TEMA Vakfı’ndan Tüm Siyasi Partilere Çağrı

TEMA Vakfı, EkoSiyaset 2015 Bildirgesi ile tüm siyasi partileri doğayla ilgili sorunları ve çözümleri siyasetin merkezine taşımaya çağırdı. Günümüz siyasetini doğrudan etkileyen bölgesel çatışmalar, mülteci sorunu, ekonomik kayıplar ve risklerin doğrudan çevre ve doğayla bağlantılı olduğunu belirten TEMA Vakfı, tüm siyasi partileri sürdürülebilir yaşam için doğanın ve çevrenin korunmasını amaç edinen politikalar oluşturmaya davet etti.

TEMA Vakfı, seçimlere girecek tüm siyasi partilere EkoSiyaset 2015 Bildirgesi’ni ileterek partileri doğayla ilgili sorunları ve çözümleri siyasetin merkezine taşımaya çağırdı. Siyasi partilere ‘Artık ülkemizde siyaset doğayı kalkınma politikalarının merkezine koymalıdır’ çağrısı iletildi.

Bildirge ile siyasi partiler ‘Özüne sadece insanı koyan kalkınma ve büyüme odaklı politikalar yerine, ekosistemdeki tüm canlı ve cansız varlıkları bütüncül bir şekilde ele alan, ekosistem hakkını gözeten ve sadece bugünün değil gelecek nesillerin haklarını tanıyan ‘Çevre Yönetimi ve Doğal Varlıkların Korunması’ stratejileri ve politikaları oluşturmaya’ davet edildi. TEMA Vakfı’nın hazırladığı ve Meclis’teki tüm siyasi partilerle paylaştığı EkoSiyaset 2015 Bildirgesi’nde, toprak, su, orman gibi doğal varlıklarımızın ve onların oluşturduğu ekosistemlerin korunmasından, iklim değişikliğiyle mücadeleye ve sürdürülebilir tarıma varan öneriler yer alıyor.

Kuraklık mülteci sorununun tetikleyicilerinden biri

TEMA Vakfı tarafından EkoSiyaset 2015 Bildirgesi’ni kamuoyuna duyurmak amacıyla düzenlenen toplantıya TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, TEMA Vakfı Genel Müdürü Doç. Dr. Barış Karapınar ile TEMA Vakfı danışman ve uzmanları katıldı. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç konuşmasında, “Çevre ve doğayla ilgili sorunlar hiç olmadığı kadar gündelik siyasal ve ekonomik hayatımızı etkiliyor” dedi. Suriye’de yaşanan ve her geçen gün bizi de etkileyen bölgesel çatışma ve mülteci sorununun temelinde de tetikleyici faktör olarak bir doğa sorunu olduğuna dikkat çeken TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı, “İklim değişikliği nedeniyle Suriye’de 2007 sonrası yaşanan kuraklıkların milyonlarca insanın şehirlere göçmesine yol açtığı ve bunun yarattığı siyasi kırılganlıkların iç savaşın temel nedenlerinden biri olduğunu gösteren bilimsel makaleler var.  Sorunun çözümü ya da benzer çatışmaların çıkmaması için ulusal ve uluslararası siyasetin temelde yatan doğa sorunlarını irdeleyip ona göre strateji belirlemesi gerekiyor” dedi.

Gıda fiyatları artıyor

EkoSiyaset 2015 Bildirgesi tanıtım toplantısında söz alan TEMA Vakfı Genel Müdürü Doç. Dr. Barış Karapınar da Türkiye’nin iklim değişikliği etkilerinin en fazla etkili olduğu Akdeniz çanağı içinde olduğunu hatırlatarak sera gazı salımının azaltılarak acilen yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılmasının, entegre toprak ve su yönetimi çalışmalarına başlanmasının öneminin altını çizdi. Doç. Dr. Karapınar, “Kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtların yarattığı sera gazları iklim değişikliğine neden oluyor. İklim değişikliği nedeniyle ülkemizde sıcaklıklar arttığı, yağışlar azaldığı gibi sel ve kuraklık gibi felaketlerle de daha sık yüz yüze gelmeye başladık. Bu sorunlar tarım, turizm ve altyapı gibi sektörleri doğrudan etkiliyor. Gıda fiyatları artıyor, bundan en fazla yoksul insanlarımız etkileniyor. Sıklaşan doğal afetlerde her yıl birçok insanımızı kaybediyoruz” dedi.

Fosil yakıtlardan vazgeçilmeli

Karapınar, fosil yakıtların neden olduğu sera gazı artışlarından meydana gelen iklim değişikliğini yavaşlatmak için, Türkiye’nin hem kendi sera gazı salımlarını azaltması hem de uluslararası iklim müzakerelerinde dünya salımlarının azaltılması için yapıcı rol alması gerektiğinin altını çizdi. Hem ülkemizde hem dünyada kömür, petrol gibi ülke dışına bağımlı olduğumuz fosil yakıtlara dayalı enerji politikasından vazgeçilmesini isteyen TEMA Vakfı Genel Müdürü, “Bunun yerine, temiz, sürdürülebilir ve yerel olarak kullanabildiğimiz zengin yenilenebilir enerji kaynaklarına hızla geçilmesi için planlama çalışmalarına başlanması gerekiyor” dedi.

Toprak yoksa gıda da yok

İklim değişikliği etkilerine karşı özellikle tarım alanlarında ve küçük çaplı aile üreticileriyle uyum çalışmalarının hızlanması gerektiğine de dikkat çeken Doç. Dr. Karapınar, “Son 13 yılda tarım alanlarının yüzde 9’u tarım dışı amaçlarla kullanılması nedeniyle kaybedildi. Her 12 yılda 1 cm toprak erozyonla yok oluyor. Toprak olmazsa gıda da olmayacağı için toprak varlığının korunması gerekiyor. İklim değişikliğine yönelik çiftçi eğitimleri, modern ve verimli altyapı yatırımları, entegre toprak ve su yönetimi çalışmaları yapılmalı” şeklinde konuştu. Karapınar, sürdürülebilir tarım tekniklerini yaygınlaştırıcı üretici desteklerinin tarım politikamızın birincil önceliği olması gerektiğini vurguladı.

Doğal varlıklar olmaksızın hiçbir canlı var olamaz

TEMA Vakfı EkoSiyaset 2015 Bildirgesi’nde Anayasa’nın 56. Maddesine de dikkat çekildi. Bildirge’de, ‘Anayasamızın 56. Maddesi’nde ‘çevre hakkı’, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamayı herkese bir hak olarak tanımıştır ve bu hak, insan odaklıdır. Oysa doğal varlıklar olmaksızın insan da dahil hiçbir canlı, varlığını sürdüremez. Artık insana yönelik bir haktan değil, insanın da bir parçasını teşkil ettiği ‘eko-sistemin haklarından’ bahsetmek gerekiyor. Bu nedenle, çevre ve doğal varlıkların korunması ve verimli kullanılmasına yönelik, etkili hukuksal düzenlemeler yapılmalı. Hukuksal düzenlemeler ilke olarak ‘çevre ve doğal varlıkları korumayı’ amaç edinmeli’ deniliyor. Üstün kamu yararı değerlendirmelerinde doğanın, sessizlerin haklarının daima ön planda tutulması istendi.

Satırbaşlarıyla Tema Vakfı Ekosiyaset 2015 Bildirgesi

TEMA Vakfı EkoSiyaset 2015 Bildirgesi’nde Türkiye’nin toprak, su varlıkları ile biyolojik çeşitliliğini etkileyen başlıca uygulamalar, iklim değişikliği ve bunlara ilişkin mevzuat/politikalar inceleniyor. Türkiye’nin enerji ve madencilik politikaları, neden oldukları tahribatın ölçeği, şiddeti ve etkileri dikkate alınarak değerlendiriliyor.

Türkiye’nin yaşamsal gerçekleri

– 1920’lerin başında arazilerimizin % 56’sını oluşturan meraların oranı bugün % 19’a gerilemiştir ve mevcut meralarımızın % 70’inde bitki örtüsü zayıf ve verimsizdir.

– Türkiye’de 13 yılda 2,4 milyon hektar (tarım arazilerimizin % 9’u) tarım arazisi kaybedildi.

– 2013 sonuna kadar Orman Kanunu’nun ilgili maddeleri ile 414.222 hektar ormanlık alanda madencilik, ulaşım, enerji, haberleşme, atık yönetimi ve benzeri amaçlı tesisler için izin verildi.

– Türkiye’de 2020 yılında 5 milyon nüfus artışı olacağı tahmin edilmektedir. Eklenen nüfus için beslenmede en önemli kısmı tutan tahıl üretimi dikkate alındığında üretimimizin 1 milyon ton artması gerekecektir. Bu durum, eğer verimlilik artışı sağlanamazsa, neredeyse Karabük büyüklüğünde (yaklaşık 400 bin hektar) tarım alanına daha ihtiyaç duyulacağı anlamına gelmektedir.

– Türkiye nüfusunun 2050 yılında 93-111 milyonu bulacağı tahminine göre 2050’ye doğru ‘su fakiri’ bir ülke konumuna gelecek.

– Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne göre iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye’nin güneydoğu ve doğu bölgelerinde % 20 – 40 arasında, iç ve batı bölgelerinde ise % 40’ı aşan oranlarda yağışların azalacağı öngörülmektedir.

Sorunlar Ve Tema Vakfı’nın Çözüm Önerileri

Tarım ve Gıda Güvenliği

Türkiye’de 13 yılda 2,4 milyon hektar (tarım arazilerimizin % 9’u) tarım arazisi kaybedilmiştir. 1920’lerin başında arazilerimizin % 56’sını oluşturan meraların oranı bugün % 19’a gerilemiştir ve mevcut meralarımızın % 70’inde bitki örtüsü zayıf ve verimsizdir. Diğer yandan Türkiye’de 2020 yılında 5 milyon nüfus artışı olacağı tahmin edilmektedir. Eklenen nüfus için beslenmede en önemli kısmı tutan tahıl üretimi dikkate alındığında üretimimizin 1 milyon ton artması gerekecektir. Bu durum, eğer verimlilik artışı sağlanamazsa, neredeyse Karabük büyüklüğünde bir tarım alanına  (yaklaşık 400 bin hektar) daha ihtiyaç duyulacağı anlamına gelmektedir.

Öneriler:

– Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının engellenmesi için 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun öngördüğü şekilde Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Planları’nın hazırlanması;

– Tarımsal potansiyeli yüksek büyük ovaların tarımsal koruma alanı ilan edilmesi;

– İklim değişikliğinin Türkiye tarımı üzerine etkilerine yönelik bilimsel etki ve riskler çalışmaları ışığında orta ve uzun vadeli uyum çalışmaları başlatılmalıdır.

– İklim değişikliğine yönelik çiftçi eğitimleri, modern ve verimli altyapı yatırımları, entegre toprak ve su yönetimi çalışmaları yapılmalıdır.

– Sürdürülebilir tarım tekniklerini yaygınlaştırıcı üretici desteklerinin tarım politikamızın birincil önceliği olması gerekmektedir

– Toprak koruma ve erozyonla mücadele tedbirlerinin desteklenmesi gereklidir.

– Tarım alanları gibi meraların da amaç dışı kullanımına son verilmeli,

– Hayvancılığın gelişmesi, biyolojik çeşitliliğin ve toprağın korunmasına hizmet edecek şekilde “sürdürülebilir mera yönetimi” hayata geçirilmelidir.

– Bitkisel üretimin büyük ölçüde aile işletmeleri tarafından karşılandığı ülkemizde aile çiftçiliğinin desteklenmesi, hem gıda güvenliğinin sağlanması hem de tarımsal biyolojik çeşitliliğin korunması açısından kritik önemdedir.

Arazi Kullanım Politikaları

Planlama, ulusal ve kentsel ölçekte bir kararlar bütünüdür. Sektörel düzeyde ve ülke ölçeğinde yatırım kararları ve bölgesel gelişme esasları, kentsel ölçekte ise kent mekanını şekillendiren imar planları su, toprak varlıklarını ve biyolojik çeşitliliği etkiler.

Öneriler:

– Plan kademelenmesi boyunca sürdürülebilir arazi kullanım politikaları hayata geçirilmeli,

– Mekânsal planlamada ekosistem anlayışı benimsenmeli,

– Planlar tarım ve mera alanlarının amaç dışı kullanımının önlenmesinde etkin hale getirilmeli,

– Planlar iklim değişikliğini önleme ve uyum konularında etkin hale getirilmeli,

– Doğal ve kültürel kimlikler korunmalıdır.

Su

Kişi başına düşen su miktarına göre Türkiye ‘su azlığı’ ya da ‘su sıkıntısı’ içinde olan bir ülkedir. Son 30 yılda Türkiye’nin önemli su ve tarım rezervleri olan su havzalarına düşen yağış miktarı yaklaşık % 25 oranında azalmıştır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne göre iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye’nin güneydoğu ve doğu bölgelerinde % 20 – 40 arasında, iç ve batı bölgelerinde ise % 40’ı aşan oranlarda yağışların azalacağı öngörülmektedir. Buna karşın, 2025 yılı itibarıyla, toplam kullanılabilir su potansiyelini % 100 oranında kullanmasını hedefleyen su politikaları benimsenmektedir. Türkiye nüfusunun 2050 yılında 93 – 111 milyonu bulacağı tahminine göre 2050’ye doğru ‘su fakiri’ bir ülke konumuna gelecektir.

Öneriler:

TEMA Vakfı olarak 2012 yılında hazırladığımız Su Kanunu Tasarısı’ndaki önerilerimizin dikkate alınmasını istiyoruz:

– Tarımda tasarruflu sulama sistemlerine geçilmesi, kapalı sulama sistemlerinin kullanılması

– Tarımsal ürün desteklerinde iklim değişikliğinin etkilerini göz önünde bulunduran, yörelerin iklim ve toprak şartlarına uygun, kuraklığa dayanıklı, su tüketimi düşük üretim modelleri geliştirilmesi ve teşvik edilmesi

– Tarımsal alanda verimli ve etkin su yönetimi için öncelikle su kullanıcı örgütlerinin, sulama birlikleri ve sulama kooperatiflerinin kurumsal yapılarını güçlendirecek acil tedbirler alınması

– Sanayi üretimin su kullanımının kayıt altına alınması, dağınık haldeki sanayi kuruluşlarının organize sanayi bölgelerinde toplanması, su arıtma tesisi kurulmasının ve çalıştırılmasının teşvik edilmesi

– Kentsel alt yapıların yenilenmesi, kırsal nüfusun yerinde istihdamının teşvik edilmesi

– Katılımcı, şeffaf, tabandan tavana yönetim anlayışını öne çıkartan bir su kanunu ve etkin ve dinamik bir kurumsal yapı ile suyun varlığı ve çevrimi garanti altına alınmalıdır

– Su kullanımı ve tüketiminin sektörel bazdaki gelişiminin havza ölçeğinde dikkatle takip edilmesi ve havza ölçeğinde uyumlaştırılmış entegre su kullanımı ve planlamasına geçilmesi

İklim Değişikliği

Türkiye iklim değişikliği etkilerine en hassas bölgelerden birisinde yer almasına ve en fazla etkilenecek ülkelerden biri olmasına rağmen, son dönemde iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını en hızlı arttıran ülkelerden de biri olmuştur. İklim değişikliğine karşı dirençli ve ekonomik olarak güçlü bir ülke olma hayalimizi gerçekleştirmek için sera gazı emisyonlarını hızla azaltacak sanayi, ulaşım ve enerji politikalarının ve uyum politikalarının hayata geçirilmesi gereklidir. Büyümenin hızı kadar niteliği de önemlidir.

Öneriler:

Düşük karbonlu sanayi, enerji ve ulaşım politikaları sayesinde daha fazla enerji güvenliği, daha az trafik tıkanıklığı, daha iyi yaşam kalitesi, iklim değişikliğine karşı daha fazla dayanıklılık, daha yüksek sağlık kalitesi ve daha iyi çevre benzeri çok sayıda başka fayda sağlanacak ve bu faydalar düşük karbonlu sanayi, ulaşım ve enerji politikalarının ve iklim değişikliğine uyum politikalarının hayata geçirilmesi için gerekli olan maliyetlerden daha fazla olacaktır.

Bu hedeflerin gerçekleşmesi için 2015 sonunda Paris’te yapılacak 21. Taraflar Konferansı sırasında Türkiye’nin öncü bir rol üstlenerek bu anlaşmanın başarıyla yapılmasını sağlaması ve diğer ülkelere liderlik etmesi çok önemlidir.

Enerji Politikaları

Türkiye’de, enerji ithalat oranının yüksek ve maliyetli olması gerekçesiyle, 2012 kömür yılı ilan edilmiş ve elektrik üretme amaçlı hem kömür hem de nükleer santral yatırımları hız kazanmıştır. Oysa bu politikaların ortaya konulduğu dönemde öngörülen büyüme hedeflerine ulaşılamamaktadır, dolayısıyla hesaplanan enerji ve elektrik ihtiyacının da oluşması olası gözükmemektedir.

Öneriler:

– Projeksiyonlar revize edilmeli, öncelikli olarak enerji verimliliği/tasarrufu çalışmaları tamamlanmalı, ardından gerek duyulan birincil enerji ve elektrik ihtiyacı, nükleer ve kömür gibi kirli enerji kaynaklarından değil güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmalıdır.

– Yenilenebilir enerji yatırımlarında bilimsel ve etik standartlara dayanan etki değerlendirme süreçleri esas alınmalıdır.

– Çevresel etki değerlendirme, proje bazında değil, bütüncül, bölgesel ölçekte yapılmalıdır. Aksi takdirde; yenilenebilir enerji kaynağı sayılan hidroelektrik santrallerinin akarsu ekosistemlerinde, yaban hayatında, bitki çeşitliliğinde ve yerel halkların yaşam alanlarında neden olduğu tahribatın benzerlerinin diğer yenilenebilir enerji yatırımlarında da yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Ormanlar

2B uygulamaları ile 473.420 hektar alan orman rejimi dışına çıkarıldı. Orman Kanunu’nun 16., 17., 18. maddeleri ile 2013 sonuna kadar 414.222 hektar ormanlık alanda madencilik, ulaşım, enerji, haberleşme, atık yönetimi ve benzeri amaçlı tesisler için izin verildi.

Öneriler:

– 2/B uygulaması önce Anayasa’da geçici madde haline getirilmeli sonrasında tümüyle sonlandırılmalı.

– Orman Kanunu’na istinaden verilen izinlerde kesin zorunluluk ve üstün kamu yararı koşulu aranmalı.

– Orman köylülerinin kalkındırılmasına yönelik uygulamalar ormancılık ve diğer sektörlerle beraberce yürütülmeli, sağlanan destek ve kredi miktarı artırılmalı.

Doğa Koruma Alanları ve Biyolojik Çeşitlilik

Avrupa’daki korunan alanların toplam alana oranı % 13,6; dünya genelinde ise % 14. Türkiye’nin zengin tür çeşitliliğine rağmen, 2014 yılı sonuna kadar ülke yüzölçümünün % 10.14’ünü oluşturan 7.909.359,63 hektar alan korunan alan olarak ayrılmıştır. Sahip olduğumuz biyolojik çeşitlilik göz önüne alındığında ülkemizde daha fazla alanın koruma altına alınması gerektiği görülmektedir.

Öneriler:

– Korunan alan büyüklüğü önümüzdeki ilk beş yıllık plan döneminde en az dünya ortalaması olan % 14’lük orana çıkarılmalı.

– Koruma altına alınan alanlar mevcut biyolojik çeşitliliği kapsayacak şekilde planlanmalı

– Yapılacak boşluk analizlerine göre yeni koruma alanları belirlenmeli.

Madencilik

Madencilik faaliyetleri mutlaka etkin bir planlama ile ülkenin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak çevreye duyarlı bir şekilde yürütülmeli, üstün kamu yararı öncelikli hale getirilmelidir. Özellikle ormanlık alanlarda yapılan madencilik faaliyetlerinde ormanların bize sağladığı yararlar göz ardı edilmemelidir. Taş, çakıl, hazır beton ve asfalt yapımında kullanılan ve her yerde bol miktarda bulunan doğal malzemelerin maden sayılması, ormanlarda bunlar için kolaylıkla üretim izni verilmesi ile ormanların, içinde yaşayan canlıların ve sunduğu ekosistem hizmetlerinin değeri yok sayılmaktadır. Ormanlarla beraber korunan alanlarda bile madencilik çalışmalarına izin verilmesine olanak veren yasal düzenlemeler, hiç kuşkusuz doğal ekosistem bütünlüğünün bozulmasına, parçalanmasına ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açmaktadır.

Öneriler:

– Milli Parklar Kanunu yeniden düzenlenmeli ve doğa koruma alanları madencilik çalışmalarına kapatılmalıdır.

– 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 16. Maddesi yeniden düzenlenerek maden tahsislerinde üstün kamu yararı aranmalı, 3213 Sayılı Maden Kanunu’nda I. Sınıf madenler olarak tanımlanan taş, kum ve çakıl işletmelerine verilecek izinlerde üstün kamu yararı ilkesi yanında ve başka hiçbir yerden temin edilememesine dayalı zorunluluk şartı aranmalıdır.

– Geri dönüşü olmayan ve siyanür havuzları gibi uzun süreli zehirli atıklar üreten madencilik faaliyetlerinin ekosistem ve gelecek nesiller üzerinde yaratacağı ekstra maliyetler göz önünde bulundurulmalı, bu tür madencilik faaliyetleri için verilecek izinler için ayrıca özen gösterilmelidir.

TEMA Vakfı