Sonbahar Medeniyetinin Payitahtı: Şavşat

savsat-6

25 Ekim Şavşat gezimize bir hafta kala fena halde hastalandım. İyileşmek ve üzerime karasaban gibi çöken grip salgınından kurtulmak için yoğun bir tedavi süreci geçirdim. Tam iyileşmeden geziye başlamak zorunda kaldım çünkü Şavşat’ı defalarca gezmiş olmama rağmen hiç sonbaharını görmemiştim ve bu yüzden hasta hasta yollara düştüm…

Şavşat, sonbaharda sarı gelinlik giymiş yürek yakan alımlı ve cilveli prensesten farksızdır… Fotoğraflarını görüp de Şavşat’ın sonbaharına, sarısına, kızılına aşık olmamak mümkün mü?

Yaprakların güneş ve ölüm rengi,

Sen kalbini dinle, ufkuna bak.

Düşünme mevsimi inleten rengi

Elemdir mest etsin ruhunu

Eser rüzgârların durgun ahengi.

Yan yana sessizce mevsimle keder

Hicrana aldanmış kalbimde gezin

Esen rüzgârlara sen kendini ver. (Ahmet Hamdi Tanpınar)

Şavşat’ın o eşsiz güzelliğini yansıtan fotoğraflardaki renkler, sanki canlanıyor ve yüreğinizin verimli topraklarında filizleniyor.

savsat-5

Yoksa üç ay önce gördüğünüz bir yeri, sırf sarıya büründü diye, 10 saatlik yolu teperek tekrar kim gider?

Kara bir sevda işte…

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,

Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…

Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta,

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

 

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;

Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,

Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…’ (Ahmet Haşim)

Bu yüzden kimseyi dinlemedim, ‘Gitme, Karadeniz’in soğuk havasına ve sert rüzgârına çarpılırsın, zaten hastasın, iyice kötü olursun. Vazgeç bu sevdadan!’ diyenlerin uyarılarına aldırış etmedim.

Sırtıma çantayı attığım gibi düştüm yollara…

Artvin günlük güneşlik

Otobüste uyuya kalmışım. Allah’tan Rize’ye gidecek olan otobüsün muavini uyanık davrandı da beni Artvin’de indirdi. İndim ki ne ineyim ortalık günlük güneşlik… Yanlış yere geldiğimi sandım, Urfa’ya falan… Ormanlık dağları, ortasından akan Çoruh Nehri’ni görünce, Artvin’e geldiğime iyice kanaat getirdim. Böylece bir şehir efsanesi, bir önyargı daha çökmüş oldu. Hani Artvin’i sel götürüyor, rüzgâr uçuruyor, soğuklar titretiyordu? Başımdaki bereyi, sırtımdaki yünlü kazağı çıkardım attım.

savsat-2

Allah beni seviyordu galiba… Cesaretimin, Şavşat’ı görme uğruna gösterdiğim fedakârlığın karşılığını alıyordum: Güneş benim için parlıyor, kahverenginin çarpıcı tonlarına bürünmüş ağaçları benim için aydınlatıyor, hastalığım nüksetmesin diye yüzümü okşuyor, sızlayan kemiklerimi ısıtıyordu. Veya ben öyle sanıyordum.

Keyfim yerine geldi. Allah’a ne kadar hamd etsek azdır.

Otele varış

Artvin merkezde Gazeteci Hatice ablamızı ve Sedat abimizi, akabinde bazı yerel yöneticileri ziyaret ettikten sonra doğruca Şavşat’a gittim.

Sevgili dostum Atanur Keskin ağabeyimizin bungalov evlerine…

Yeşil Vadi, tıpkı adı gibi yeşil bir vadinin eteğine, Şavşat’ı kuşbakışı gören bir yamaca kurulmuş… Yeşil, kahverengi, sarı renklerinin dans ettiği muhteşem bir tabiatın tam ortasında sanki bir kartal yuvasını andırıyor. Şavşat’ta bir marka olmuş… Yörenin tabiatına ve mimarisine uygun 10 adet bungalov ev inşa etmiş… (Müstakil konut tiplerinden olan bungalov ev, tek katlı ahşap yapıdan meydana gelen evleri ifade ediyor. Özel olarak tasarlanabilen bungalov evleri, 2 katlı olarak da inşa edilebiliyor. Bu evlerin giriş kısımlarında bir balkona yer veriliyor. Bungalov evler Türkiye’de son zamanlarda tatil bölgelerinde yaygınlaşan yeni bir akım olarak karşımıza çıkıyor. Söz konusu bungalov evler, hem fiyatlarının uygun olması hem de insanların doğa ile iç içe tatil imkânı sağlaması açısından oldukça talep görmektedir.)

Güler yüzlü, sıcak, dostane tavırlarıyla hizmet eden Atanur, yıllardır Şavşat turizmine hizmet ediyor. Bana tahsis ettiği bungalov ellerinden birine giriş yaptım. İdeal bir pansiyonda bulunması gereken her şey var: Temiz çarşaflar, rahat yataklar, sıhhi ortam, internet, TV, sıcak su vs.

Artık rahat ve derin bir uyku çekmek için her şey müsait: Yorgun ve uykusuz kalmış bir beden, sessiz bir ortam, temiz bir hava ve berrak bir gece…

Geriye sadece bir sorun kaldı. Heyecandan acaba yarın sabaha çıkabilecek miydim? Tatlı bir uyku çekmenin yolundaki tek engeli de aşmam için Allah’a dua ederek kapadım gözlerimi, yarın sabah beni karşılayacak olan sonbahar renklerine açmak üzere…

Bekle ey sonbahar, ben geldim!

Şavşat’ın sonbaharı öldürür!

Sonbaharı, dökülen sarı ve kahverengi yaprak, sadece renklerin cümbüşü olarak görüyorsanız yanılırsınız. Şavşat’a sonbahar gelmiş de, memleketin geri kalan şehirleri kışı mı yaşıyor? Hayır… Her yere sonbahar gelir, bütün ağaçlar bu mevsimde yapraklarını döker, yollar gazellerle süslenir.

Elbette…

Peki, sonbaharı Şavşat’ta farklı kılan nedir?

Sonbahar gelince yerli ve yabancı profesyonel fotoğrafçıların objektifleri burada konumlanır, ünlü yazar ve şairlerin kalemleri buradan ilham alır, aşk ateşiyle yanan yürekler burada pişer, yorgun bedenler burada istirahate çekilir; hülasa hüznün, ayrılığın, ıstırabın tarihi burada yeniden yazılır. Bu yüzden sonbahar medeniyetinin başkentidir, kalbidir, merkezidir Şavşat…

Efkâr Tepesi

Tıpkı yıllar önce Fakir Baykurt’un bir tepeye çıkıp ‘Efkâr Tepesi’ adlı romanını yazdığı gibi… Onun için bu tepeye ‘Efkâr Tepesi’ demişler… Şavşat’a hangi mevsimde gelirseniz gelin gezmeye mutlaka Efkâr Tepesi’nden başlamalısınız… Biz de öyle yaptık, Rehberim Atanur Keskin ile birlikte ilçe merkezinin hemen içinden yukarıya doğru tırmanıp Efkâr Tepesi’ne çıktık. Buradan bütün bir Şavşat’ı, köylerini ve 360 derece güzel manzarasını görebiliyorsunuz. Böylece ilçe hakkında genel bir kanaat oluşuyor sizde… Tabii bu tepede uzun süre kalmanın mahsuru olabilir, fazla efkârlanıp şiir ya da roman yazma veyahut gençlik yıllarındaki sevdalarınızın nüksetme riski vardır. En iyisi siz bir çay içip hemen aşağı inin, fazla yüksekte kalmak insanın aklını başından alır.

Tibet Kilisesi

Çok şükür dertli başımı fazla derde sokmadan indik aşağıya ve doğruca ilçe merkezinden 14 kilometre uzaklıktaki Cevizli Köyü’ne hareket ettik, Şavşat’ın en ünlü tarihi – turistik eserlerinden biri bekliyor bizi: Tibet Kilisesi… Bagratlı Beyleri’nden Kukh Aşut tarafından 10. yüzyılın ilk yıllarında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Duvarlarında çok sayıda kabartma, oyma, mazark türünde süslemeler, Hz İsâ ve havarilerinin resimleri vardır. Turistlerin en fazla ziyaret ettikleri eserlerin başında gelen kilise ulaşım problemi olmadığı için yılın her mevsiminde ziyaret edilebilir.

Kilisenin sadece duvarları almış, o da bir kısmı… Ayakta kalan sadece bir kısım duvarlarından bile kilisenin ne kadar etkileyici bir eser olduğunu anlayabiliyorsunuz. Ne yazık ki, Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi burada da tarih katliamı yapılmış…

Etrafında inekler otluyor, sahipsiz ve bakımsız… Gürcistan Hıristiyanları için büyük öneme haiz bu eseri yeniden ayağa kaldırmak için, Gürcistan Hükümeti Türk tarafına restorasyon için teklifte bulunmuş, ancak bizimkiler nedense kabul etmemiş… Her yıl dünyanın dört bir tarafından buraya akın eden Hıristiyanlar, dua edip hacı oluyorlarmış…

Köprülü Köyü

Şavşat’ta hangi köye giderseniz gidin sizi benzer bir manzara karşılar. Hele bu mevsimde manzaranın tadına doyum olmuyor. Eski adı Rabat olan Köprülü Köyü de işte bize tam bir sonbahar ziyafeti çekiyor. Ortasından akan dereler, etrafını sarıp sarmalamış ormanlar, yörenin mimarisine uygun ahşap evler, taş köprüler, yaz biteli çok olmasına rağmen hala evlerinde yaşayan cefakâr köylüler…

Durduk, konakladık, fotoğraf çekmek için siper aldık. Hemen yanınıza geliyorlar, “Hoş geldiniz, buyurun çay içelim, yemek yiyelim” teklifleri… Sıcak, samimi ve candan insanlar… Balkonda büyük boy poğaça yapan kadın, kendileri için pişirdiği ekmeği bize ikram ediyor.

Öğlen yemeğimiz de çıktı, çok şükür, Allah’tan daha ne isteyelim… Zaman dar, görülecek o kadar çok yer var ki, bu güzel insanlarla daha fazla oturup muhabbet etmeyi çok isterdik ama yolcu yolunda gerek.

Şavşat Karagöl

Şavşat Karagöl artık sadece Türkiye’de değil dünyada da tanınmış en ünlü göllerden biri… Köyleri, mahalleleri bir bir geride bırakarak, sararmış yaprakların süslediği muhteşem manzaralı kıvrımlı yolları geride bırakarak Karagöl’e vardır.

Sessiz, sakin ve durgun… Gürültü yok, patırtı yok, kimsecikler yok. Aslında burada kafa dinlemek, şiir yazmak için en iyi zaman…

‘Bencil’ karakterimi ele vermekten çekinmeyeyim ve size bir itirafta bulunayım, buraya herkes geldiği için artık Karagöl benim için cezbedici bir turistik mekân olmaktan çıktı. Özelliğini, sırrını kaybediyor. Görülmemiş yerler, kimsenin ulaşamadığı gizemli mekânlar beni çekiyor… Sadece bu değil, Karagöl maalesef ziyaretçi akınına uğradığı için eski güzelliğini yavaş yavaş kaybediyor. Hor kullanılıyor, sahip çıkılmıyor, doğal güzelliklere sadece ticari bir gözle bakılıyor ve zamanla tahrip ediliyor. Böyle giderse birkaç sene sonra Karagöl tarihe karışabilir, benden söylemesi…

Meşeli Köyü

Karagöl çıkışında, eski adı Bolohor olan Meşeli Köyü’ne uğradık. Burada artık insan sonbahar komasına giriyor. Gülcan Lali isimli bir köylünün ahşap evine misafir olduk. İkram, ilgi, alaka… Güler yüz, samimiyet… Ellerinde ne varsa veriyorlar. Sanki 40 yıllık arkadaş, kadim dost ve akrabayız bu yörenin insanlarıyla… Mevsim organik, elmalar organik, insanlar organik… Doğallığın zirvesinde seyahat ediyorsunuz sanki…

Her köy bir önceki köyün kopyası… Pınarlı (Suboban), Veliyök (Merya) ve daha niceleri… Manzarası, evleri, insanları… Sizi kucaklıyor, sonbahar renkleri kadar sıcak ve samimi yaklaşıyor. Annemden sonra beni en çok seven Şavşatlılar oldu… Şımardım, kendimi bir şey zannetmeye başladım.

Tek başına yaşayan Kibriya Teyze

Hepsi bir yana, Ciritdüzü (Vel) Köyü’nde misafir olduğumuz 70 yaşlarındaki Kibriya Teyze ile muhabbetimizi unutamıyorum. Tahmini 100 yıllık ahşap yapılı evinde tek başına yaşıyor, iki adet ineği ile hayatını idame ettiriyor. Bursa’da çocukları varmış, ne kadar çabalamışlarsa da annelerini koparamamışlar bu güzelim köyden ve evden… Ben şehirde yaşayamam, boğulurum demiş… Evin dört bir tarafı çiçeklerle süslü… Sevimli ve hoş sohbet bir teyze…

Âşıklar Tepesi

Teyze ile helalleşip yola koyulduk, istikamet Sahara Milli Parkı… Geniş bir alanı kaplayan Sahara Milli Parkı’nda festival alanları, parklar, mesire yerleri ve tarihi mekânlar var. Parkın en üst noktasında ise Âşıklar Tepesi bulunuyor.

Ardahan Yolu üzerinde bulunan bu tepeye neden ‘Âşıklar Tepesi’ denildiğini çıkınca daha iyi anlıyoruz. Gözleri kamaştıran, yürekleri hoplatan bir manzara ile karşılaşıyoruz. Burada insanın âşık olmaması mümkün değil… Fakat bunun için en az yarım saat kalmanız, manzarayı seyretmeniz lazım.

Şavşat Evi

Dönüşte Yavuzköy Gözlem Terası’nın hemen üstünde inşa edilen Şavşat Evi’ni görmeden gidemezdik.

Kaybolmakta olan Şavşat Evleri’ni gelecek nesillere aktarmak amacıyla inşa edilen Şavşat Evi’ni ziyaret ettik. Şavşat’a bağlı Cevizli Köyü’ndeki yaklaşık 200 senelik tarihi olan Şavşat Evi’nden örnek alınarak tasarlanan Şavşat Evi ilçeye bağlı Yavuz Köyü’nde bulunuyor.

Ortalama 150 bin TL’ye mal edilen Şavşat Evi iki katlı olmak üzere 100 metrekarelik bir alan tasarlanmış. Tamamen ahşap olan ve tarihi dokunun yaşatıldığı bu evin içinde aynı zamanda yöresel ve organik yiyecek ve içecekler, Şavşat ve köylerine ait yerel lezzetler ve el işi mamuller tanıtılıyor. Ayrıca ilçe halkının el işlemeleri dalında yapılan yöresel kıyafet ve halılar müşterilere sergileniyor.

Sonbahar koması

Ve şimdi kelimelerin sustuğu sadece fotoğrafların konuştuğu gezi rotamıza geldik. Rehberimiz Atanur Keskin, daha önce çok az turistin bildiği, Şavşat’ın gizli kalmış köylerine ve sonbahar ateşinin gürül gürül yandığı muhteşem ormanlara götürüyor bizi… Sadece bana özel bir rota…

Şavşat’ın bu bölgesi buram buram yanıyor. Objektiflerin ayar yapmakta zorlandığı, gören gözlerin kamaştığı, dillerin lal olduğu ve ‘Aman Allah’ım bu nasıl bir güzellik! İnsan bu manzaraları görünce ya deli olur ya da âşık!’ diyesi geldiği özel rota… Nitekim ben de çileden çıktım en sonunda, her karesi ayrı bir güzellik sunan manzara karşısında… Rehberimiz Atanur’a döndüm ve “Sen beni öldürmek mi istiyorsun?” demek zorunda kaldım.

Sırasıyla Elmalı, Susuz, Ziyaret, Karaağaç, Hanlı ve Düzenli köylerini karış karış gezip görüntüledim. Ortasından Tigrad Deresi’nin aktığı bu köylerde gezerken sonbaharın tam anlamıyla tadına varıyorsunuz.

Fazla söze ne hacet, buyurun resimler üzerinden siz de nasibinizi alın!

Şavşat Kalesi

Artvin il merkezine 70 kilometre uzaklıkta bulunan Şavşat İlçesi’ndeki kale, turistlerin en çok ziyaret ettiği noktalardan biridir.

Ulaşımı oldukça kolaydır. İlçe merkezine 3 kilometre uzaklıktaki iki derenin birleştiği vadide yer alır. Şavşat Kalesi, 1987 yılında taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenmiştir ve turizm açısından önemli bir noktadır. Kalenin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığına dair kesin bir bilgi yoktur. Yapılan arkeoloji kazılar sonucunda X. yüzyılda Gürcü Bagratlı Krallığı’na ait olduğu anlaşılmıştır. Kale daha sonraki yıllarda Osmanlılar tarafından 1850’li yıllara dek Ocaklık merkezi olarak kullanılmıştır. Toplamda 12.741,93 metrekarelik bir alanı vardır.

Artvin’in önemli gezi noktalarından biri olan Şavşat Kalesi, gelen her misafirine kendi tarihine yolculuğa çıkarıyor.

Sonbahar medeniyetinin payitahtı

Özetle şunu söyleyebiliriz ki; turuncu, sarı ve kızılın doğayla kaynaştığı güzel bir mevsim sonbahar. Dünyanın her yerinde parklarda, bahçelerde, sokaklarda ve şehir merkezlerinde yolları bir battaniye gibi saran yapraklar, tabiatın yeni bir mevsime kucak açtığını müjdeliyor.

Sarp uçurumların, göğe komşu dağların, bulutların üstüne kurulmuş yaylaların, moderniteyi içeri sokmayan ahşap evlerin, çam ormanlarının süslediği muhteşem vadilerin, kıvrımlı patika yolların diyarı; Şavşat…

‘Beton çağının’ esir alamadığı, modern yalanların kandıramadığı, cinnet geçiren insanlığın son umut kalesi: Şavşat…

Hakiki hayatın yeryüzündeki neredeyse tek temsilcisi…

Doğal hayatın, temiz havanın, yeşil yeryüzünün, masmavi gökyüzünün, şimdi sarının ve kahverenginin her türlü tonuna bürünmüş ormanların hayal diyarı…

Pınar burada pınar gibi kaynıyor, güneş burada güneş gibi doğuyor, ay burada ay gibi batıyor, kuş burada kuş gibi ötüyor, dereler burada dere gibi akıyor, sonbahar burada sonbahar gibi parlıyor…

Bunalım çağının köleleri burada özgürlüğüne kavuşuyor, prangalarını kırıp renklerle dans ediyor, cinnetten cennete yol alıyor…

Sonbahar; burada kırmızıya da, sarıya da, kahverengiye de, kızıla da, renklerin bütün tonlarına da yeniden hayat veriyor. Renkler; burada dalların, ormanların, ağaçların üzerinde, toprak üstüne yığılmış gazellerin içinde bir başka poz veriyor…

Her karış toprağı tam bir sonbahar ziyafeti veriyor, gönlünüz en doğal renklerle doyuyor, hayal atlarınız sınır tanımaksızın koşuyor, koşuyor, koşuyor…

Şavşat, sonbahar renklerinin merkezi adeta…

İnsanlığın beton binalar arasında kaybettiği huzuru, güveni, umudu ve bütün bir ulvi değerleri Şavşat’ı baştan sona kuşatan sonbahar renklerinin arasında buluyorsunuz.

Az gider uz gider en sonunda ulaşırsınız hakikate, renkler sizi alır götürür içinize, kendinize… Sonra da asıl varlığa, bu güzellikleri bize bahşeden güzel Yaradan’a ulaştırır…

‘Sizi karada ve denizde gezdirip dolaştıran O’dur.’ (Yunus 22)

Bizi Şavşat’ta gezdirip dolaştıran Allah’a şükürler olsun.

Şavşat gezimizde bizi misafir eden Yeşil Vadi Otel sahibi Atanur Keskin’e ve Zeki Keskin’e canı gönülden teşekkür ediyorum. Tabi ki aşçımız Talat Abi’ye de…

Yazı ve fotoğraflar: Alişan Hayırlı