Yine Erguvanların Zamanı Geldi!

Zaman süratle akıp gidiyor. İstanbul’un erguvanlarına son methiye düzdüğümüzden beri bir sene gelip geçmiş! Nisan ortalarından itibaren; İstanbul’da, özellikle Boğaziçinde erguvan ağaçları yine çiçeklendi, doğayı erguvan rengine boyadı.

Erguvan mevsimi meraklıları için, duyarlı insanlar için, doğaseverler için özel bir mevsim. Nasıl Japonlar nasıl yabani kirazların çiçek açmasını sabırsızlıkla bekler ve sonunda kiraz ağaçları açtığında bayram ederlerse, İstanbullular da kendi Sakura bayramlarını işte erguvan çiçekleri ile yaşarlar. Bu mevsimde hergün sabah akşam Boğaziçi köprülerinden geçerek şehrin iki yakası arasında seyahat eden şehirliler ve dışarıdan gelenler, tabiatın yeşil ile harmanlanan o erguvan rengi uyanışını hayranlıkla seyreder, ruhlarını tazelerler.

Başka şehirler kusura bakmasınlar ama erguvan ağacı ve erguvan çiçekleri mevsimi, en çok İstanbul’a yakışıyor! Ve özellikle Boğaziçi’nde bu mevsimde, korular o kahverengi ve siyahî yeşil rengini bırakır ve yerini uyanan tabiatın fosforumsu yeşili ile harmanlanmış erguvan çiçeklerinin adını bu çiçekten alan erguvan rengine bırakır. Erguvan rengi özel bir renk, bu ağacı tanıyan önce Roma sonrasında Bizans, bu özel rengi kaftanlarında kullanmışlar. Gerçi doğaya bakınca erguvan ağaçlarının pek renk standardı olmadığını, Roma pelerinlerinin rengi başta olmak üzere; çiçeklerin mor tonlarından, pembe ve magenta rengi çeşitlenmeleri de yaptığını görüyoruz.

Gerçi bu güzelliğin tamamının erguvanlardan oluştuğunu düşünmek de haksızlık olur. Erguvanların hâkim olduğu tabloyu bütünleyen diğer elemanlar; aynı dönemde açan mor salkımlar, leylaklar ve seyrek de olsa artık bahçelerde görülmeye başlanan paulownia ağacı çiçekleri gibi renk tayfında birbirine komşu renkler.

Bu kadar güzelliği toplumun idrakini oluşturan edebiyat bile övmekte. Türk edebiyatının ünlü kalemleri erguvan çiçeğini İstanbul ile ilişkilendirmiştir:                                                    ‘Her sene yalıya dönünce, baharın genç, mavimtrak günlerine kavuşurduk. Hayat sanki yeniden doğar, ağaçlar yeniden yeşillenirken, beyaz pembe çiçekleri ile erguvanlar lâl’den alevlerini açarken, çiçek kokularıyla dolgunlaşan hava gönlümüzü saadetle kaplardı’der Abdülhak Şinasi Hisar.

Gerçi edebiyatçının idealize ettiği gibi erguvanın baskın bir kokusu olmasa da, sorun değildir. Erguvanlar bu mevsimde çiçek açan mor salkımların, erkenci güllerin, leylakların ve bilumum çiçeklerin kokusunu alır harmanlar ve kendi kokusu gibi bize sunar! Edebiyattan devamla; yazar Oya Baydar, Erguvan Kapısı kitabında:                                           ‘Kurtarmak için kayıp ruhunu şehrin                                                                                      Gizli, viran bir kapıdan giriyor                                                                                                  Erguvan kapısından                                                                                                                    Başında erguvan tacı                                                                                                                  Erguvan giyinmiş                                                                                                                         Yaraları erguvan                                                                                                                          Münkir bir kesişin ardından                                                                                                             Kutsal bilgeliğe doğru yürüyor’                                                                                                   diyerek erguvanı bu şehirle özdeşleştiriyor.

Adalet Ağaoğlu ise Bahar Fısıltılarında şöyle yazmakta:                                                      ‘Marmara’da, Boğaz’ın sularında gün batımlarının ayak izleri hâlâ erguvandır. Şeker penbeliklerinden portakal kızıllıklarına alacalanan renk cümbüşü bir zamanlar bu kıyıların yoğun yeşilliğine uzaklarda kat kat açılan sabahın sisine vurup durmuş mor alacası da erguvan şenliğiyle tanımlanır!’          

Bu kadar güzellemenin üzerine, Ahmet Hamdi Tanpınar ise: ‘Gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa, o da erguvan olmalıdır!’ diyerek son noktayı koyar.

Erguvan ağacının (cercis siliquastrum) botanik açısından tanıtımını yapalım: Bu ağaç bir Akdeniz maki formasyonu ağacı. Ilıman iklimli orman kenarı maki bitki örtüsünde kendiliğinden yetiştiği gibi, park ve bahçelerde de insan eliyle süs bitkisi olarak yetiştiriliyor. Yaklaşık 10 metre en ve yüksekliğine kadar büyüyebilen ve kışın yapraklarını döken bu ağaç ormanlarda çok gövdeli iken park ve bahçelerde tek gövdeli. Bezelye çiçeğini andıran çiçekleri diğer ağaçlar gibi ince meyva dalları üzerinde olduğu gibi, kart ana dal ve gövde üzerinden de çıkabiliyor! Yaprakları kalp veya böbrek formunda; ilk açıldığında bronz, yazın yeşil, sonbaharda sarı renkte. Tohumları ise ince yassı sert fasulya biçimli zarfların içinde. Tohumdan ürediği gibi, tercihen sağlıklı dallardan çelikleme yolu ile üretilebiliyor.

Son olarak, öneri: Erguvan mevsimi bayram olarak kutlansa, nasıl olur? (Zaten gönüllerimizde bir erguvan bayramı yok mu?) Çiçeklendiği zaman, erguvanın coşkuyla kutlanan o ünlü Japon Sakura’sından aşağı kalır bir yanı var mıdır?                                                                                                                                 Bizim de Türk milleti olarak ruhumuzun güzel yanlarını göstermeye hakkımız olmalı! Çiçeği seven, duyarlı insanlarımız için bir erguvan bayramı olsa kötü mü olur? (Nasıl ve ne çapta kutlandığını bilmiyoruz ama güzel Bursa’nın erguvan bayramı varmış) İstanbul için de erguvan bayramı yapılsa ve kültürel etkinliklerle kutlansa iyi olmaz mı?

Bu konuda yerel yönetimlerin dikkatini çekmeye ne dersiniz?

Nisan 2012