Yıldızların Altında

Sanıyorum Demis Roussos dinlediğimiz yıllardı. Geçenlerde fırsat oldu, yine aynı sanatçı konuğumuz oldu kulaklarımıza. Yaz günleri, misafirlerimizle kıyılardayız. Arkadaşım âşık ve yıldızların altında sevgilisi ile geziyor. Ona şarkı öğretecek. Mırıldanıyor ama becerikli değil. Otomobile koşuyoruz, oldukça eski. Ön orta kısmında bir pikap yerleştirilmiş. Plakları arıyoruz. İşte bulduk: ‘Yıldızların altında.’ Söyleyeni kim? Zeki Müren. Sonrasını bilmiyorum.

Aradan 20 yıl geçti. O zaman İzmir’deyim. Bir sempozyum için Kahire’ye uçacağım. Yaşar Sevim Hocamız da gelecek. O Ankara’da… Mahire Sevim Hocamızın da gelmesini bekliyoruz. Adnan Menderes Havaalanı’ndayım. Önce İstanbul, sonra Kahire. Konut Fonu için makbuz isteniyor. Ankara’da ödendiğini, İstanbul’da buluştuğum arkadaşımda olduğunu söylüyorum. Tabii ki dinlemiyorlar.

Sonra Esen Dağlı ortaya çıkıyor. Atlet ve aynı zamanda öğrencim. Çok kolay çözüyor işi. Beni iç hatlara yönlendiriyor. Bu kadar basit (Einstein demiş ya: ‘Dâhilik basiti bulmaktır’). O esnada bir başka yolcunun vizesi olmadığı için dış hatlardan gitmesine izin verilmemiş. Genç bir hanım. Ona yaklaşıp “sorun nedir” diyorum. Sonuçta o da aynı yolla İstanbul’a gidiyor. Vize mi yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama kabinde onunla İstanbul’a gittik. Orada Yaşar Sevim’le buluştuk. Eşini göremedim. Gelemediğini söyledi. Yanımdaki bayanı tanıttım. O da bizle Kahire’ye geliyor olmasın mı? Kahire’ye indik. Bizi karşıladılar. Bayana daha çok ilgi gösteriyorlar. Hocamızın eşi ile geleceğini bildikleri için bu ilgi yüksekti. Durumu çözmenin peşine düştük.

Sonunda arkeolog olduğunu bildiğimiz bu bayanı klimalı bir Mercedes ile dünyanın önemli şaheserlerinden birini bulmak için çalışan Fransız Arkeoloji Grubu’nun bulunduğu şehir olan İskenderiye’ye yolladık. Biz Kahire’deki Olimpik Otel’imize yerleştik. Yüzme havuzu, spor salonu, futbol sahası, atletizm pisti, alkolsüz biralı restoranları ve seminer salonları ile geçirilen bir hafta. Arada bu sitenin arka tarafındaki Çin Restoranı’na uğramayı ihmal etmedik. Kimlerle mi? Sayalım: Yaşar Sevim, Ekke Hoffman, Ton van Linder, Wolfgang Pollany, Manfred Prause, Moshe Hermann ve Yavuz Taşkıran.

Aradan zaman geçti ama uçaktaki konuşmalarımızdan, yıldızların altında şarkısını söyleyen ve o günkü arkadaşına öğretmeye çalışan arkadaşımın arkadaşı çıkınca yanımda oturan, doğrusu şaşırmadım. İnanılır gibi değildi. O arkeolog idi. Bu da… Çok normal. Zaman nasıl da geçmişti. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Time’da okudum: İskenderiye Feneri’ni Fransız arkeologlar bulmuştu. Fotoğraflar ve diğer bilgiler yanında uçak arkadaşımız da orada… Büyük keyif olmalı…

Şimdi geride 35 yılı bıraktık. Arkeolog arkadaşımın izine rastlayamıyorum. Muhtemelen yeni keşiflerin peşindedir. Hiç unutmam, George Bean’in kitabındaki harita ve krokilerden yola çıkarak Çine Çayı boyunda (şimdi baraj altında kalacak mı acaba?) Gerga’yı buluşumuzu hatırlıyorum. O da büyük bir şenlikti. Trakyalı arkeolog bayandan haber yok. Doğrusu ben de aramadım. Bu yazıyı okuma fırsatı bulduğunuzda, yukarıda saydığım arkadaşlarımdan biri olan Moshe (Moşe) ile Tel Aviv’de buluşmuş olacağım. Onunla geçmişi, geleceği ve bugünü konuşacağız. Humus, yeşil zeytin ve salatalık turşusundan meydana gelme yemeğimizi yerken (Mehmet Yaşin’inkiler gibi olmayacak kuşkusuz) bir kadehi de ihmal etmeyeceğiz.

Dönüşte başka bir ‘yıldızlar altında’ hikâyesinde buluşmak üzere…