ifade etmiştir.

İztv ve Sırtçantam ekibi
İztv’nin kurulduğu ilk yıllarda Sırtçantam ekibi ile yapılan çekimlere pek çok görüntü yönetmeni arkadaşım katılmak istemezdi. Hatta bir gelen bir daha Sırtçantam ekibi ile çekime gelmezdi. İlk yıllar gerçekten zor zamanlardı. Dergi yayıncılığı ile televizyon yayıncılığının farkını ve mantığını Sırtçantam ekibi olarak epeyce bir süre sonra anlayabildik. Bu anlama, algılama ve pratiğe dönüştürme süreci boyunca pek çok arkadaşımızı yorduk, aç ve ıslak bıraktık.

Sırtçantam ekibi olarak bizim iş yaşamımız ki başka yaşamımızda yok, yürüyerek araştırmak ve görüntü toplamak üzerine kurulu. Çok uzun bir süredir aynı şekilde çalışmalar yapıyoruz. Yürüyoruz, görüntüler topluyoruz, ‘öyle ise gerçekten varız’ diyebiliyoruz. Şu ana kadar ülkemiz sınırları içerisinde 10 bin km’ye yakın doğal yürüyüş ve bisiklet parkurları yapmış olmamız ve yüzün üzerinde de belgesel filminde imzamızın olması işimizin boyutunu anlatıyor sanırım.

Yürümek işimizin en önemli olayı olduğu için pek tabi ki bu alanlarla ilgili kaynaklarda ilgimiz dâhilinde bulunuyor. Özellikle David le Breton’un ‘Yürümeye Övgü’ kitabı (Sel Yayıncılık) benim başucu kitaplarım arasında ilk sıradadır. Yürümeye Övgü kitabını yürüyüşü seven herkese tavsiye ediyorum.

Yürümeye Övgü
David le Breton, Yürümeye Övgü kitabına; “Yürüyüş dünyaya açılmalıdır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duyumsallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı. İnsan bazen yürüyüşten değişmiş olarak döner ve çağdaş yaşamlarımızda ağır basan ivediliğe boyun eğmekten çok zamanın keyfini çıkarmaya eğilimli hisseder. Yürümek geçici ya da kalıcı olarak bedenle yaşamaktır. Ormanlarda, yollarda ya da patikalarda yürümek dünyanın düzensizlikleri karşısında gittikçe artan sorumsuzluklarımızdan uzaklaştırmaz bizi, soluklanmamızı, duygularımızı keskinleştirmemizi, meraklarımızı yenilememizi sağlar. Yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içinde yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir” diye başlamış.

Yolun eşiği
‘Yolun eşiği’ bölümünde yazı şöyle devam ediyor: “Tümüyle insana özgü bir yetenek olan dünyaya anlam vermek, dünyayı anlayarak ve başkalarıyla paylaşarak hareket etmek insan varlığının, milyonlarca yıl önce ayağa kalkmasıyla doğmuştur. İki ayakla yürümenin dikeyleşmesi ve entegrasyonu aslında elin ve yüzün özgürleşmesini kolaylaştırmıştır. Kullanılabilen ve yaralanılabilen binlerce hareket iletişim olanaklarını ve insanın çevresindeki manevra sınırını sonsuzca genişletmiş ve insanın beyninin gelişmesine katkıda bulunmuştur.”

Yine ‘Yolun eşiği’ bölümden devam edelim: “Ayaklarımızın kökleri yoktur, ayaklarımız hareket etmek için yapılmıştır. Yürüyüş artık en kısa güzergâhlar için bile, çağdaş bireylerin (Batı toplumlarında yaşayan) hemen hemen tümünün yer değiştirme biçimi içinde yer almaz, buna karşılık bir boş zaman etkinliği, kendi kendini kanıtlama, huzur ve rahatlık arama, doğayla ilişki kurma bağlamında ağırlığını hissettirmektedir. Uzun gezintiler, doğa yürüyüşleri, yürüyüş topluluklarının ilgi görmesi, eski haç yolları (özellikle Compostela), gezinin yeniden saygınlık kazanması vb.”

Temel unsurlar
‘Yürümeye Övgü’ kitabının ‘Temel unsurlar’ bölümünde David le Breton yürüyüşü şöyle ifade etmiş: “Patika hatta yol yere kazılmış bir bellektir, sayısız yürüyüşçünün toprağın damarlarında bıraktıkları iz, zaman içinde, yerlerle haşır neşir olmuş, manzara içinde bir tür güçlü kuşaklar dayanışması oluşturmuştur. Yürüyüşçülerin imzaları orada birbirine karışmıştır. Yürüyüşçünün, menzile varmak için bir an önce bulunduğu yeri terk etmek isteyen otomobil sürücüsünün kimi zaman kendisi ya da başkaları için ölümcül olan mücadelesi gibi bir derdi yoktur. Bu toprak yollarda yürümek görünmez ama gerçek bir zımni anlaşma içinde öteki yürüyüşçülere ayak uydurma sonucu getirir. Yol, geçen insanların kayıtsızlığından rahatsız olan bitki ya da maden dünyasının içinde bir toprak izidir. Çok kısa bir süre içinde sayısız adımın bastığı toprak bir insanlık damgasıdır. Toprağa basan ayak, önüne çıkan her şeyi acımasızca ezen ve geçtiği yerde yara izi bırakan araba lastiği gibi saldırgan değildir. Hayvanların bıraktığı izler nerdeyse fark edilmez.”

David le Breton, Yürümeye Övgü kitabının giriş bölümünde Henry-David Thoreau’nun öngörüsüne yer vermiş: “Kafası rahat olan kimse bütün zenginliklere sahiptir. Ayağında bir ayakkabısı olan ve sanki tüm yeryüzü deriyle kaplıymış gibi yürüyen kimse için de aynı şey söz konusu değil midir?” Aslında bu öngörü her şeyi net bir biçimde ortaya koyuyor. Yürümeye Övgü kitabını okuyun, kendinizden çok şey bulacaksınız…

İsmail Şahinbaş