Şebin!

Bir yerden bir yere giderken, bazı şehirlerin içinden, bazılarını ise kenarından geçersin. Bir zamanın dünyasında yollar, sadece yük hayvanlarının bir günlük gidebileceği şehirlerin güzergâhına yapılırdı. Eğer bu güzergâhta yerleşim yoksa ara yere kervansaraylar yapılarak yolculara yol hizmeti verilirdi. Çok daha sonraları iletişim ve ulaşım araçlarının değişmesi ile şehirlerde, yollarda çok daha farklı ölçülerle yapılır oldu. İşin içine birde getirim girince, bu yol işinde mantık aranmaz oldu.

İstanbul’dan Gümüşhane’ye doğru yapmış olduğum yolculukların birinde Kelkit Vadisi yolunu izlemeyi seçmiştim. Gerçektende çok keyifli bir yol. Yolculuk gündüz saatlerine denk gelirse, bu vadi boyunca birçok yerde mola vermeniz gerekebilir. Manzaranın güzelliğinin yanında, seyir halindeki araç sayısının Karadeniz’e paralel giden yola göre daha az oluşu başlı başına tercih sebebi de olabilir.

Vadi boyunca çok keyifli saatler geçirdim. Sanki televizyon başında belgesel film izliyor gibi geldi tüm vadi içi yolculuğum. Akşamüzerine doğru sobalardan çıkan dumanlar, sokak lambalarının ve evlerin belirsiz ışıkları görüntüyü tümden değiştirdi. Her yanda, yolculuk ettiğim bölgenin insanlarının nefeslerini hissediyordum. En keyifli olduğum saatler gelmişti. Yanan soba üzerinde bir demliğin fokurdadığını hissediyordum. Okumayı yeni sökmüş bir çocuğun dedesine ya da babaannesine hikâye okuyuşunu hissediyordum. Bir bakıma dedem ve babaannem ile geçirdiğim ki bir daha asla geri getiremeyeceğim 1970’lı yılların Rize’sini hatırlıyordum. Görüntüde sokak lambası olmasa, uzakta görünen o ev bizim evimizdi. Bizim evim kenarında da bir sokak lambası vardı ama ben yandığını hiç görmedim. Evim bacasından çıkan duman, bizim dumandı. Ve o ev içinde hayal ettiğim çocuk bendim. Bendim dedesine ve babaannesine hikâye okuyan çocuk. İsmi ister Ahmet, Mehmet, İsmail olsun hiç değişmez. Onların kaderi, hikâyesi hep aynı.

Gece yarısına yakın bir saatte Şebinkarahisar’a vardım. Ama buraya gelinceye kadar kaç dönemeç geçtiğimi anımsamıyorum. Şehir merkezinde çok fazla insan yoktu. Çok az bir yolum kalmıştı Gümüşhane’ye biliyordum. Hem bir çorba içeyim hem de bir az dinleneyim diye düşünerek, bir lokantaya girdim.

Muhabbeti hiç sevmediğimi söylerler! Lokanta sahibi ile meraklarımı gidermeye çalıştım. Lokanta sahibinin aydın bir adam olduğu her halinden belli oluyordu. Kendisine; bu kente ilk kez geldiğimi, ama bu kentim adını çok duyduğumu belirttim. Bir az daha ileri giderek, kentin ileri gelenleri kimler, benim tanıyabileceğim kimler olabilir diye çeşitli alanlarda siyasetçi, bilim adamı, sporcu, sanatçı, ticaret erbabı kişilerin kimler olduğunu sordum.

Lokanta sahibi sadece üç isim saydı bana, Ara Güler, İdil Biret, Aziz Nesin Şebinli’dir dedi. Efsane Başbakanlarımızdan rahmetli Bülent Ecevit’in eşi, yoldaşı Rahşan Hanım’ı da saymadı. Çok şaşırdım açıkçası. Yorgun bedenim bir anda yorgunluğunu attı üzerinden. Şaşırdım, çünkü lokanta sahibi adam bana sadece üç sanatçı ismi vermişti ve Şebin ismini kullanmıştı. Şebinkarahisar’ı, Şebin olarak hiç duymamıştım. Öyle ya ‘Karahisar’da neyin nesi. Afyonkarahisar’a Afyon, Şanlıurfa’ya Urfa, Kahramanmaraş’a Maraş denildiğini duymuştum ama hiç Şebinkarahisar’a Şebin denildiğini duymamıştım. Hem lokanta sahibinin memleketlisi olarak övündüğü üç sanatçı kişiyi saymış olması da çok ilginç geldi bana.

Genelde bazı kentliler, davulcu, zurnacı, türkücü, siyasetçi, köşe dönücü, mafya babaları ile övünürler. Bu kent çok ilginç geldi bana. Beklide en ilginç olan, Anadolu’daki insanlık tarihi boyunda hep yerleşim alanı olan, tüm anayolların kavşağında bulunan bu eski kentin hak ettiği yerde olmaması. Doğru ya iletişim, ulaşım araçları değişip işin içine getirim girince mantık aranmaz olmuş. Mantık, felsefe gibi derslerin okulların müfredatından çıkalı yıllar oldu ama peki ya hak edene hakkını vermek meselesi ne oldu? Hak talep edilmeden verilendir. Demek oluyor ki ya Şebin’in siyasi gücü yok, ya da Şebinliler bu yöneticileri Allah’a havale ettiler. Ya da bu işler çoktan unutuldu. Eee bana ne oluyor. Anne tarafından Şebinli olan dostum Özgür gibi, kuşun kanadından bir tüy düşse, ‘niye düştü kuşun bu tüyü’ne ağlıyor olmak. Bu arada o gece Özgür’ü aradım. Lokantanın sahibi bey ile görüştürdüm. Meğer bizim Özgür’ün dedesi Şebin’in çok eski zanaatkârlarından biri imiş. Özgür’ün de anıları canlandı. Daha sonra uzun uzun çocukluğunun Şebin günlerini anlattı dostum bana.

Anladım ki; Şebinkarahisar Şebin olarak anılmak istiyor. Ve pek tabii ki daha önce hak ettiği yani hakkı olan il statüsünün yeniden verilmesini istiyor. Şebin, halen Giresun’a bağlı bir ilçe ve plaka numarası 28. Şu an da ülkemizde 81 ilin plaka numarası var. Giresun ilinin tersten yazılışı olan 82 numarası Şebin’e çok yakışacaktır diye düşünüyorum…