Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’nden Bakanlıklara Mektup

Türkiye’de çevre, doğa koruma ve kırsal kalkınma alanında faaliyet gösteren 73 sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’nin kaleme aldığı mektuplar, geçtiğimiz hafta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, AB Bakanlığı, TBMM Çevre Komisyonu ve bakanlıklar ile TBMM’deki konuyla ilgili kişilere gönderildi.

73 STK’nın mektubu şöyle: Bu mektubu ülkemizde çevre, doğa koruma ve kırsal kalkınma alanında faaliyet gösteren 73 sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Tabiat Kanunu İzleme Girişimi olarak kaleme alıyoruz. Uzun yıllardır ülkemizin doğasının korunması için özveri ile çalışan sivil toplum kuruluşları olarak son dönemde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndaki ‘Doğa Koruma’ yapılanmalarıyla ilgili görüşlerimizi arz etmek istiyoruz.

1990’lı yıllarda doğa koruma ile ilgili sorunların tartışıldığı hemen her toplantıda, hukuksal ve kurumsal anlamda aşağıda belirtilen iki temel sorun mutlaka dile getirilmiş ve çözümler de bu iki soruna odaklanmıştır:

1. Ulusal mevzuatımız; farklı dönemlerde farklı ihtiyaçlar için hazırlanmış olan yasaların kendi içerisinde çelişen ve çakışan pek çok hükmü ihtiva etmekte ve bu yasal çerçeve taraf olduğumuz uluslararası doğa koruma sözleşmelerini ve Avrupa Birliği doğa koruma direktiflerinin gereklerini karşılamamakta ve günümüz ihtiyaçlarına cevap vermemektedir.

2. Kurumsal yapıdaki dağınıklık, parçalanmışlık ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan kurumlar arasındaki iletişim, işbirliği ve koordinasyon eksikliği beraberinde ciddi bir yetki karmaşasını, yavaş işleyen ve hatta kimi zaman tıkanan bürokratik süreçleri getirmekte, bunun sonucunda da insan ve mali kaynaklar israf edilmektedir.

1990’lı yıllardan günümüze kadar bu iki temel sorunla ilgili konunun uzmanları tarafından pek çok çalışma yapılmıştır. Bunlardan en kapsamlısı 2000 yılında başlayıp, 2006 yılında tamamlanan kısaca GEF – 2 Projesi olarak bilinen ‘Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi’ kapsamında yapılan çalışmalardır. Bu projeye ait raporlar ve hazırlanan yasa metni önerisi Bakanlıkta mevcuttur.

Bu çalışmaların hemen tamamında belirtildiği üzere hukuksal çözüm; kendi içerisinde uyumlu, uluslararası doğa koruma sözleşmeleri ve Avrupa Birliği doğa koruma direktifleriyle uyumlu ve bunların ulusal düzeyde uygulanmalarını sağlayacak bir ‘Doğa Koruma Yasası’nın yürürlüğe konmasıdır. Bu amaçla 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’nden önceki süreçte TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşülen ve kabul edilen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, hala çok ciddi eksikleri olsa da; katılımcı bir süreçte bu eksikliklerin tamamlanmasıyla bu boşluğu doldurabilecek niteliktedir.

Kurumsal yapılanmadaki parçalanmışlığı gidermenin yolu ise yıllardır her platformda dile getirildiği gibi doğa koruma ile ilgili tüm yetkilerin tek kurumda toplandığı, özel bir kanunla Başbakanlığa veya Bakanlığa bağlı (özel bütçeli) güçlü bir ‘Doğa Koruma Genel Müdürlüğü’ kurulmasıdır. Ne yazık ki, son birkaç ay içerisinde çıkarılan 645 ve 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler’de yer alan düzenlemelerle bu hedeflerden tamamen uzaklaşılmış, doğa koruma konusundaki zaten var olan dağınıklık ve parçalanmışlık daha da artmış ve maalesef kurumsal yapılanma anlamında 2000’li yılların daha da gerisine gidilmiştir.

645 sayılı KHK ile milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve sulak alanların ayrılması, korunması, planlanması, düzenlenmesi, geliştirilmesi, tanıtılması, yönetilmesi, işletilmesi ve işlettirilmesi ile ilgili işleri yürütme yetkisi Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne verilmişken; 648 sayılı KHK ile bu alanların, tespiti konusunda Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, tescil, onay ve ilanında (orman rejimi dışındakiler) ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkili kılınmıştır. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne verilen planlama’ yetkisi 648 sayılı KHK ile metinden çıkarılmış; ayrıca bu alanlardaki kullanma ve yapılaşmaya yönelik ilke kararlarını belirleme; onaylanan planlara uygun olarak tahsisini yapma ve uygulamaların tahsis şartlarına uygun olarak gerçekleşmesini izleme ve denetleme yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı altında kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir.

Bu yapılanma ile etkili bir doğa koruma yapabilmek mümkün değildir. Arka arkaya çıkarılan bu iki KHK ile doğa korumayı kaos ortamına sürükleyecek bir yetki çatışması ve karmaşası yaratılmıştır. Bu yetki çatışması ve karmaşası uygulamada çok büyük sıkıntılara neden olacaktır.

Diğer taraftan, 648 sayılı KHK ile kurulması öngörülen ‘Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu’, ‘Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’ ve yeniden düzenlenen ‘Koruma Yüksek Kurulu’; seçim öncesi TBMM Çevre Komisyonu’nca görüşülerek kabul edilen ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nda kurulması öngörülen ‘Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu’ ve ‘Mahalli Tabiatı Koruma Kurulları’nın yerini almıştır. Fakat gerek koruma yüksek kurulu, gerekse her iki komisyon katılımcılıktan uzak, sivil toplum kuruluşlarını dışlayan, bu yönüyle mevcut düzenlemelerin ve çağın gerisinde kalmış, Avrupa Birliği direktifleriyle uyumlu olmayan bir yapıdadır.

TBMM Çevre Komisyonu’nca 16 Mart 2011 tarihinde kabul edilen tasarı metni, Avrupa Birliği Doğa Koruma direktifleriyle uyumlu olmadığı gerekçesiyle Avrupa Komisyonu uzmanları ve bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşları tarafından eleştirilirken, KHK’lar ile ortaya koyulan kurul ve komisyonların kabul edilmesi mümkün değildir. Son düzenlemelerle oluşturulan bu kurul ve komisyonların, ülkemizde bugüne kadar ilan edilmiş toplam 1.261 adet doğal sit alanının statüsünün yeniden değerlendirme sürecinde görev yapacak olması ve bu yeniden değerlendirme sürecinde konusunda uzman sivil toplum kuruluşlarının ve bilim insanlarının etkin katılımına ilişkin bir ifade yer almaması bizleri ciddi bir endişeye düşürmektedir. Bilimsel ve hukuki anlamda ilgili tarafların etkin katılımı ile bir hazırlık yapılmaksızın, bu alanların yeniden değerlendirme sürecinin yapılacak olmasının, hâlihazırda kirlilik, kaçak yapılaşma, plansız turizm gibi birçok baskıyla karşı karşıya olan doğal alanlarımızda geri dönüşü olmayacak tahribatlara yol açacağına inanmaktayız. 

Uzun yıllar çeşitli uzmanların yerinde değerlendirmeleri neticesinde hazırladığı raporlar sonucu kurullar tarafından tescil ve ilan edilen doğal sit alanlarının statülerinin; Bakanlık uzmanlarının, bilim insanlarının ve doğa koruma konusunda uzmanlaşmış STK’ların katılımı ile yerinde yapılacak inceleme ve değerlendirme sonucu hazırlanacak raporlara dayanılarak değerlendirmesi gerekmektedir. Bu yöntem hem Bakanlığın daha çağdaş ve doğru kararlar vermesini sağlamış olacak, hem de bu alanların kullanıma açılacağı yönündeki kamuoyunda oluşan endişeleri ortadan kaldıracaktır.

Diğer taraftan, son günlerde TBMM Çevre Komisyonu’nca 16 Mart 2011 tarihinde kabul edilen ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu’nun KHK olarak çıkarılması için Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nda çalışmalar yapıldığı yönünde çeşitli duyumlar söz konusudur. Şunu ifade etmek isteriz ki; ülkemizdeki doğal alanların, diğer bir ifadeyle gelecek kuşaklarımızın, kaderini doğrudan etkileyecek bu denli önemli yapısal ve kurumsal değişiklikleri içeren hukuki düzenlemelerin kamuoyu ile tartışılmadan, konuyla ilgili birikim ve uzmanlığı olan bizler gibi sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alınmadan yapılmış olması, her alanda demokrasinin ve katılımcılığın geliştirilmesine yönelik adımlar atan ülkemiz için üzüntü verici bir durumdur. 

Bütün bu tespitler ışığında, ülkemizin doğal alanlarının korunması için çalışan 73 sivil toplum kuruluşu olarak sizlerden şu iki konuda adım atmanızı ve öncülük etmenizi yürekten arzu ediyoruz:

1. Hâlihazırda iki Bakanlık çatısı altında ayrı ayrı faaliyet gösteren Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün tek bir Bakanlık altında birleştirilmesi

2. TBMM Çevre Komisyonu’nca 16 Mart 2011 tarihinde kabul edilen ancak henüz TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeyen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın geri çekilerek, tasarının Uluslararası doğa koruma sözleşmeleri ile uyumlu bir şekilde, şeffaf ve katılımcı bir süreçte hızla yeniden hazırlanması

Bu iki acil ve temel konuya yönelik bugün atacağımız adımların, ülkemizin geleceği için yapılmış en değerli yatırım olarak tarihe geçeceğine inanıyor; bu kapsamda sivil toplum kuruluşları olarak üzerimize düşen her türlü sorumluluğu almaya ve katkı koymaya hazır olduğumuzu saygılarımızla arz ediyoruz. Fotoğraf: İsmail Şahinbaş

Tabiat Kanunu İzleme Girişimi